ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 05-04-2023 00:46   Güncelleme : 05-04-2023 22:23

Malikâne

Yazan: Gülçin Granit -MALİKÂNE

Malikâne

MALİKÂNE

Pencerenin ardında saklıydı doğa. Hafif bir meltem tülü oynatıp duruyor, gün henüz batıyordu. Sundurmanın tavanın da asılı duran çın çınlar birbirine vurup cam kırığı gibi sesler çıkarıyordu. Ahşap borulardan yükselen don don sesleri meskene bir bilinmezlik bir gizem katıyordu. Asmada takılı bulunan ve boynuz başına andıran kurumuş ağaç parçası, sanki oradan insanlara bakıyordu. Burada yaşayanlar kimlerdi, Feriha mahalleye henüz yeni taşınmıştı. Penceresinden eskimiş bu malikâneye bakınca düşünmeden edemiyordu. İçinde yaşayanların, kendilerine münhasır sırlarla dolu insanlar olabileceklerini düşündü. 

Taşınalı üç ay olmuş kimseyi sundurmada ya da bahçede görmemişti. Yalnız bahçıvan görünen,  çiçekleri sulayıp budayan…

Bahçesinde rengârenk yediveren güllerinin kokusu, Feriha’nın penceresinden içeriye giriyor ona günaydın diyordu. Her içi daraldığında güllere bakar nefesleniyordu. İnsanın içini karartan malikânenin aksine cennetten gizli bir köşe gibiydi bahçe. İnsan böyle bir yerde yaşar da nasıl bahçeye çıkmaz bu güzelliklerden yararlanmazdı. Bir türlü kestiremiyordu. Her iş dönüşü mutfak telaşı bittikten sonra pencere yanındaki sallanan sandalyesine oturur, bahçeyi seyrederdi. Sanki bahçenin tüm nimetleri onun emrine amadeydi.

Uçuşup duran tülün ardından bir insan silueti göründü, sonra kalın perdenin ardını aralayıp dışarıya bakan bir adamın burnu göründü. 

Mahalleden bir otomobil hızla geçti, sokak lambasının altına doğru savurdu yerdeki tozu. Lambanın altında kelebek gibi uçuşuyordu toz bulutları.  Işık malikânenin üstüne vuruyordu.

Gece olunca daha bir gizem kazanıyordu malikâne. İlk defa görmüştü evet, burada bir adam vardı yaşayan. Karısı da var mıydı acaba, ya da annesi? Bilinmez birçok sorularda meşguldü kafası. 

Gece uyandığında malikâneye bakmak onun âdetlerinden olmuştu. Belki görünmez bir şeyler yakalarım umudu ile her gün oraya bakmaktan kendini alamıyordu. İçinde büyüyen bu istek onu zehirli bir sarmaşık gibi günden güne sarıp sarmalıyor, merakını bir türlü yenemiyordu.  Oraya her baktığında kafasından değişik hikâyeler yazıyordu. Bir gün soracaktı bahçıvana, burada kimler yaşıyor diye, bu istediğinin önüne geçemeyecek gibi hissediyordu kendini.

Feriha bir gazeteciydi ve her gün sırlarla dolu cinayetlere ve korkunç haberlere ev sahipliği yapıyordu. Ne hikmetse bu malikâneye baktığında hiç iyi şeyler hissetmiyordu. İçinde bir ürperdi ve merak olgusu uyanıyordu. Feriha gece yarısı tuvalete kalktığında malikânenin balkonunda bir erkek gördü elinde uduyla. Ayın şavkı onun kıvırcık saçlarına vuruyordu. Kırklı yaşlarda bir adamdı bu, udun nağmeleri yediverenlerin arasından geçip öylece akıyordu. Feriha’nın içindeki bilinmezliğin kapısı yavaş yavaş aralanıyordu. Evet, burada bir adam yaşıyordu, geceleri dolunayda yüzünü gösteren. 

Ne olmuştu da bu adam, bu gece uduyla balkona çıkmıştı, yoksa daha öncede çıkıyordu da onu Feriha’mı görmüyordu. Kendini gözetleyen birinin olduğunu bilse yine buraya çıkarda udunu çalar mıydı? Kim bilir, gizemli adam kendisinin gözetlendiğini biliyordu da, gecenin bir yarısı dolunayda balkona çıkıyordu.

Feriha bu düşüncesinin yanlış olduğuna karar verdi. Adamın hıçkırıklarını işitiliyordu şimdi nağmelerin arasından, perdenin arkasına gizlendi. Özel hayatın içine bu kadar girmeyi de yakıştıramazken kendine, en azından adama görünmemeliyim diyebildi.

Adam çalmaya ve ağlamaya devam ediyordu. Rüzgâr adamın üstündeki sabahlığı titretiyordu. Elinden udunu yere bıraktı. Feriha, adamın ayağa kalkmasını beklerden o, tekerlekli sandalyesini sürerek balkondan içeriye girdi. Vakit sabaha yaklaşıyor, gün ağarıyordu. Feriha sabah işe giderken malikânenin önünden geçti. Kapıda Muhsin Karabatak yazıyordu.  Muhsin Bey udu çalan bey, olmalı diye düşündü.   Onlar hakkında manşetlerde ya da ikinci sayfa haberlerinde bir şeyler bulabilir miydi? Gazetenin arşivlerinden arama motoruna Muhsin Karabatak diye girmesi yeterli olacağını düşündü. 

Yemek saatinde dışarıya çıkmadı, kendisine pizza söyledi.  Arama motoruna girdi. Karşısında illaki bir haber göreceğinden emin gibiydi. İçindeki giz onun böyle düşünmesine sebep oluyordu. Muhsin Karabatak yazınca, birinci sayfa haberlerinden Zübeyde Karabatak cinayeti diye başlık veriyordu. Feriha elinden pizzayı bıraktı, tüm dikkatini haberleri okumaya yöneltti.  Arama motorunda bir haber daha vardı, yine birinci sayfa haberi; Zübeyde Karabatak cinayeti faili meçhul dosyaların arasına girmiştir diye yine bir başlık atıyordu.

Zübeyde Hanım, Muhsin Bey’in eşi olmalıydı. Birden içinde bir sızı hissetti. Kadın evinde bıçak darbesi ile öldürülmüştü. Yine bir kadın cinayeti… Nasıl katili bulunmaz, peki kocası hiçbir şey görmemiş miydi? Peki Muhsin Bey niye sakat kalmıştı?  Feriha’nın bitmeyen soruları kafasına böyle üşüşüyordu. Yine gece sabaha karşı ışığını yakmadan balkona doğru baktı. Muhsin Bey balkondaydı, elinde yine udu vardı. Feriha’nın bam teline dokunan nameler çalıyordu. Meltem dünkü gibi hafif hafif tül perdeyi uçururken, bahçedeki incir ağacının keskin kokusu odaya doluyordu. 

Feriha işten gelirken, bahçıvanı gülleri budarken buldu. Bu onun için biçilmiş bir kaftandı. Biraz hakkında bilgi alabilirdi.

Malikâneye yaklaştı. “Af edersiniz! Bey efendi size bir şey sorabilir miyim? Ben bitişiğinizde oturan komşunuzum” dedi Feriha. Bahçıvan kafasını çevirip selamını aldı. “Buyurun güzel kızım, ne istemiştiniz. Durun size bir demet gül vereyim” dedi. Feriha’nın yüreğinde güller açtı. Bu sıcak ve samimi ilgiliyi hiç beklemiyordu. Şaşırdı… 

Bahçıvan renkli güllerden bir demet yapıp Feriha’ya uzattı. Feriha nasıl teşekkür edeceğini bilemedi. Yüzünden ve mimiklerinden teşekkür damlacıkları akıyordu. “Çok özel olmazsa size bir şey sormak isterim. Beni yanlış anlamayın lütfen. Ben her gece Muhsin Bey’i el ayak çekildiği vakit sabaha karşı elinde uduyla balkonda görüyorum. Bunun sebebini çok merak ediyorum.” Dedi. Bahçıvan, Feriha’nın yüzünde temiz ve samimi ifadeyi görünce anlatıverdi;
“Eşi yıllar önce öldürülmüş, bu olaya hırsızlık diyorlar. Malikâneden çok şeyler çalınmış. Ben işe henüz bir yıl önce girdim. Yani ben bu konuyla ilgili fazla bir şey bilmem güzel kızım.” Dedi bahçıvan. Bu lafın üzerine söylenecek başka bir söz bulamadı Feriha. Gül demetini alıp oradan uzaklaştı. Evin kâhyasını da görmüştü Feriha. Ufacık tefecik bir kadındı. Şimdi ev daha bir gizemini arttırmıştı Feriha’nın gözünde.

Ertesi akşam yine iş dönüşü aynı saatte, bahçıvan bahçeyi sularken Feriha selam verdi. “Hoş geldin güzel kızım, nasılsın?” dedi. Feriha hiç lafı dolandırmadan evin kâhyasıyla görüşüp görüşemeyeceğini sordu. Bahçıvan; “O çok ketum biridir kolay kolay ağzından bir laf alamazsın kızım. Onu niçin arıyorsun ” diye sordu. Bahçıvan; “Sana bir iyilik yapayım.

Kâhya her gün saat 10.00 da alış verişe çıkar onu bu saatlerde yakalayabilirsin,” dedi. Feriha ertesi günü işe gitmeden o saatte malikânenin önünde bulundu. Kâhya kapıdan çıkıyordu. “Af edersiniz bayan, size bir şey sorabilir miyim, Muhsin bey…” demesiyle, kâhya arkasını dönüp hızla oradan uzaklaştı. Feriha arkasından sesleniyordu. “Bayan beni yanlış anlamayın lütfen, bana yalnız bir dakikanızı ayırsaydınız,” dedi. Kahya oradan koşar adımlarla çoktan ayrılmıştı. 

Ertesi günü Feriha yine aynı saatte kâhyayı malikâneden çıkarken yakaladı. “Lütfen kötü niyetli değilim, yalnızca çok üzülüyorum öğrenmek istediğim küçük bir ayrıntı.” Deyinde kâhyanın yüzü biraz yumuşadı, olduğu yerde kaldı ve Feriha’nın yüzüne sor der gibi baktı. Kadının sanki kovalanmaktan bıkmış bir hali vardı. Feriha; “Ben sizin komşunuzum, her gece Muhsin beyi sabaha karşı balkonda udunu çalarken görüyorum. Merak ediyorum niçin herkesten kaçıyor ve sabaha karşı udu çalıyor” dedi. 

Kahya o gün iyi tarafından kalkmıştı. Durdu… Önce derin bir iç geçirdi ve Feriha’ya kendisinden hiç beklenmeyen gayet samimi cümlelerle ona karşılık verdi; “Muhsin Bey karısını çok severdi.  Mezarını bahçeye yaptırdı. Güne her sabah karısının en çok sevdiği şarkıları çalarak başlar. O gece karısını kurtaramadığı için ağlar ağlar.” Dedi.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi