BİYOGRAFİ
Giriş Tarihi : 22-09-2022 00:54

Kurt Vennegut Jr.

Yazan: Hasan Saraç - KURT VONNEGUT Jr. - Trajikomik hayal gücüyle dünyayı büyüleyen adam -

Kurt Vennegut Jr.

KURT VONNEGUT Jr.

​​​​​​Trajikomik hayal gücüyle dünyayı büyüleyen adam

“Bu zavallı gezegenimizi mahvetme hakkını bize kimin verdiğini sahiden merak ediyorum.”

1922 yılının 11 Kasım günü Amerika’da, Indiana eyalet başkenti Indianapolis kırsalında bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Adını Kurt koyarlar. Aynı adı taşıyan babası Alman kökenli başarılı bir mimar, annesi Edith ise şehrin en varlıklı ailelerinden birinin kızıdır.

1930’larda Amerika’yı kasıp kavuran ekonomik çöküntüden Vonnegut ailesi de etkilenir. Yaşadıkları bölgenin biricik mimarı olan baba Vonnegut bile işsiz kalır. Anne Edith’in ailesine ait bira fabrikası da içki üretimi ve satışının yasaklanmasıyla kapanmış, ailenin tüm gelir kaynakları kurumuştur.
Bir devlet okulunda öğrenime başlayan Kurt, yaşam koşulları zorlaştıkça hırçınlaşan annesi yüzünden zor bir çocukluk dönemi geçirir.

Vonnegut sonraları, hayatının ilk 10 yılında kendisini yetiştiren ve değerlerini öğretip benimseten Afrikalı-Amerikalı aşçı ve evin kâhyasından övgü ve minnetle söz eder. Bu “insancıl ve bilge” kadınların kendisine sağlam bir ahlak eğitimi verdiğini, inançlarının “merhametli ve bağışlayıcı” yönlerini ondan aldığını söyler.

Kurt, liseyi bitirdikten sonra Cornell Üniversitesi’nde biyokimya öğrenimi görmeye başlar. Yıllar sonra bir üniversitede yaptığı mezuniyet konuşmasında, “O bir kâbustu” diyecektir, “kimya okumak zorundaydım, yoksa babam okul harcını ödemeyecekti. Benimse hiç yeteneğim yoktu buna. Her derste en kalın kafalı çocuk olmak ne demek bilirim.”

İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle eğitimini yarıda kesen genç adam, 1943 yılında gönüllü olarak orduya katılır.
“Çıldırmış bir topluma aklı başında bir insan, çıldırmış gibi görünüyor olmalı.”

Uzun süren bir eğitim sürecinden sonra Nazi işgalindeki müttefik ülkelerin topraklarında savaşa gönderilecek olan Vonnegut 14 Mayıs 1994 günü son bir kez evinin yolunu tutar. Anneler Günü’nü ailesiyle birlikte kutlamak istemiştir yalnızca. O yoldayken, epeydir depresyonda olan annesinin bir kutu dolusu ilaç yutup intihar edeceğini nereden bilebilirdi?

Vonnegut, cepheye yeniden gönderildikten kısa bir süre sonra birliğini kaybeden bir grup Amerikalı askerle beraber Nazilere teslim olmak zorunda kalır. Savaş esiri olarak rütbesiz asker sıfatıyla çalıştırılmak üzere daha doğuya, Dresden’e gönderilir. Askeri fabrikaların olmadığı, sokakları heykelciklerin süslediği bu asude Alman şehri savaşın bitmesine günler kala Amerikan ağır bombardıman uçakları tarafından yerle bir edilirken oradadır genç asker. Sırf öç almak için, birkaç saat içinde 135 bin sivil öldürülmüştür. Hava saldırısından sonra Vonnegut, Alman askerleri ve sivillerle birlikte şehrin her tarafında çürüyen cesetleri götürüp yakmakla görevlendirilir.

23 yaşında ülkesine dönen savaş gazisi Vonnegut, ilk iş olarak çocukluk aşkı Jane Marie Cox ile evlenip karısıyla birlikte Chicago’ya yerleşir. Chicago Üniversitesi’nde bu kez antropoloji öğrenimine başlayan genç yazar adayı, bir yandan da yerel bir gazetede muhabirlik yapmaktadır. Dresden’de tanık olduğu o vahşi katliam, o gazetede çalışan hiç kimseyi ilgilendirmez. Bu vurdumduymazlık Vonnegut’ı derinden etkileyecek, belki de ileride yazacağı satirik romanların işaret fişeğini ateşleyecektir.
“Sırf bazılarımızın okuyup yazabilmesi, biraz da matematik bilmesi, kâinatı fethetmeye hak kazandığımız anlamına gelmez.”

Birkaç kısa öyküden sonra 1952 yılında, Kurt Vonnegut’ın ilk eseri Otomatik Piyano yayınlanır. Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya romanını anımsatan tarzda yazılmış bu eser, iş gücünün yerini giderek robotların aldığı bir dünyayı anlatırken Yevgeniy Zamyatin’in MIY (BİZ)adlı distopyan eserine de gönderme yapar. Vonnegut’un ikinci romanı Titan’ın Sirenleri, dünyayı işgal eden Marslıları anlatırken aslında özgür iradeyi, her şeyi tepeden görüp kavrayabilmeyi ve insanoğlunun varoluş amacını sorgular.
1962 yılında gelindiğinde üç romanı yayınlanmış olan Kurt Vonnegut, aslında on yıldır roman yazmaktadır.

Romanlarından üçü yayınlanmışsa da yazarın adını henüz duymuş olan yoktur. Otomatik Piyano bir ilk roman olduğu için rastgele birkaç eleştiri almış, eleştirmenler onun bilim kurguya çok benzediğini –- yani çerçöp olduğunu! -- fark edince de ciddiye almaktan vazgeçmişlerdir. Titan’ın Sirenleri ise tek bir eleştiri dahi almaz.
“Ben de bir dizi rastlantının kurbanıydım, hepimizin olduğu gibi.”

İşte tam bu sırada ailenin imdadına Kedi Beşiği (1963) yetişir. İlhamını Atom bombasının yaratılışından ve Hiroşima’dan alan bu fantastik romanda Vonnegut, gerçek hayattan dört duvarla yalıtılmış bir laboratuvarda, olası sonuçlardan habersiz çılgınca buluşlar yapan bilim adamlarının bilinçsiz saflığını hicveder. Bilim, teknoloji ve dinlerin insan hayatı üzerindeki etkilerini incelerken, silahlanmanın anlamsızlığıyla da acı acı dalga geçer. Bu eser Vietnam Savaşı’nın ve korkunç etkilerinin tartışıldığı bir ortamda üniversite gençliğinin dikkatini çeker. Vonnegut’ın hayatında ilk kez, eserlerini tartışan genç bir okur kitlesi oluşmaya başlamıştır.

Sıra Mezbaha 5’e gelmiştir. Kedi Beşiği ile yolu açılan yazar, kazandığı bir bursla tekrar Almanya’ya gider ve gencecik yaşında kâbuslar yaşadığı kenti, Dresden’i bir kez daha ziyaret eder. Aradan yıllar geçmiş ancak o anlamsız ve amansız bombardımanın izleri hâlâ silinememiştir.
Yazar, senarist ve yönetmen Michael Crichton, The New Republic dergisinde yayınlanan bir yazısında Vonnegut için şöyle diyor:

"Dayanılmaz derecede acı veren şeyler hakkında yazıyor. Romanları otomasyona ve bombalara dair en derin korkularımıza, en derin siyasi suçlarımıza, en şiddetli nefret ve aşklarımıza acımasızca saldırıyor. Ondan başka hiç kimse bu konular üzerinde yazmıyor, bunlar normal romancıların erişemediği şeyler."

İlk eşinden 1971 yılında boşanan Vonnegut 1979 yılında kendisinden on sekiz yaş küçük olan profesyonel fotoğrafçı ve yazar Jill Krementz ile evlenir. Vefat ettiği güne kadar devam eden bu evlilik sırasında Lily adında bir kız çocuğunu evlat edinirler.

New York’un Manhattan adasına taşınan yazarın hayatında önemli değişiklikler olmaktadır. O sıralarda kendisini şöhretinin zirvesine taşıyacak olan Şampiyonların Kahvaltısı adlı romanının üzerinde çalışan Vonnegut, Harvard Üniversitesi’nde “yaratıcı yazarlık” dersleri vermeye davet edilmiştir.
“Bir çocuğun sesiyle yazıyorum. Bu da beni lisede okunabilir kılıyor.”

Usta yazar Vonnegut, dünyayı terk edip gitmeden önce yazar adaylarına şu tavsiyeleri miras bırakmayı da ihmal etmemiştir:

1. Roman yazmaya girişirken ilgilendiğiniz bir konu bulun.
· Yazarken lafı gevelemeyin
· Basitlikten şaşmayın
· Gereksiz sözcükleri kesip atın
· Özetle okurunuza acıyın

2. Romanda her okurun kendinden bir parça bulabileceği en az bir karakter yaratın. Her karakter bir bardak su bile olsa bir şeyler istemeli.

3. Yazdığınız her cümlenin bir işlevi olmalı, ya karakteri tanımlamalı ya da kurguyu geliştirmeli.

Üst üste yayınlanan pek çok eserinden sonra 1985 yılında da Galapagosadlı romanı yayınlanır.
Hikâyenin geçtiği yer, Charles Darwin’in evrim teorisinin özeti niteliğindeki Türlerin Kökeni adlı eserinin özünü oluşturan doğal yaşama dair incelemelerini yaptığı Galapagos Adaları’dır.
Bu satırların yazarı da neredeyse tüm eserleri gibi Vonnegut’un bu hikâyesini de okuduktan bir süre sonra Galapagos Adaları’nı ziyaret etmiş ve nesli tehlike altındaki birçok şaşırtıcı canlı türünün son sığınağı olan bu büyüleyici adaları gezerken, eserlerinde insanoğullarının açgözlülüğünün yol açtığı sorunlara odaklanan Vonnegut’ı saygıyla anmıştır.

Bilim kurguyu, kameraları yükseklere, uzaya çıkarıp dünyada neler olup bittiğini gözlemlemek için kullandığını söyler usta yazar. Hayalinde canlandırdığı kaotik evren, tuhaf tesadüfler, rastgele tercihler ve uyumsuzluklar üzerine kuruludur. Vonnegut, hayatını ve eserlerini, dar kafalı yöneticilerin kifayetsizliğini ve silahlanmanın anlamsızlığını teşhir etmeye adamış ödünsüz bir hümanisttir.
“Tek bir okuru hoşnut etmek için yazın. Bir pencere açıp, deyim yerindeyse tüm dünyayla flört etmeye kalkarsanız, hikâyeniz zatürreeye yakalanır.”

Dünya yeni bir yüzyıla girerken, Ülkesi Olmayan Adam adlı eserinde kendi tipik insancıl perspektifinden hayat, aşk ve siyasetin keşfine çıkar ve bu kitabın yayınlanan son eseri olacağını ileri sürer. Kurt Vonnegut bu kez haklı çıkacaktır öngörüsünde. Evinde düşüp, geri dönüşü olmayan bir beyin hasarına uğrayışından haftalar sonra, 11 Nisan 2007’de, amansızca eleştirdiği dünyaya ve 1999’dan beri kendi adını taşıyan küçük gezegene veda eder.

Son kez nefes aldığında hâlâ Amerikan Hümanistler Birliği’nin onur başkanıydı.
Ölümünden yıllar önce Time dergisinde yayınlanan bir eleştiride “edebi zaman makinesinin kumandasında delidolu ama dürüst ve çılgın bir bilgin” olarak tanımlanmıştı Vonnegut.
Vonnegut’sız bir hayatı tasavvur etmek zor olur okurları için. Ne var ki hayat bir şekilde devam etmektedir. Tıpkı o muzip hiciv ustasının, kitaplarında basit ama nice anlam yüklü birkaç sözcükle sık sık vurguladığı gibi…

“Ve işte öylece sürüp gider…”

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi