KİTAP ANALİZİ
Giriş Tarihi : 02-02-2023 23:53

Dicle'nin Dibindeki Revolver

Yazan: Hakan Cucunel -DİCLE’NİN DİBİNDEKİ REVOLVER

Dicle'nin Dibindeki Revolver

DİCLE’NİN DİBİNDEKİ REVOLVER

“William Spackman da bunu yapmak zorundaydı. Diğer arkadaşlarına uzunca baktı. Ve çok sevdiği Revolver’ini, deri kılıfından çekti. Parlak yaz güneşi altında parıltısını izledi. Büyükçe bir kayanın üzerine koydu, son bir defa hayranlıkla baktı. Yakınında duran irice taşı iki eliyle kavrayıp yukarı kaldırdı. 

Vücudunda kalan son kuvvetle tabancasının üzerine vurdu. İlkin pek zarar veremedi. Sonra tekrar, tekrar vurdu. En yakın dostuna ihanet ediyormuş gibi hissediyordu. Yine vurdu.

Tabancanın önce ahşap kabzası dağıldı. Yine vurdu. Pimleri yamuldu. Var gücüyle bir daha.  Yayları etrafa saçıldı. Bütün gücü tükenene kadar vurdu. Çirkin bir yaratığa dönüşen gövdeyi eline aldı. Ona daha fazla bakmak istemiyordu. 

Dicle Nehri'nin sularına baktı ve aylardır belinde, kendisine güven ve gurur veren dostunu Dicle’nin bulanık sularına fırlattı.”

147 günlük kuşatma sona eriyordu. Özgüveni yüksek İngilizler, hasta bir devletin ordusuna yenilmeyi hiç beklemiyorlardı. Biri, bu olanları onlara söylemiş olsaydı herhalde gülüp geçerlerdi. Ama teslim olma koşullarını konuşmak üzere Türk birliğinin yanına giden General Towswend’i gördüklerinde, olanlara inanmak zorunda kaldılar. 

İngilizler, Türklerin eline geçmesin diye ellerindeki topları patlattılar, mermileri, kılıçları, bıçakları kalan bütün cephaneleri tüfeklerin mekanizmalarını, erzaklarını ve daha birçok şeyi Dicle Nehri'ne attılar. İşe yarayabilecek her malzemeyi bir araya getirip yaktılar. 

Şimdilerde bilen çok azdır. İngiliz Meclisi tarihi boyunca yalnızca iki olayı soruşturmuş ve nedenini anlamaya çalışmıştır. Bunlardan biri Kut’ül Amare yenilgisidir. İngiliz savaş tarihinin en kötü ikinci yenilgisi olarak kabul ettikleri bu savaş, bir zamanlar ülkemizde Kut Bayram'ı olarak kutlanıyordu. Zaferin sahibi şanlı Türk Ordu'su ve elbette Halil Kut Paşa'dır. Sonraları, bu bayramın kutlanmasından nedense vazgeçilmiş. 

İngilizlerin kırılmasını veya üzülmesini istememişler belli ki.

Birinci Dünya Savaşı'nda Türk ordusu yenilmiş olsa da destanlar yazmaya devam etmiştir. 

Kut’ül Amare’de beklemedikleri bir direnişle karşılaşan İngilizler, 147 gün boyunca direnmiş ve sonunda teslim olmuşlardı. Zaten teslim olmasalardı açlıktan ve hastalıktan ölecek duruma gelmişlerdi. 

Kuşatmayı yarıp çıkamadılar. Ellerinde kalan bütün yiyecekleri tükettiler. Develer, inekler bitince atlarını ve ardından da katırlarını kesip yediler. Dizanteri, verem, sıtma, iskorbit hastalıkları her gün onlarca askeri öldürmeye başladı. İçecek suları yoktu. Geceleri Araplar, bulduklarını çalıp götürüyordu. 

Asker başına günlük 113 gram un, 170 gram et verilmeye başlandı. O kadar perişan ve yorgunlardı ki kaburgaları sayılıyordu.  

Görüşmelerin sonunda 12.000 asker ve 2500 İngiliz subayı teslim olmuştur. Bu sayılar İngiltere için büyük bir utançtır. Bu sayıda esir ve üstelik binlerce subay da içlerinde.İlk paragrafta kurgulamaya çalıştığım cümleler muhtemelen gerçeğe yakındır.

Teslim olan subaylardan biri de askeri Doktor William Spackman’dır. Tam otuz ay boyunca Türklerin arasında kalan Spackman, gözlemlerini, yaşadıklarını ve duygularını son derece başarılı bir şekilde kaydetmiştir. 

Ülkesine dönünce de bir kitap haline getirdiği anılarını yayınlamıştır.

Bir İngiliz askerin gözünden Türkler, Türk komuta kademeleri, Kut, Samarra, Bağdat, Musul, Konya, Kütahya izlenimlerinin aktarıldığı bu değerli kitabı okurken unuttuğumuz Kut Bayramı'nı düşündüm. 

Yukarıda da belirttiğim gibi İngiliz Meclisi Kut Yenilgisini araştırmıştır. Kendi tarihleri için bir utanç saymışlardır. Utanç olan diğer yenilgileri ise elbette Çanakkale’dir. Yani Arıburnu, Conkbayırı, Anafartalar’dır. Birinin kahramanı Halil Kut Paşa, diğerinin kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Derin Türk Ömer’in özenli çevirisi ile kitap daha da lezzetli oluyor. Derin Beyin “Busbeq’in Türk Mektupları” da yine aynı lezzette ve değerde bir eserdi. 

Kitabı okurken aslında başka bir ülkede olsa bu zaferler ders olarak okutulur, diye düşündüm. Çanakkale, 

Kut' ûl Amare kadar Medine Kahramanı Fahrettin Paşa da bir derstir. Ve daha nice dersler vardır öğrenmek ve öğretmek istesek.

Bir İngiliz subayı olarak Spackman, otuz ay boyunca Türklerin arasında kalıyor. Bu süre boyunca bir defa bile hırsızlıktan, soygundan, talandan ve cinayetten söz etmiyor. Kitap boyunca Türkleri anlatırken

“Türkler kahramanca bir cesaretle taarruza geçtiler.(s.26)

“Kahraman Türk Askerine…(s.27)

“Türklerin yenilgiyi kabul etmeyen bir azimle savaştığı…(s.30)

“Çılgın cesaretli Türkler…(s.40) cümlelerini kullanıyor. 

Tamamını yazsak sayfalar tutar. 

Yazar, ilginç bir şekilde Türkçe'den de övgüyle söz ediyor. Kendisi İngilizce ve Fransızca bilmektedir. Ve Türkçe'nin çok köklü ve sağlam yapılı bir dil olduğunu tekrar tekrar söyler. Öğrenilmesinin kolay olmasını da kurallı oluşuna bağlar. 

Doktor Spackman, Türkiye’de geçirdiği zamanını İzmir limanında sonlandırır. Birinci Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra başlayan Kurtuluş Savaşı'mızdan ve Atatürk’ten övgüyle söz eder. İzmir’in yakılması olayından ise bizdeki bir takım neo-libereallerin, çeyrek aydınların, yarım solcuların ve sözde gazetecilerin tersine Yunan ordusunu sorumlu tutar.

Anıların içinde 1918’de yaşanan İspanyol Gribinden de söz edilir. Yazar yıllar sonra 1967 yılında ülkemize yeniden gelir ve anılarını tazeler. Anıları okurken neredeyse yazarın yaşadığı yıllara gitmiş gibi oluyoruz. O yılların koşullarını, zorluklarını anlıyoruz. Ve içimizden şöyle geçiyor. Keşke İngilizler de Mısır’a götürdükleri Türk askerlerine aynı özen ve nezaketle davransalardı…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi