ANI
Giriş Tarihi : 29-10-2022 23:56   Güncelleme : 30-10-2022 00:07

Cumhuriyetin Değerini Bilmek

Yazan: Hamdiye Özer - CUMHURİYETİN DEĞERİNİ BİLMEK

Cumhuriyetin Değerini Bilmek

CUMHURİYETİN DEĞERİNİ BİLMEK

Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yaklaşırken çocukluğumun önemli bir bölümünde bütün tazeliğiyle yatan, masal yerine dinlediğim gerçek öyküler, o günden bu yana tüm canlılığını  korumaktadır ve ben her yıl tekrar tekrar yaşarım. 

İşte yine Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yaklaştı ve ben yine o, zamanlardayım.     

Çocukluğumuzda uzun kış geceleri masal dinlemek istediğimizde, bazen annemiz, bazen babamız, bazen de ninemiz, aynı heyecan içinde, ara sıra gözleri büyüyerek, ara sıra ürperip titreyerek, hatta bazı bölümlerini ağlayarak yaşadıkları gerçek öyküleri anlatırlardı. Biz de korku ve heyecan içinde gece yarılarına kadar dinlerdik. Sonra "vakit çok geç olmuş, hadi yataklarınıza." diyerek anlatmayı keserlerdi. Biz bir süre yerimizden kalkmak istemez yalvaran bakışlarla hadi gene anlat dediğimizde de: 

— Hadi bakalım, marş marş yataklarınıza diyerek, uyumaya gönderirlerdi bizi. 

Bir süre uyuyamazdık. Anlatılan o sahneler gözümüzün önünde canlanmaya devam ederdi…

Bazen önce ninem başlardı anlatmaya:
- Bizim köyümüz çok güzeldi o zamanlar. Zenginimiz vardı, çok fakirimiz yoktu. Toprağımızı rahat rahat işler, harmanımızı kaldırır, ürünümüzü ambarımıza koyardık. Mutlu, memnun yaşayıp giderdik. Herkes birbirini sever, sayar, zor günlerimizde birbirimize yardımcı olurduk. Güzel günlerdi o zamanlar…Ama memleketin hali bozulup savaşlar başlayınca iş öyle olmadı. Üzüntü, korku, endişe, her gün arttı, darlık ve akla gelmedik sıkıntılar yaşamaya başladık. Düşmanlar güzel topraklarımıza göz diktiler. Birbirleriyle anlaşıp memleketimize saldırmaya başladılar. Uzak topraklarımızı elimizden aldılar, yakınımıza kadar geldiler.

Mustafa Kemal Paşa diye bir büyük kahraman çıktı ortaya. Toplayabildiği kuvvetlerle karşı durup savaşmaya başladı. Ama düşman memleketi doğudan, batıdan güneyden, kuzeyden sarıp işgal etmişti. İç kısımlara doğru yürümeye başladılar. Dış düşmanlardan başka bir de memleket içinde hainler birleşip çeteler kurdular, memleketi bölmek için savaşıyorlardı. İçimizdeki azınlıkların bazıları düşman tarafına geçip, aleyhimize casusluk yapıyorlardı. Dönemin devleti, hükümeti görevini yapamaz olmuştu. Hatta düşmanla anlaşanlar vardı, makamını ve kendini korumak için. İşte bu zamanlarda bizim Trakya’mıza, il, ilçe, köylerimize ve illerimize de girdi düşmanlar.

Bir defasında Bulgarlar, bir defasında Yunanlılar işgal edip çok zulüm yaptılar, çok canlar yaktılar, işkence ettiler. Malımızı, mülkümüzü, yiyeceğimizi aldılar elimizden. Aç kaldık, susuz kaldık. Korku içinde uyku yüzü görmez olduk. Korkudan ormanlara kaçtık, saklandık. Yakaladıkları yerde, dövdüler, öldürdüler insanları. 

Ninem yorulunca annem başlardı anlatmaya: 

"Bir keresinde" diye,başlardı annem, gözcülük yapan çocuğun: 

— Geliyorlar! Çabuk kaçın! Saklanın!… Çabuk, yaklaştılar, diye feryadını duyan herkes panik içinde eline ne geçirebilirse  ormana doğru kaçardı.

O gün de öyle yaptık. Sağa sola kaçışmaya başladık. Ben benden dört yaş küçük amcamın oğlu yerde şaşkın şaşkın ağlayan Süleyman’ı sırtıma alıp koşmaya başladım. O zaman da 12 yaşındaydım sanırım. Düştüm düşeceğim derken bir de arkamdan sular süzülmeye başlamaz mı…Süleyman arkama çiş yapmıştı korkudan. Güç bela ormana daldık. Evlerimizi talan eden gavurlar, kaçamayanları dövmüş, karşı çıkıp savaşmak isteyenleri yaralamış, ölenler de olmuştu. 

İzbandot gibi adamlar alacaklarını aldıktan, yapacaklarını yaptıktan sonra yine  dört nala atlarla uzaklaştılar. O gün eve dönemedik, korkudan geceyi ormanda geçirdik. Ertesi gün korka korka eve geldik ki, içler acısıydı her yan. Pis ayakları, çizmeleriyle her yeri çiğnemiş, süngüleriyle bıçaklarıyla delik deşik etmişler yatak, yastık ne varsa… Yemiş, içmişler hiç bir şey bırakmamışlardı.

Ertesi akşam yine ninem aldı lafı: -Bizim, korkusuz bir gözcü çocuğumuz vardı  köyümüzde.  Adına  öksüz Memet derdik. Babası savaştan dönmemiş, anası ince hastalıktan ölmüştü. Gariban oğlan amcasının yanında kalıyordu. "Ah!" derdi, "beni bir askere alsalar!  Mustafa Kemal Paşa'nın yanında savaşır bütün düşmanları gebertirdim."

Çıkar yolları gözlerdi. Gavurların geldiklerini görünce hemen bağırmaya başlar, haber verirdi köylüye. Çok çevikti, tren gibi koşardı yavrucak. Bizden önce dalardı ormana. 

İşte yine Memed’in feryadı yayılınca köye, herkes fırladı yerinden bu kez pek bir şey alacak zamanları da olmamıştı. 10 gün kadar ormandan çıkılamadı, açlıktan bayılanlar olmuştu. Ot yiyorduk, kök yiyorduk. Bu arada birimizin köye gidip bir şeyler alması gerekiyordu yoksa açlıktan ölecektik. En yaşlısı, tecrübelileri bendim. Ninem:
—Ben gideyim bari. Sine sine gittim, baktım kimse yoktu. Eve girdim. Bir çuval buldum, yiyecek ne bulduysam doldurdum. Giyecek bir şeyler de aldım. Bir de aklıma geldi, sandığımı açıp içinden altın, para, değerli ne varsa çuvala doldurdum. Hızla dışarı çıktım. Sırtımdaki ağır çuvalla gidebildiğim hızla ormana yöneldim. Tam yaklaştım, yoldan ormana sapacağım sırada arkamdan gittikçe yaklaşan nal sesleri duyunca; "Canımı bari kurtarayım." deyip sırtımdaki çuvalı attığım gibi kendimi de ormana attım. Olmamıştı, yapamamıştım, çok üzgündüm. Ama çaresizdim.en çok da beni ümitle bekleyenler için üzülmüştüm…Çoluk çocuk, yolumu gözlemişti.

Yine sıra anneme gelmişti:
 — Anne, dedi nineme, bizim Hatice gelinin kulağında elmas küpeleri vardı da istemişler vermeyince çekip almışlar kulakları parçalanmıştı. Boynundaki gerdanlığını açmadan çekmişler ensesi yarılmış, bir yıldan fazla iyileşmemişti. Zavallı Hatice gelin korkudan hastalanıp yataklara 
düşmüştü.
Ninem: 
—Dahası, daha kötüsü var, moru kızım, dedi ve ağlayarak anlattı. Vakıf İğdemir Köyünde ki bizim köye çok yakın bir köydür. Ninemin akrabaları, teyze oğulları, gelinleri, kızları o köyde yaşıyorlar biliyorsun. Gavurlar bir gece onların evine baskın yapmışlar ansızın. Kaçan kaçmış, kaçamayanı yakalamış sorguya çekmişler. Para pul, altın aramışlar. Süngüleri alıp gördükleri kapalı yerleri delik deşik etmişler. Ninemin eniştesi uzağa gidememiş sundurmanın başındaki buğday seçinin içine saklanmış. Süngüyü gelişi güzel buğday yığınının içine saplarken bedeni görünmüş ve onun bedenini orada delik deşik edip öldürmüşler. Kızlar çabuk davranıp fırlamış kaçmış, uzaklaşmışlar. Ama gelinin biri evin ikinci katına koşmuş onu gören biri peşinden koşmuş tam camdan atlayacağı sırada yetişip saplamış süngüyü. Gelincik çığlıklarla düşmüş pencereden hemen oracıkta can vermiş…

Bu işkencelere, bu mezalime yurdun her yanında rastlanıyordu. Milletin canına yetmişti. Millet çok yılgın ve gezgindi. Bir çıkış olmalıydı. Ama nasıl?..

Ninem gözyaşlarını silerken, birden gözleri parladı: --Biz, o dev adam, Mustafa Kemal olmasaydı ne yapardık?..Onu bize Allah gönderdi. Hepsine yetti. Hep oğullarımızı yanına gönderdik, aç, susuz, çıplak savaştılar, bütün kafirleri kılıçtan geçirdiler, her tarafta ezdiler yok ettiler. Denize döktüler.

Kafirler kaçmaya başladı, kaçarken de çok canlar yaktılar. Kurtulduk ama düşman çizmesiyle çiğnenmiş, yıkılmış yakılmış, harap bir vatan, yoksul, aç bir millet kalmıştık arkada…O dev adam, Mustafa Kemal yorulmadı, yılmadı, yine önderi oldu milletin, güç verdi kuvvet verdi yorgun millete. Milletimiz onun sayesinde kendine geldi. Büyük bir gayret ve hızla elbirliğiyle çalışıldı. Ülkemiz dış düşmanlardan temizlendikten sonra, ülke içindeki hainler cezalandırdı. Sonra artık, eskimiş, demokratik olmayan devlet ve hükümet kaldırıldı. Milletin egemenliğine dayanan, milleti bir hükümdara boyun eğmekten kurtarıp özgür iradeleriyle, yasalara dayalı yönetim oluşturmak gerekiyordu. İlk adım, Millet Meclisi açıldı 23 Nisan 1920’de. Sonra da 29 ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.

Cumhuriyet yönetiminin, Türk Milleti’nin ruhu için en uygun bir yönetim şekli olduğunu biliyordu Mustafa Kemal. Bu yönetimin ışığında, Mustafa Kemal’in önderliğinde Türk Milleti kısa zamanda toparlandı, ilerledi ve bugünkü duruma geldi. Ya…sevgili yavrularım, diye devam etti ninem, işte biz, bu zorluklardan geçerek vatansız, esir bir millet olmaktan Mustafa Kemal’in sayesinde kurtulduk.

Onun önderliğinde, öngörüşü ve kahramanlığı sayesinde bu gün özgürlüğümüzü yaşayabiliyoruz. Türk Milleti de onun büyüklüğünü, değerini anlayıp ona “Atatürk” soyadını verdi. Türk Milleti Atasının gösterdiği hedeflere, yine onun açtığı yolda hızla ilerlemeyi, çağdaş ülkeler düzeyine çıkmayı başardı. O arada ben hızla ayağa kalkarak: 
--Ninemmm, ben büyüyünce Atatürk gibi olacağım. Hemen kardeşim: 
—Nine…ben de Mustafa Kemal Atatürk gibi olacağım. Sonra bütün çocuklar: — Heyecanla, bağırdık: 
—Biz de Atatürk gibi olacağız…Ninemin, annemin ve herkesin göleri parladı bize bakarken. Heyecanla, sevgiyle bakıyorlardı bize. Sonra ninem kollarını kocaman açtı bizi kucakladı ve: —İşte yavrularım, kızanlarım, kuzularım. O dev adam, o koca Türk, Mustafa Kemal Atatürk de sizden bunu isterdi. En önemli bayramı size bıraktı: 
--23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Herkesin gözlerinden Atatürk sevgisi okunuyordu. BEN ATATÜRK’Ü BÖYLE SEVDİM…

Ninem: 
— Kuzularım yarın CUMHURİYET BAYRAMI.  İŞTE BU BAYRAM HEPİMİZİN, bütün milletin EN ÖNEMLİ BAYRAMI. Milletçe onun değerini bilelim. Onu korumak için üstümüze düşeni son nefesimize kadar yapalım. Bizim varlığımız, egemenliğimiz, özgürlüğümüz ancak CUMHURİYETİMİZLE var olacaktır.

Haydi bakalım çocuklar uykuya… Yarın işimiz çok, herkesin görevi var…koştuk yataklarımıza…Sanırım hepimiz rüyamızda dev adamı, Atatürk’ü görecektik. Onunla öyle dolmuştuk ki…


         

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi