ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 01-10-2023 21:11   Güncelleme : 04-10-2023 17:01

Güneşi Toplayan Adam / Gülçin Granit

Yazan: Gülçin Granit -GÜNEŞİ TOPLAYAN ADAM

Güneşi Toplayan Adam / Gülçin Granit

GÜNEŞİ TOPLAYAN ADAM

Bekâr odasında dört arkadaş;

“Bak Yusuf! Sabah akşam kâğıt ve naylon toplarız. Halil ve Sinan’da! Beylikdüzü’nün Belediye güzergâhı bize aittir. Başkası girip bu konteynırlardan kağıt ve plastik toplayamaz. Orası bizim mıntıkamızdır. Güzergâhına sahip çıkacak “Höt!” demeyi bileceksin kardeşim. Şimdi ekmek aslanın karnından, kuyruğuna kadar kaçtı oğlum.” dedi Avni.

“Tamam, Abi” dedi Yusuf, başı önde eğik, düşündü, düşündü... Her gece ve yıllardır aynı şeyi düşünüyordu. Para biriktirip evlenmeyi.

Agresifliğiyle bilinen Halil bu durumdan hiç memnun olmadı. Sermayenin bölünmesinden rahatsızlık duydu. Diğerleri böyle düşünmüyordu. Birlikte oturup ekmek peynir ve çay eşliğinde bir kahvaltı ettiler. Herkes yatağına çekildi. Sabah karanlığında iş tutulacaktı. Odanın sessizliğini yalnız Halil’in duvara çarpan gaz sesleri bozuyordu.

Basık, sıkıcı gecenin ardından, şiddetli poyraz sabahın aydınlığını hortum gibi aldı götürdü. Damdaki kiremit uçtu, ağaçları kaldırıp yere vurdu. Rüzgâr, Halil’in bildiği tüm küfürleri, karayelden gelen poyrazın sırtına yükleyip savurdu. Sabah naylon ve kâğıt toplamak zor olacaktı.

Yusuf günde iki yüz Türk Lirası kazanıyordu. Bu işi çabuk öğreniverdi. Konteynırın dışında da bulduğu kartonları bir güzel katlayıp çuvalına atıyordu. Büyük marketlerden oldukça çok karton çıkıyordu.

Her mahallede çokça market mevcuttu.

O gün Yusuf’un ayakları yağmurdan ıslandı. “Sanırım ilk paramla ayakkabı almam lazım,” dedi kendi kendine söylendi. Bugün 100 tl’yi cebine indiriverdi. Eve giderken. Biraz kıyma ve ekmek aldı. Akşama ziyafet vermek istedi. Ne de olsa ilk parasıydı. Bunu arkadaşlarıyla birlikte yemekten zevk duyacaktı.

Akşam eve ilk giden Yusuf oldu. Ekmek arası köfte hazırladı herkese. Bolca soğan kesti ayrı bir tabağa. Oda mis gibi köfte kokuyordu.

Bu akşamki yemek herkesin neşesini yerine getirmişti. Sinan sazını eline aldı Halil ‘de yanık yanık söyledi. Neye özlemdi bilinmez amma sık sık gözleri doldu. İş başında hiç bir sataşmaya rastlamadı. Herkes son derece mıntıkasına saygılıydı. Yalnız aradan geçen günler içinde para biriktiremez oldu. Bu gece uyanık kalmaya karar verdi. Parası sürekli eksildiğinden bunu yapanın kim olduğunu bulmak istiyordu. Bunca emekten sonra annesine dahi para gönderemez olmuştu. Hiç kimseye bir şey söylemeye niyeti yoktu.

O gece sabaha karşı Halil yataktan bir yılan gibi sessiz süzülerek indi. Nefes bile almamaya özen gösteriyordu. Yer yer nefesini tutup yılan gibi tıslayarak nefesini bırakıyordu. Ranzadan süzülerek indi ve duvardaki mantonun iç cebine elini attı Yusuf’un cüzdanından iki yüz Türk lirasını çalıverdi. Ardından tuvalete girdi. Yusuf sustu, rüzgâr sustu.

Günler eksilen paralarla geçerken Yusuf ne yapacağını düşünüyordu. Kendisini zehirli bir sarmaşık gibi saran bu düşüncelerden kurmanın yolunu arıyordu. Parasının çalınmış olmasından ziyade neden çaldığını merak ediyordu. Halil’i üç defa PTT’den para yollarken görmüştü. Sinirliydi ve memura bağırıp duruyordu. Yusuf onu görmemezlikten geldi.

Halil her gün biraz daha içine kıvrılıp kapandı. Hiç el ayak değmemiş koyları, derin ve sarp kayalıklarında, zaman denen olgunun kollarından özenle büyüttüğü nadide istiridye olan kızı için yanıyordu. İçi en derin ve sığ yerlerinden acıyordu. Sırtındaki heybe her gün biraz daha ağırlaştı sırtında. Taşıyamaz olunca, saçıldı yere ne varsa. Dökülenler birer böceğe dönüşüp geziyordu vücudunda. Dalgalanan duygu duru ve mantığı arasında savrulan kara bir sancak vardı görüş alanında. Çekip, sıyıramadığı… Koparıp savuramadığı… Deniyordu. Olmuyordu işte. Başaramıyordu.

Halil’in telefonu çaldı ve dışarıya çıktı. Yusuf dışarıda arka bahçede sigara içiyordu. Halil’in hıçkırık seslerine şahit oldu. Kızını kötü hastahaneye kaldırmışlar kötü hastalığı varmış. Meğerse Halil bunun için para çalıyormuş ha!...

Ne çok soru vardı, sorulacak Allah’a. Sorular Halil’in dil kıvrımlarında… Evet, sorabilseydi… Derdi; “Neden benim kızım derdi Allah’a”, diyemedi…

O günden sonra Yusuf gün içinde kazandığı paraların tamamını Halil’in cebine bırakmaya başladı. Halil para almak için kalktığında Yusuf’un cebinde hiçbir paraya rastlayamadı. Bir gün, iki gün derken devam eden günlerde Halil rahatsızlık duymaya başladı. Cebinde nereden geldiği belli olmayan paralar onu rahatsız etmeye başlamıştı. Elbette bir tahmini vardı. Çok utanıyordu.

Başı önde eğik Yusuf’un yanına geldi. Sustu... Bakışları yağmur altında kalmış sokak kedisi gibi birden hüzün yüklendi. Kızardıkça kızardı. Sözcüklerin eridiği, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir andı yaşanan. Yusuf arkadaşının omuzuna elini koydu.

“Bir şey söylemen gerekmez Halil, kızın için çok üzüldüm. Hep birlikte bir şeyler yapmak gerek. O hiç batmaması gereken bir güneş.” dedi.

Editör: Serhan Poyraz 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi