ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 24-10-2023 21:35

Masum Kokular / Feride Pala

Yazan: Feride Pala -MASUM KOKULAR

Masum Kokular / Feride Pala

MASUM KOKULAR

Bugün üzerimde bir ağırlık var. Gece boyunca düşüncelerimi, “bir yumağa ip sararcasına” beynimde doladım da doladım...

Yataktan kalksam mı kalkmasam mı? Bilemedim. Yatmaya hakkım var mı? O da ayrı bir muamma. Kafam çorba...

“İçinde kaç çeşit malzeme var?” diye sorsam, kendime bile cevap veremem ki... Sonunda kalktım. Yüzüme, balkondaki çeşmenin soğuk suyundan üç beş defa çarptım ama ne fayda, içimdeki yangın sönmüyordu. Ara koridor, yürümekle bitmedi. Odanın perdelerini açmaya üşenen kollarım kalksa da gün ışığı, odayı bile aydınlatmıyordu sanki. Oysa her yer aydınlıktı. Çiçeklerin renkleri, kuşların sesi, güneşin sıcaklığı ellerimle tutabileceğim kadar aydınlıktı. Bir tek kalpler karanlıktı, hem de kapkara...

Yüreğim feryat ediyor, sessizliğe gömülmüş ruhum çığlıklarını gizlemekte zorlanıyordu. Kalbim sıkışıyor, ellerim titriyor, bir lokma yemek dahi yiyemiyordum. En doğru yaptığım şey ise yürümekti. Tren garına kadar yürümeliydim. Sekiz yüz metre hiçbir şey, yürürsün kızım Ceyda, yürürsün…

Sokakta; her köşe başında, çöp kovalarının etrafında sabah nöbetine çıkmış kediler, kaldırım boyunca aynı ahenkte evlerin balkonlarına bir kırıntı ekmek için uçuşan kuşlar; karşı kaldırımda semtimizin meşhur börekçisi; işten dönenler, okula yetişmeye çalışanlar, işe gitmeye uğraşan sabah tayfasının uzayarak hiç bitmeyecek gibi duran kuyruk sırası...

Vızır vızır yanımdan geçen mahalle dolmuşlarının korna seslerine aldırış etmeyen ben. İleride kahveci Rüstem Abi. Bütün mahallenin emeklisi burada, esnafın çaycısı Bakkal Nazmi Amca’yı da söylemeden geçemeyeceğim. Çocukluğumun renkli bayram şekerlerinin bir parçası…

Her şey, yerli yerinde görünüyordu. Ve tren garına ulaşmadan, aynı sokağın son sapağındaki üç katlı müstakil ev. “Böyle bir güzellik olamaz.” dedirten o muazzam bahçe ve çiçeklerden gelen masum kokular…
Evet evet “masum kokular.” Dünyanın bu denli “kan koktuğu” saatlerde çok şaşırtıcı değil mi? “Çiçekler ve masum kokular.” Bu kokuları içime çekmeye hakkım var mı?  Onu da bilemedim...

Artık tren garına ulaşmıştım. İlk defa trenle yolculuk yapacaktım; “nereye, niçin gittiğimi bilmeden...” Kabinin birini kendime ait olacak şekilde ayarlattım. Küçük bir oda; ekmek, su, kitap, kalem, defter ve gözlerime bağladığım annemden kalan mor bir başörtüsü. Yol boyunca gözlerimi bağlayıp tüm sesleri dinleyeceğim dakikalarla baş başayım. Bilet kontrol safhası da bittiğine göre ilk durağa kadar beynimin içerisindeki yumağı çözme vakti.

Kokular, hisler, sesler... Demir rayların sesine bıraktım ruhumu. Çığlıkları daha net duyabiliyorum artık. Aslında dünyanın her yerinde yankılanıyor ama ne garip, kendimi bir an bile koparamadığım çığlıkları adeta benden başka duyan yokmuşçasına feryat etmek istiyorum…

Yüreğimdeki yangının alevi, herkesin yüreğini sarsın istiyorum. Belki o zaman, “aynı yangının feryadı içerisinde olduğumuzu” tüm insanlık anlayabilir.

Öksüz ve yetim sokaklardayım, gözlerim kapalı, bakmaya korkuyorum. Tüm hissiyatımla kimsesizler yurdundayım. Annemin kokusu sinmiş mor başörtüsüne. Gözlerim bağlı bir şekilde, koklaya koklaya düğümleri çözmeye çalışıyorum...

Trenin ilk durağı Eskişehir. Dakikalarca kokladığım hatıralar ve sadece kulaklarımdaki demir yığınının sesi. Susmayan çığlıklarım, yumaktaki düğümler, cevapsız kalan sorularımla nefes almaya iniyorum.

İleride bir kafe, yavaş yavaş adımlarımı atarken yeşil çiçekli elbisesiyle annesinin elbisesine sımsıkı sarılmış minik bir kız çocuğu. Annesinin eteğinin kenarından o gülen kahverengi gözleriyle boncuk boncuk bana doğru bakıyor.

Kahvemi soğutmadan yudumluyorum. Arada bir, minik gülümseyen gözlerle baş başa kalıyorum. Kabine dönme zamanı. Bir dahaki durağa kadar en azından “yurdun kapısından kaç yaşlarında çıktığımı” hatırlasam…

Yeşil çiçekli elbise, minik kız ve annesi... Bu filmin hangi parçasıydım?.. 

Gözlerimde mor başörtüsü; aynı koku, aynı ses ve aynı hisler... Önce beklenen kalkış düdüğü, sonra yavaş yavaş demir raylarda dönen tekerlekler...

Editör: Hamit Gözümoğlu 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi