ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 07-06-2023 20:18   Güncelleme : 08-06-2023 17:49

Çeyiz / Ender Arslan

Ender Arslan -ÇEYİZ

Çeyiz / Ender Arslan

ÇEYİZ

Meftune tezgahtar bir kızken, henüz on sekizine basmamıştı ki bir talip çıktı izdivacına. Damat adayının işi gücü gayet yerindeydi. Dört kız ve iki ağabeyden oluşan kardeşler ordusu, aile reisi ve ağzı var dili yok annesi, cümbür cemaat pek yerinde buldular bu izdivacı. Hal böyle olsa da gönül başka türlü söylüyordu. Her sabah işe giderken otobüs durağında gördüğü ve hoşlandığı yeşil gözlü yağız delikanlı da ona karşı boş değildi. Tarık Akan’a hiç benzemese de yeşil gözleriyle onun Tarık’ıydı o işte. Belki de platonik bir aşk hikâyesiydi onunkisi ama ne fark ederdi ki?

Şu damat adayı da nereden çıkmıştı! Sürprizleri hiç sevmezdi aslında, hatta tatsız bir şakaydı sanki bu. Delik çoraptan çıkan baş parmak gibiydi, beklenmedik ve çirkin! Ama ne çare, yapacak bir şey yoktu. Birkaç gün sonra otobüs durağında bir kızla yakınlaşmış halde görünce Tarık’ını, içini bir hüzün kapladı. Çok sürmedi hüznü ama hırslandı. Babasının buyruğuna uydu ve hali vakti yerinde damat adayını kabul etmeye karar verdi.

Zaman içinde birbirlerini tanımaya ve alışmaya çalıştılar. Adam rahat biriydi ama bir tuhaflık vardı bu işte, henüz çözememişti ama yakında her nasılsa anlardı.
Bir sabah kanepedeki minderleri çıplak bulunca afalladı.
“Allah Allah! Ne oldu bu minderlere ya?” dedi ama evde kimse yoktu ki sesine ses versin!

Sonra banyodaki yünden ördüğü sabunlukların da kaybolduğunu da hatırlayınca, “Onlar benim çeyizimdendi…” diyerek üzüldü. Birkaç hafta geçti, daha da tuhaf şeyler olunca sorular sormaya başladı kocasına. Ama her seferinde terslenince tek başına çözemeyeceğine kanaat getirdi. Zaten çok acayip bir durumdu, nasıl anlatsa, kime anlatsa bilemiyordu.

Sonunda sokaktaki tabelada gördüğü ve bir kenara kaydettiği o avukatın telefonunu arayıp bir görüşme ayarladı. Tüm cesaretini toplayıp görüşmeye gitti, artık kararlıydı.

“Hoş geldiniz Meftune Hanım, şöyle buyurun.” dedi gülümseyerek orta yaşlardaki avukat.
“Hoş gördük” derken endişeli görünüyordu kadın. Önce eşarbını düzeltti sonra da eteğini topladı otururken.
“Meftune Hanımdı değil mi? Yanlış olmasın.”
“Evet evet, Meftune ben. Boşanma şeysi için başvuruda… Amaaan işte, görüşmeye gelmiştim de. Onun için yani. Rahatsız ettim sizi.”
“Estağfurullah efendim, rahatsızlık falan yok, işimiz bu. Peki mesele nedir? Yani neden boşanmak istiyorsunuz eşinizden.”
“Efendim; kocam olacak adam, çeyizimi yedi benim.”
“Neyi yedi? Anlamadım…”
“Çeyizimi diyorum, yedi diyorum. Bıktım bu adamdan artık yaaa…”
“Nasıl yani? Vallahi anlamadım. Biraz açıklar mısınız konuyu?
Kadın, bildiği yerden soru gelmiş öğrenci gibi rahatça anlatmak için tam pozisyon almıştı ki avukat araya bir soru daha soktu;
“Pardon ne içersiniz? Sormayı unuttum!”
“Zahmet olmazsa bir çayınızı içerim avukat bey.”
Adam telefonu kaldırdı, çay ocağının dahili numarasını tuşladı.
“Hah Ferit, bize iki çay ama biliyorsun benimki kâğıt bardakta olsun. Hanım efendinin bardağı için de geç kalma bak ha!”
Telefonu kapatırken kadına dönüp buyurun devam edin manasında kaş, göz ve bazı el hareketleri yaptı. Start verilir verilmez son sürat anlatmaya başladı kadın.
“Benim herifte bir hastalık mı neyin varmış; kumaş, yün, kadife falan buldu mu hemen kemirmeye başlıyor. Önce banyodaki yün bezler kayboldu sonra kırlentler derken sıra kadife koltuklara gelince iş çığırından çıktı.”
“Yok artık!” dedi avukat.

O sırada açık kapıdan içeri süzülen çaycı ışık hızıyla çayları bırakıp ortadan kayboldu.
“Anlayacağınız, önce çeyizimde yiyebileceği ne varsa bitirdi. Sonrası malum, evin içinde süne zararlısı gibi dolaşıp ne bulursa götürüyor bu herif. Boşanmak istiyorum avukat bey!”
Avukat, kadının anlattıkları ışığında neler yapabileceklerine dair hukuki değerlendirmesini kısaca anlatırken kadın da çayını yudumluyordu.
“Belki de bir tedavisi vardır bu hastalığın, hâkim böyle bir karar verebilir. Tedavi olması yönünde yani.”
“Tedavisi var mı ki avukat bey?”
“Bilmiyorum ama araştırırız. Bu arada bir çay daha alır mısınız?”
“Sağ ol avukat bey, çok içmeyeyim ben.”
Avukat gayet huzursuz görünüyordu.
“Yemiyorsanız alabilir miyim?
“Neyi?”
“O bardağı.”
“Ne diyorsun avukat bey, anlamadım vallahi!”
Avukat, uzanıp masanın diğer ucundaki bardağı kaptı ve kadının şaşkın bakışları karşısında kıtır kıtır yemeğe başladı.
“Belki de” dedi ağzı dolu dolu, “Tedavisi vardır, ne biliyorsunuz?”

Editör: Betül Eren 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi