BENİ UNUTMA
Gün güneşsiz geçer de
geçmez o güzel dünler.
Yürek buharlı gemi
daima sefer ister.
Hani toprakta yeşeren
nazlı çiçekler var ya
kıvrılıp uzanırsın
içindeki deryaya.
Gözünün yuvasına
yastığına sararsın,
kirpikler düşme diye
bekler sınır hattında.
Hükmü çoktan vermiştir
o zorba o hükümdar.
Bekler mi yerinde
hicran denen fay hattı?
Yanağın çeşmesinden ibriğine doldurur.
Giydirir mazileri
soydurur çırılçıplak
dolaşır bedenine
sanki buz akıntısı
zikredilir acının
en çok acıtan yanı
artık çoktan büyümüştür
beşikte ki o kuzu
Çivilenmiş gözlerinde
sancılı doğurganlık
avazlarda üşümüş
iki güvercin gibi.
Çocukluğun, gençliğinin
soluğunda ısınır.
Kendi eksiğine
Kör olan bu dünyada
Doğranmış iki masum
iki bıçak arası.
Dünyanın döngüsünde
yenmiş ekmek arası.
Hissetmeyen duyarsız
buz yanığı sabrınla
taşkın
zamanlarındaki
suları sustursun.
Gözün kuraklığına
koca göl biriktirir.
Bir efkarı çırparak
kayayı kızdırırsın.
Kayan yıldızlarını
koşarak yakalarsın.
İçindeki kümelenmiş
gizli ataklarınla,
gökyüzünde devinen
beyaz bulut olursun.
Yalarken güneşi
o harlı titreşimler.
Birden
çocukluğuma
sarılıp göz kırparım.
Ey bu sınır tanımaz
şahane hayal gücüm!
Gökkubbenin ardında
başına buyruk yaşar.
Hani aksi yönlerinden
uzaklaştırır seni.
Bilinçaltında yeşeren
anıları koklayıp,
gözlerinde kirlenen
dünyayı boşaltırsın.
Hırçınlaşır geceler
aysız yalnızlığıma
mazimize kosararım
gece karanlığında.
Sen çocukluk çağında
girdin nehirlerime
taşkın zamanlarımda
sandalımda kürekçi.
Ay doğurur deryaları,
bir ışık tınısına.
Dağın
yamaçlarına birleşen sular gibi,
girintili çıkıntılı hüzün yırtıklarına,
dünya denilen ateşin
deri yanıklarına.
İki sargı bezi yara bandı
bulursun.
Kocaman pamuklara
sarıp çocukluğumuzu,
sularda ninnileyip derince uyutursun.
Şimdi geliyorum
hayat yorgunluğumla.
Beni uysal dalgaların
kucağında karşıla.