ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 04-09-2022 00:16

Kiti...

Yazan: Ayfer Güney - KİTİ

Kiti...

KİTİ

Boğazım kurumuş, dudaklarımdaki çatlakların sızısı içime damlıyordu. ‘Su, bir bardak su’ hayaliyle uykumdan uyandım. İçeriden annem ve babamın  sesleri geliyordu. Her zamanki tartışma... Bu kavgaların sonucunda annem  hep ağlar, babam da  su getirmek için evden çıkardı.

Babamın getirdiği su, yeterli olmadığı için ben de nehirden su almak için yola koyuldum. Bu sabah, susuzluk iyice bedenime işlemiş olacak ki bacaklarımda güç hissetmiyordum. El ve ayaklarımda kramplar oluşuyordu. Elimdeki kapla nehre doğru yürümeye başladım. Erkenden gitmezsem Güneş’in kavuruculuğunun etkisinde kalırım. Yolda arkadaşım Kioka’yla karşılaştım. 

— Selam Kiti! Nereye?  

— Nehre su almaya. 

— Hayır, gidemezsin. Çok tehlikeli. Kuraklık, hayvanları da etkilemiş. Nehrin kenarları aslanlar, maymunlar, filler ve diğerleriyle dolu. Birbirlerini yiyorlar. Timsahları da biliyorsun. Oraya gitmek, artık çok tehlikeli.  

— Peki ne yapalım?  

— Öteki köyde Türklerin açtığı su kuyusu var. Oraya gidelim.  

— Ama çok uzak, Güneş yükseliyor. Gücüm yok.  

— Bende az da olsa su var. Avucuna dökeyim. Kendine gelirsin. Yol boyunca bize yeter.  

Avuçlarıma dikkatlice döktüğü suyu bir yudum içtim. Ellerimdeki ıslaklığı yüzüme sürdüm. Az da olsa ferahlamıştım. Kioka’yla su kuyusunun bulunduğu köye doğru yürümeye başladık. İlerlemişken fil sürüsüyle karşılaştık. Nehrin kuzeyine doğru Masai Mara’ya doğru gidiyorlardı. Bu, nehirde suyun iyice azaldığını gösteriyordu. Hayvanlar, Serengeti’den kuzeye Kenya’ya doğru göç ediyor olmalıydılar. Fillerin ayak bastıkları topraklar yumuşak olunca küçük çukurlar oluşur, bu çukurların altındaki çamurlu su, yüzeye çıkarsa kuşlar başına üşürür su içerler. Ben de bir avuç su içmek istedim ama Kioka bana engel oldu. "Hasta olacağımı" söyledi. Su kuyusuna gidene kadar, yılanlar, kertenkeleler ve diğer sürüngenleri görerek ilerledik. Nihayetinde su kuyusuna ulaştık. 

İkimiz birlikte pompanın kolunu indirip kaldırdık. Bir ara gücüm yetmedi ve düştüm. Kioka gülmeye başladı. Su akınca kaplarımızı hemen doldurduk. Pompanın damlalarını ise avucuma doldurup içtim. Kioka dans etmeye başladı. Ben de ona eşlik ettim. Bu, sevinç dansı ya da bir yudum su dansıydı Kioka: 

— Kiti, sen dün okula gelmedin. Öğretmen, Türkiye’ye gidebileceğini söyledi.  

— A aa nasıl olur? 

— Türkiye’de 23 Nisan Çocuk Bayramı varmış. Bütün dünya çocukları Türkiye'ye gidiyor ve kutlama yapıyorlarmış. Bizim köyden de sen seçildin. Hepimizden olgunsun. Okuma yazmayı tek sen öğrendin.

23 Nisan Bayramı'nı duymuştum. Hayallerimin gerçekleşebileceğine inanamıyordum. Türkiye nasıl bir yerdi?Hep merak ediyordum.

Ertesi gün, okula gidince öğretmenim  bu sevinçli haberi verdi. Seçilen öğrenci olduğumu söyledi.Türkiye’den uzun uzun bahsetti. Bu bayramı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Atatürk, çocuklara hediye etmiş. Öğretmenim, orada neler yapmam gerektiğini anlattı. Ülkemi temsil etmekle ilgili bilgiler verdi. Bir iki hafta çalıştıktan ve ailemden de izin alınca bu yolculuğa çıktım. Ömrümde ilk defa gördüğüm uçağa bindim. Tedirginliğimi öğretmenimin sakin ve yatıştırıcı sözleriyle giderdim. 

Uzun süren yolculuktan sonra Türkiye’ye, onun başkenti olan Ankara şehrine indik. Burası başka bir dünya, başka bir yerdi. Her tarafa başımı kaldırabildiğim ve gözlerimi açabildiğim kadar bakıyor, anlamaya çalışıyordum. Bizi Türk ekibi karşıladı. Onlar da gayet saygılı ve güler yüzlü idiler.Kalacağım eve doğruca gittik. Yüksek yüksek evler, kat kattı. Büyük kapıdan içeri girince daha küçük ama tuhaf kapılı, duvarlarında düğmeleri ve sayıları olan küçücük bir odacığa girdik. Bu düğmelere basınca bizi yukarı doğru çekmeye başladı. Kapıları kendiliğinden açılan bu küçük yerden çıktık. Daha büyük gösterişli bir kapının yanındaki düğmeye ekipten birisi bastı. Kapı, bir müzikle açıldı. Bir bayan, bizi gülümseyerek karşıladı. Türkler, öğretmenim ve ben ayakkabılarımızı çıkararak içeriye girdik. 

Burası yanında kalacağım Türk ailenin evi olmalıydı. Çok temiz ve güzeldi. Bizdeki gibi yerler topraktan değildi. Kalın, tüylü örtüler yerleri ren renk kaplamıştı. Daha önce hiç görmediğim eşyaların bulunduğu bu yerin sahibesi sarı saçlı beyaz tenli bir bayandı. İlk defa beyaz tenli bir insanı bu kadar yakın görüyordum. Bayanın elinde benim anlayacağım kelimelerin olduğu yazılı bir kağıt vardı. Ona bakarak “Hoşgeldin” dedi. Oturmamı, beklememi istedi. Türk ekibi ve öğretmenimi uğurladı. Kısa zaman sonra içeriye benim boylarımda siyah kıvırcık saçlı bir kız çocuğu geldi. Bu evdeki arkadaşım olacak çocuk olmalıydı. Bana gülümsedi ve “Hoş geldin” dedi. Gülünce kocaman iki beyaz dişi göründü. İsminin Zeynep olduğunu söyledi. Ben de selamlayarak ve gülümseyerek karşılık verdim. “Benim adım da Kiti. Memnun oldum." dedim. Bir müddet ikimiz de birbirimizi inceleyerek baktık. Annesi ismimi söyleyene kadar böyle devam ettik.

Evin hanımı  beni evin farklı tarafına götürdü. Bir kapının önünde durduk. Kapıyı açınca hiç bilmediğim bir yer gördüm. Duvarları renkli, parlak taşlarla döşenmiş bir yerdi. Uzun ince tuhaf borular, beyaz küçük havuzun üstüne konmuş uzun gagalı kuşlar gibi duruyorlardı. Zeynep’in annesi buraya girerek boydan boya cam kapıları olan bir yeri açtı. Orada da daha önce görmediğim uzun ince borular, üst kısmında yuvarlak delikleri olan bir şey vardı.

Aşağıda yine uzun ve eğik gagalı kuşlara benzeyen tuhaf şekilli demirden bir boru vardı. Annesi, zemini beyaz olan bu yere girince o tuhaf şekilli borunun yanındaki yuvarlak şeyleri çevirdi. Gözlerim, yuvalarından çıkacak gibi oldu. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Bir an nefesim kesilir gibi oldu. Orada su akıyordu. Evet su...Böyle kolay mı? Evin içinde mi? Hem de çok mu? Annesi, elini suya değdirip çekti. Bana yıkanmayı tarif ettiğini anladım.

Tam da  beyaz sabunu uzatmıştı ki daha fazla dayanamadım. Suyun aktığı yere kendimi attım. Bağırmaya ve çırpınmaya başladım. Yerde gelen suyun gittiği küçük delikler vardı. Ellerimle ve ayaklarımla o deliği kapatarak, suyun akıp gitmesine engel olmak istiyordum. ‘Hayır! Akıp kaybolmamalı. O çok değerli!’ üzerimdeki elbisenin ıslanmasına aldırış etmeden çığlık atıp ağlamaya başladım. Ta ki annesi çevirdiği kolu ters yöne çevirene kadar. Bu sayede suyun akmasını kesti.

Başımı kaldırıp onlarla göz göze gelince, elleri ağızlarında hayretle baktıklarını ve ağladıklarını gördüm.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi