ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 27-08-2022 06:50

Gitme Dedin Değil Mi?

Yazan: İsmet Acı - GİTME DEDİN DEĞİL Mİ?

Gitme Dedin Değil Mi?

GİTME DEDİN DEĞİL Mİ?

Ne çok şey görmüştü şu yaşadığı dünya da. Keşke eşi de olsaydı. Onu genç denecek bir yaşta kaybedince, yapa yalnız kaldı üç kızı ile. Her kafadan bir ses çıktı. Herkes bir yol gösteriyordu sabahtan akşam kadar. Akşam olduğunda, kafasının ambalaj kutusuna çeviren kalabalığı dışarıda bırakıp, beş numara petrol lambasının yandığı evindeki kızlarının yanına, duygu yalnızlığı ile dönüyordu.

Kızlarının üçü de birkaç sene içinde evlenip gide bilirlerdi. Görünen köy kılavuz istemezdi ki. Komşularından biri bir gün, “acını biliyorum Rüstem ama”diyerek ağzını bile aramıştı. Şimdilik esen rüzgâra kapısı kapalıydı. Daha acısı bu kadar tazeyken böyle şeyleri düşünecek durumda değildi. Odanın içine düşen cılız ışık, iç dünyasının aydınlatmıyor,  yaralı yüreğinde zifiri karanlık geceler bir birine ekleniyordu.

Büyük kızını istemeye geldiklerinde, ne kadar ipe un sermek istediyse de, olmadı. Kızın gönlünün de isteyenlerden taraf olduğunu öğrenince beklemenin lüzumu yoktu. Verdi Gülşen’i. Kapı komşularıydı dünürleri. Yakın oldukları için mutluydu. Her sabah kalktığında kızını görecekti. Sonra torunlar açacaktı sabah sabah kapıyı. Hem damatta fena bir çocuk değildi. Eli ayağı düzgün. Her hangi bir yerinde nadiri kusuru olmayan biriydi. Huyu suyu da iyiydi. Bundan iyisi can sağlığı. Geçimine gelince boşuna mı demişlerdi. Bir it, bir leşi nerede olsa sürükler. Sürüklesin artık.

O sene köye elektrik geldi. Petrol lambalarını kırdılar, trafonun altında. Artık gecesi gündüz gibi olacaktı köyün. tıpkı şehirlerde olduğu gibi. Herkesin mutlu olduğu o anda bile içinde ki yarasının kanı akıyordu. Sessizce,“rahmetlide görseydi bu günleri,”dedi. Ne olacak köy yerinde herkes yoksuldu, ama kimse yoksulluğunun farkında değildi. Nasıl ki dünya döndüğü halde üzerinde yaşayanlar döndüğünü fark edemiyorsa köylerde böyleydi aşağı yukarı. Ay ışığı ile evin önündeki sokak lambasının ışığında ikinci kızın Semiha’nın düğünü oldu açık havada. Zurnacı çaldıkça, kimsenin görmediği köşede hem eşi için hem kendi geleceği için ağladı. Günler su akar gibi akıyordu. Farkındaydı, gelen sonun ancak önüne geçip artık burada dur daha öteye gitme diyemiyordu zamana ve yaşadıklarına. İkinci kızıydı Semiha. Evlendiği çocuk, düğün için gelmişti. Düğünden bir hafta sonra döndüler İstanbul’a. Sıkı sıkıya tembih etti. Beni mektupsuz bırakmayın.

Mektuplar yazılmayalı on seneyi çoktan geçmişti. Çocuklarla konuşurum diye eve aldığı telefon çalıyordu arada bir. Son çaldığında, küçük kızı, Semra, bir öğretmenle evliydi,”gelemeyiz baba bundan sonra, sen gel, bazı bizde kalırsın, bazı diğer ablamlara gidersin. İdare edeceksin artık. Gelmesen de sen bilirsin” demişti. Tabi kendi bilirdi. “Şimdi anneniz olaydı,”dedi. Telefonu kapattıktan sonra. Kapıya kilidi vuracaktı. Kalmanın bir manası yoktu.

Yan odaya geçti. Yattığı karyolanın altına koyduğu sandığı çekti ortaya. Sanki bu sandıkta yıllardır sakladığı bir define vardı şimdi onu çıkaracaktı. Kapağını açtı. İçinden çok hoş bir koku yayıldı odaya. Bu kokuyu tanıyordu. Eşi ile birlikte gelmiş, fakat O’ndan sonra bu sandığının içinde öylece kalmıştı. Elini kenarında aşağıya doğru uzattı. Siyah çantayı çıkardı. Ağzını açtı. İçindeki bütün resimleri döktü önüne. Her resme teker teker baktı. 

İlk resim Gülşen’indi. Parlak ama siyah beyazdı resim. İlkokulu bitirdiği sene diplomaya yapıştıracaklardı. Onun için okulun bahçesine gelen fotoğrafçı çekmişti. Nasılda gülmüştü. Adam bir yere kafasını sokuyor, içerde dakikalarca kalıyordu. Sonra al sana resim. O yıllarda bir sihir gibiydi ama oluyordu. Baktı. Baktı. Yanına ikinci kızını koydu. Semiha. Ve Semra. Ne güzel üçü bir aradaydı. Tıpkı yıllar önce olduğu gibi. Kalanları karıştırdı. Anneleri olacaktı. Ama yoktu. Ayağa kalktı.”Kızlara sormalıyım dedi. Telefona yürüdü.

Karşıda sesi duyar duymaz bekleyemedi. Annenizin resmi yok. Bulamıyorum dedi. Küçük kızıydı telefondaki. “Bunun için mi aradın dedi. Semiha’ya sor. Kapattı telefonu. Sonra diğerlerine sordu. Cevap hep aynıydı.”Bunun için mi aradın.”Cevap veremedi. 

Dizlerinin üstüne çöktü. Karısının resmini bulmuştu.
“Gitmeyeceğim Makbule, dedi.”ben bu evi bırakıp kızların yanına gitmeyeceğim. Son söylediğini hatırlıyorum. Çocuklara iyi bak demiştin. Baktım. İki gözüm önüme aksın ki baktım. Hiçbir eksikleri olmadı. Biliyor musun? Gönülleri kime düştüyse onlarla evlendirdim Makbule. Gülşen’i, sen tanırsın. Kapı komşumuzu n oğluna verdim. Gözümün önünde olsun diye. En uzağa o gitti. Nereden bilecektim. Kızma Makbule. Elimden geleni yaptım. Semiha da uzağa gitti. Ama Semra ile evleri yakınmış. Önceleri mektup yazıyorlardı. Çok değişti makbule. Görsen tanıyamasın.”Bunu söyleyince, birden kendine geldi.”Nereden göreceksin. Benimkisi de iş mi yani?
“Semra diyordum. Kocası öğretmendir. Semiha’nınkini sorma bilmiyorum. Devlet işi diyorlar. İyi anlaşılan. Büyüğü zaten fabrikada çalışıyor. Yarın sabah gidecektim. Her şeyimi hazırladım. Sende öyle deyince,gitme dedin değil mi?

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi