BİR KİTAP: GEYİKLİ PARK / SUNAY AKIN
Yine birbirinden muhteşem ve tarihin karanlık köşelerinde kalan bilgileri kendi üslubuyla ziyafet eşliğinde bizlere sunan Sunay Akın'a çok teşekkür ederim. Kaleminiz daim, okurunuz bol olsun...
Bu güzel eserde bölümleri okurken bazı bölümlere kendi yorumunu da ekleyerek kendimce çıkarmış olduğum dersler oldu. Eserdeki bölümlerin yorumlarına geçelim ne dersiniz.
Çanakkale savaşının kaderini değiştiren en önemli olaylardan olan Nusret gemisini suya döşedikleri mayınlar neticesinde düşman gemileri bu mayınlara çarpıp denizin dibine gömülmesidir. Lakin pilot Cemal ve Mehmet'in Ertuğrul uçağı ile yaptığı uçuşlar neticesinde düşman gemileri tarafından toplanan mayınları farkedip bildirmesi sonucu Marmaris'te düşmanlar tarafından döşenen mayınların toplanarak sonra geri getirilip tekrar Çanakkaleye döşenmesi olayı ise fazla bilinmez. savaşın kaderini tekrar yazılmasına neden olan bu olay dönüm noktasıdır
Çanakkale Savaşı'nda mayınlar hakkında rapor hazırlanması için Amiral Guaprette tarafından görevlendirilen bir yüzbaşının raporunu olumlu bir şekilde hazırlaması sonucu gemilere hareket etme izni veren Generalin, gemilerin mayına çarpması sonucu birçok geminin kaybedilmesine neden olur.
Bu olay sonucunda Amiral ve heyetinin Yüzbaşı verdikleri ceza ise geminin bir direği asılarak idam edilmesidir. İdam edilen yüzbaşının en son söylediği ifade ise ; Baba, baba...
Amiral idam edilen Yüzbaşının babasıdır. Bir babanın, görevi ile babalık arasindaki yürek yaralayan bir tercih durumu…
Çanakkale'de yaşanan bir benzer baba olayı da Türklerde yaşanır. Çanakkale Savaşı'nda ilaç sıkıntısının fazla olması dolayısıyla Idareli kullanmak zorunda kalan doktor tedavisi mümkün olmayan yararlı askerlerin kaldırılip uygun bir yere kaldırılması talimatı verir. Doktorun önüne cepheden ağır yaralanan bir asker getirilir. Askerin yüzüne bakar bunu da gölgelik bir yere kaldırın der. Asker gözlerini sonsuza yumar, gözlerini yuman asker az önce kendisini gölgeliğe kaldırın diyen doktorun canpaesıdir.
Nice canlar nice fidanlar kara toprağa düşer. Anne, baba, evlat, eşlerin hayatları boyunca kanayan yaralar hep yasanır. Farklı tarafta iki farklı baba'nın evlat acısını farklı şekilde de Çanakkale'de görmekteyiz.
Eserlerde can alıcı bir cümle, bir paragraf, bir konu olur. Can alıcı başlıklardan biri de "Fransa üniforması altındaki" başlıkta ele alınan Fransa Devleti'nin I. Dünya Savaşı'nda Anadolu'da bulunan Ermenilerin Fransa üniforması giyerek Anadolu'da savaşmaları ve hayatını kaybetmeleridir. Neredeyse bir asır geçmesine rağmen başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde Osmanlı'nın (Türkiye'nin) ermenilere soykırım yalanı ile söyleyip durmaktadırlar. Kendi meclislerinde dile getirirler, kendi yalanlarını kendilerinin de inanmadığını, yaptıkları anıtlarıyla tescil etmiş oldular. Kendi kendilerini lades ettiler.
Sahte evraklar ile insanların yerine geçip o ınsanlarin imkanlarından faydalanırlar. Geçenlerde televizyon haberlerinde gözüme takılan sahte doktorun yakalanması olayı oldu bu doktor yakalanmasa belki birçok insanın hayatına mal olacak durumlar yaşanabilir. Nereden geldim derseniz bu olaya eserde geçen sahte pilot olayından bağlantı kurarak geldim. Almanya'dan gönderilen pilot Baumers lakin gönderilen pilotun yerıne şoförü sahte evrak hazırlayarak pilotun yerine geçer Çanakkale'de Savaş meydanlarında yerini alır. Dua edelim ki bu gelen sahte pilot uçmayı bilmemekte ve onun yerine kendi yerine Cemal efendi ve Mehmet efendi Ertuğrul uçağındaki görevi yaparlar. Eğer bu sahtte pilot uçmayı bilseydi uçabilseydi belki de Çanakkale'nin kaderini değiştirecek olan bu başarı elde edilmeyecektir yanlış bilgilerle bir devletin çöküşüne bir milletin yok oluşuna sebep olabilecekti.
Savaşlar hep yıkım getirir. Çıplak gözle görülen yakımlarının yanında göremediğimiz yıkımlarda vardır çocuklar ve kadınlar savaşın görünmeyen yüzleridir. Çanakkale Savaşı'nda bir çocuk başlığı altında bir çocuğun ve annesinin yaşadıklarını ve sonraki süreçlerde ruhsal hayatındaki değişimlerin neler olduğunu bir kez görmüş olduk. Ruhsal hayatları boyunca devam edin hem kendilerinin hem de yaşadıkları toplumunda etkilendiklerini bir kez daha şahit olmuş olduk
Minnet ve rahmet ile anacağım insanlardan biridir Cavit Çav. Türkiye'nin kalkınması için gece gündüz demeden çalışan, ilklerin başlangıcı görevini üstlenen, imkânsızlıklar içerisinde büyük başarılara imza atan büyük bir iş adamı.
Devlet ve millet söz konusu olduğunda tüm imkânlarını seferber edebilen eğitime ve bilime büyük katkılar sunan yüce gönüllü insan. Hayat bir şekilde Cavit Bey'i de cıkmaza sürükleyerek elindeki mal varlığını kaybetmesinden dolayı borç batağına saplanır bu dünyada gözlerini yummadan önce kimseye borçlu kalmamak için mal varlığını satarak tüm borçlarını öder ve borcum yoktur kağıdını alır, bu şekilde gözlerini hayata yumar. İnsanların mallarını haksız yere alarak kendilerine mal biriktiren, kul hakkına el uzatan insanlara da bir ders olur. Cavit Çav demiştik bilime öyle aşıktır ki Tıp öğrencilerinin eğitimi için tüm organlarını ve bedenini eğitime bağışlar.
Tekrar rahmet ve minnetle anıyorum.
Kral II.Friedrich bir saray yaptırmaya karar verir, yaptıracağı yerde bir değirmen vardır. Sahibinden ister. Lakin değirmeni satmaya yanaşmayan değirmenci teklifi geri çevirir. Değerinden fazla değer vermelerine rağmen yine de kabul etmez değirmenci teklifleri. Kral buna çok sinirlenir değirmenciyi yanına çağırır benim kral olduğumu bilmiyor musun der. Değirmenci soğukkanlı bir şekilde cevap verir. Sizin Kral olduğunuzu biliyorum der. Kral istesem ben bunu senden her şekilde alırım der. Değirmenci ise Berlin'de hakimler var Sayin Kralım diye cevap verir...
Adalet terazisi herkes için eşit olduğu zaman hiç kimse hiç kimsenin hayatına müdahale edemez güçlü zayıf ezemez. Bir devletin dini adalettir Adalet şaşırsa devlette bütünlüğünü kaybeder yok olmaya mahkum olur. Nice devletler vardır ki adaletsizlik üzerine devam ettikleri i için tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.
Bu eserde değineceğim ve minnetle anacağım bir diğer isim de Türkan Saylan hocadır. Ülkemizin yetiştirdiği nadir Bilim insanlarından bir tanesi olan hoca eğitime, bilime ve kız öğrencilerin okuması için Kardelenler deyip o Kardelenler için tüm imkanları seferber eden koca yürekli bir insan.
Türkan Hoca tıpta öğrencilik yıllarında cüzzamları incelemek için bir öğrenci grubunda bulunur.
Başlarında bulunan hoca cüzzam hastalığına yakalanan hastalara yaklaşmamalı şeklinde ifadede bulunur Türkan Hoca söylediği tarihi cevapla hastalığın kaderini değiştirir" hayvanat bahçesine mi gidiyoruz ne demek uzak durma Biz Doktor olmayacak mıyız hastaya uzak durulur mu diyerek dert yanar." cüzzamlık hastalığı üzerinde çalışmalara başlar En sonunda ise tedavisini bulur.
Hocalık döneminde kendi öğrencilerini alır yine cüzdanlarının yanına getirir onlarla birlikte insanlara dokunarak tedavilerini gerçekleştirir tekrar bu koca yürekli bilim insanı Türkan Saylan hocamı rahmet ve minnetle anıyorum.
Müzeler, Türk toplumunun hafızasıdır. Geçmişi geleceğe taşıyan bağlantılarıdır. Zaman tünelinde yolculuğa bir çıkıştır. Geleceğe açılan kapısıdır . Hafızasını koruyamayan milletler zamanla başka milletlerin hafızasına teslim olurlar benliklerini kaybederler.
Gelecekte sağlam temeller atabilmek için müzelerimize gerekli özenin gösterilmesi ve bununla beraber maddi kaynakların en üst seviyede arttırılması gerekir müzeler bir gelir kaynağı değil yeni neslin geçmiş nesil ile bütünleşmesi için bir buluşma noktası olması gerekir.
Ertuğrul Fırkateynindeki askerler farelerden muzdaripdirler. Bir türlü çözümünü bulamadıkları bu sorunu Çinlilerle karşılaştıklarında sorunun çözümüne ulaşırlar. Çözüm yollarını şöyle ifade ederler 10-15 fare yakalanıp bir tel kafese kapatılıp sadece su verilmesini önerirler aç kalan fareler kendi hemcinslerini yemeğe başlayacaklarını 2 hafta sonra hayatta kalmayı başaran 3-4 farenin gemiye salmalarını söylerler.
Hemcinslerine yakalanmamak için diğer fareler ise kendilerini denize atarlar. Böylece bu sorun ortadan kalkacaktır. Başka devletlerde başka Devleti çökertmek için bu devletin içerisinde yaşayan insanları kullanarak yıkmaya ve büyük zararlar vermek için bu yontemi hep kullanır ve kullanmaktan da geri durmazlar.
Bilirler ki dışarıdan yapılacak her müdahale mutlaka sonuçsuz kalacaktır. O yüzden içeriden kendileri ile çalışacak kişiler ve gruplar bulurlar ve bu gruplar ise o yaşadıkları topraklarda işbirliği kurdukları insanların onlar çıkarları için her türlü eylemi yaparlar.
II. Abdülhamid, 1887 yılında Japonya İmparatoru Meiji'nin akrabası Prens Komatsu Akihito'nun bir savaş gemisiyle İstanbul'u ziyaret etmesinin ardından Japonya'ya bir heyet gönderilerek iade-i ziyaret yapılmasını emreder. Padişahın isteği üzerine donanmanın en güzel gemisi olan Ertuğrul bu iş için tahsis edilir. İmparator Meiji, Türk amiralini ve heyetini görkemli bir şekilde karşılar. Ertuğrul Fırkateyni Yola çıkılacağı gün Japon Deniz Kuvvetlerinin tayfun uyarısına rağmen, Ertuğrul Fırkateyni planlandığı gibi 15 Eylül 1890 tarihinde Yokohama Limanı’ndan ayrılır. Ertuğrul Fırkateyni Fırtınaya tutulur, rüzgâr ve dalgalarla Kuşimoto'nun doğu sahilindeki tehlikeli kayalara doğru sürüklenmeye başlar ve kayalıklara çarparak 18 Eylül batar. Ertuğrul Fırkateyni’nin trajik sonu Türk-Japon halklarını yakınlaştırdı. Yöre halkı, kazadan kurtulanlara büyük yardım ve yakınlık gösterdi.
Kazada ölenlerin anısına Kuşimoto’da bir anıt yapılır ve kentindeki insanların kartvizitlerinde de ön adları olarak hep bir türk adı yazı yazar.
İlk anıt Japonlar tarafından 1891’de inşa edilir. Bu ne güzel bir vefa örnegi asil bir duruştur.
Ertuğrul Fırkateyninde hayatını kaybeden tüm askerlerimize Allah’tan rahmet dileyerek, yorumumuun sonuna geldiğimizide belirtmek isterim.
Kitapla kalın değerli dostlar….