ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 07-10-2022 18:44

Dut Ağacı

Yazan: Nevin Bahtışen - DUT AĞACI

Dut Ağacı

DUT AĞACI 

Ali dayı, yavaş adımlarla ilerliyordu, cami avlusunun kapısına doğru. Gıcırtıyla açtığı kapıyı kapattı ve ellerini arkasında bağlamış yılların yükünü taşır gibi yürüyordu. Bu kadar yıl birçok şey gören, şahitlik eden gözleri fıldır fıldırdı.

Cemil’i gördü. Hınzır bir gülümseme yayıldı, yılların kırıştırdığı, çizgilerle dolu yüzüne. 
Cemil, cami bahçesindeki dut ağacının altında, güneşin; dallarının arasından süzülen ışık oyunları ile oynuyordu. Sinekler, etrafta uçuşuyordu, olgunlaşıp yere düşen dutlara konuyordu arsızca. Çıkarttıkları vızırtılı sesleri doğaya karışıyordu.

Hızır dede, ömrünü adamıştı caminin işleri için her sabah kuş cıvıltısı eşliğinde cami avlusunu süpürüyordu. Ayaklarını sürüye sürüye bir ölüm kalım meselesiymiş gibi caminin işlerini yapmaya çalışıyordu. Ayakları eskisi gibi itaat etmiyordu oysa ruhu çok şey istiyordu.

Belinin kamburu çıkmıştı, ya geçmeyen ağrılara ne demeli? teslim olmayacaktı, yıllar içinde hayatını sinsice sömüren şeylere. Daha bir şevkle yapmıştı işini, sanki can buluyor, hayat buluyordu camiyle ilgilenirken. 

Güneşe karşı olgunlaşmış, sabırsız dutlar, temizlenmiş yere pat pat diye düşüyordu. Sinekler, Cemil’e aldırmadan uçuşuyordu, Cemil’in de onları aldırmadığı gibi.
Ali dayı, yolunu şaşırmış gibi Cemil’in yanına gelmişti.
— Cemil, hayırdır canın dut mu yemek istedi?
Tam gözüne gelen güneşten korunmak için gözlerini kısıp baktı.
— Ali dayı, dut yemek istiyorum ama hepsi çok yüksekte alamıyorum.

Yaşlı adam, dalın birine uzandı, en olgunlarını tek tek aldı Cemile verdi. 
Ağzına doldurduğu dutları yemekte zorlanıyordu, balını eme eme ağzını şapırtadarak yiyordu. Burnundan akan sümükleri kolunun tersiyle silmişti.Yerinde duramıyormuş gibi ışık huzmelerinin birinden diğerine koşuyor, Ali dayının elinde hazır beklettikleri dutları ağzına tıkıyordu, sanki acelesi varmış gibi.
Cemil, ağzı dolu konuşamıyordu, sen de ye der gibi işaret ediyordu, Ali dayıya.

Duvarları yer yer yosunlanmış, boyası, dökülmeye yüz tutmuş caminin küçük minaresinden ezan sesi yükselmeye başlamıştı.
Ali dayı kaplumbağa hızında, caminin kapısından içeriye süzüldü.

Cemil, son ana kadar arkasından baktı. Yanından geçen yaşlı amcalar başını okşayıp geçiyordu. Etrafında uçuşan sinekleri kovalar gibi ellerini salladı. Caminin kapısından içerimi girse, bahçenin kapısından dışarımı çıksa kararsız bakıyordu. 

Cemil diye seslenen arkadaşlarını duydu, yapması gerekeni hatırlamış gibi baktı cami bahçesinin kapısına. Kararını vermişti, arkadaşlarının yanına gitti.
Mutluluklarını yakalamak istercesine koşuyorlardı.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi