ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 05-10-2022 04:04

E. C...

Yazan: İsmet Acı - E. C

E. C...

E.C.            

Alımlı kızıydı köyün. Uzun saçlarına şiirler yazıyordu köyün delikanlıları. Ay ışığı düştüğünde harman yerine, bir koşu çeşmenin başına varıyordu ikisi birden, kollarında bakır güğümlerle. Aslında dertleri eve su götürmek değil, birkaç dakikalığında olsa bir birlerinin gözlerine bakıp gülümsemekti.     

Şeker tadında yayılıyordu, sevgileri kalplerine. Yokuş çıkan ihtiyarın zorlanması gibi zorlandı ay, önündeki tepeyi devirip düzlüğe düşürmek için ışıklarını. Sonunda başardı. Çeşmeye vurdu ay ışığı. Yan yana oturuyordu ikisi,Esma’nın elleri Cemil’nin avuçlarının içindeydi hafifçe terlemiş şekilde. Bakır güğümlerin parlaklığına düşen ay ışığı yansıdı kara gözlerine Esma’nın. Kavak ağacının yaprakları dans etti efil efil esen rüzgârın önünde. Bütün cesaretini topladı Cemil. Kaç yıldır bakışmak ve tebessümden ibaret olan sevgisini bu muhteşem gecede kelimelere dökecekti.  

Geceyi seyrettiler bir süre. Zamanları kısıtlıydı, biraz sonra Esma’nın annesi kesin  kapı önünden seslenecekti. “Nerede kaldın kız? Ayağına taş mı bağladılar.”diye. Annesini kaybetmiş yavru tay gibi huysuzlandı bir ara. “Gitmem lazım” diyerek kalkmak için yekindi.Avucunun içinde titreyen elleri sıktı Cemil,kalkmasını engelledi, sonra;  

“Esma,”dedi.
Esma az önce yüzüne baktığı Cemilden, gözlerini yavaşça ay ışığının aydınlattığı suyun yarattığı yakamoza kaydırdı. Sonra önüne baktı.Ne diyeceğini tam olarak kestiremese de tahmin etmekteydi. 
“Efendim,”dedi.
“Sana bir şey söyleyeceğim. Şimdiye kadar çoktan söylemeliydim. Ama biliyorum ki, saçlarına şiir yazan yalnız ben değildim. Başkaları da vardı. Önemli olan bizim yazdığım şiirler değil. Senin kimi tercih ettiğin önemliydi. Sabrettim öğendim.”
“Kimmiş bakayım,”dedi Esma.
“Bak. Tam karşında.”

Köy yerinde çamurlu da olsa eller ayaklar, kirlenmeyen, yürekler var. Bir yürek bir başkası için atmaya başladı mı…Gayri ölümüne sevmektir bu. İçlerine karşılıklı olarak düştüğünde bu sevgi tohumu, çimlendiğini belli etmek için bu geceyi beklemişti anlaşılan.
“Esma, seni seviyorum,”dedi Cemil. Duyulur duyulmaz, bir tonla. “Ben de,”dedi, Esma. Kavak yapraklarının dansı hızlandı. Dans dışı kalan yaprakları, esen rüzgâr dalından aldı önlerine indirdi.    

Dile düştüğünde aşkları, sürekli olmaz diyen Esma’nın babası, ne duydu ne bildiyse,”gelsin istesinler,”dedi,annesine. O sabah köyü bütün ağaçlarının dallarını dolduran serçeler, karakuşlar, saksağanlar, Esma ile Cemil’le birlikte uçtular.  

Cemil, evlerine yakın ormana koştu. Sesi çıktığı kadar bağırdı. “Yeryüzü duy beni. Engel kalmadı. Esma ile evleniyorum. Babası çıktı aramızdan. O’nu alıp herkesin, gitmek için can attığı İstanbul’lara götüreceğim. Duyun beni, benimle birlikte uçan kuşlar.” Cebindeki çakısını çıkardı.  

Kocaman köknar ağacına, iki harf çizdi. E.C. Tarih attı. Tarih, o günün tarihiydi. Yirmi altı Haziran bin dokuz yüz yetmiş beş.    

Kar yağıyordu tepelere, alçaklara yağmur. Kasım ayı kıştı artık. Bir siyah valizle çıktı Esma ile Cemil evden. Uğurlamaya gelmişti. Esma’nın annesi, babası, küçük kardeşi bir de yakın komşuları. Komşulardan biri;
“Önümüz kıştır. Keşke baharı bekleseydiniz. Gitmek için o koca şehre.”dedi. Boynunu büktü Cemil’in babası. Gönlü razı değildi gitmelerine.”Ben de, dedim amma,”diyebildi ancak. Badanaca tutulup, sağa sola kayarak çıktı minibüs rampayı.   

Hemşerilerine yakın bir gecekonduyu kiraladılar İstanbul’a geldiklerinde. İşe gittiğinde Esma’nın canı sıkılmaz komşulara gider diye. Oğulları, Akın bu gecekondu da doğdu. Bir soğuk, bir sıcak. Kömür o kadar yok ki yakabilsinler. Pazara da çıkamaz oldular bir ara. Cemil öksürmeye başladı. Bir de gece terlemeleri çıktı.    

Cemil, düzenli çalışamadığından, yük Esma’ya kaldı. Esma işe başladı on yedi katlı bir binanın, on ikinci katında, evin hanımına yardımcı olarak. Bir ilkokul diploması ancak bu kadarına yetmişti. Sokak lambasının ışığı, evin elektrikleri kesildiğinde aydınlattı gecekondunun en büyük penceresinden odanın içini.
“Esma,”dedi Cemil.’Ne var,”dedi avazı çıktığı kadar.”Devam etti. “Bu ışık bana köyde, çeşme başında seninle buluştuğumuz o anı hatırlattı.”
“iyi,”dedi, aynı tonda Esma.

Köyde, çamurluda olsa, eller, ayaklar, yürek sevdi mi ölümüne sever, sözü burada yavaştan ıslaklık kurur gibi kuruyup çekiliyordu yüreklerden.

Cemil işe gidemeyecek kadar hasta olduğunda, karısının yolunu gözledi yola bakan pencerenin camında. Yüzünü görmese de ayak seslerinden tanırdı gelenin Esma olduğunu. Akın girdi eve, annesinden önce.”Baba,”dedi. “Okulda para istiyorlar.”Annesi, kapatırken kapıyı.”Söyleseydin oğlum. Babam kazanınca vereceğiz.”Sonra kocasına doğru döndü.”Kazanmasını istemem, kazancımıza ortak olmasa.”dedi.

Bu cümle, odanın içinde dolandı, dolandı, Cemil’in yüreğine ok gibi saplandı.”Haklısın,”dedi karısına.
“Bir ben olmazsam, ne eksilir ki bu koca şehrin nüfusundan.”Bu cümleyi kurduktan beş yıl sonra ayrıldı çok sevdiği Esma’sından, oğlu Akın’dan. Bir daha geri gelemeyecek bir yolculuktu onun çıktığı    

Yatağının altındaki kahverengi ajandayı oğlu aldı. Annesine göstermeden. Tamamı dolu değildi. Ama çok şey yazmıştı.
“Oğlum, bir gün babanın doğup büyüdüğü köye gidersen. Gitmeni çok isterim. Orada kocaman bir köknar ağacı var. O ağaca dikkatle bak. Orada iki harf göreceksin. Aslında o iki harf değil. Benim ve annenin, bir heves uğruna geldiğimiz şehre gelmeden önce çektirdiğimiz, mutluluğumuzun resmidir. E.C.
(Baban) 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi