ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 30-12-2023 16:30

Beni Kim Gördü? / Gülçin Granit

Yazan: Gülçin Granit -BENİ KİM GÖRDÜ?

Beni Kim Gördü? / Gülçin Granit

BENİ KİM GÖRDÜ?

Bahar tüm cömertliğiyle gelmişken leylekler laklak yapıyordu damlarda. Şakıyan kuşlar hep ıhlamur ağacında. Sultan Ana, kümeste civcivlerini besliyordu. O yılların bakkalı bu günün Avm’si… Hacı Baba’nın küçücük bakkalında her türlü yiyecekler, çikolata, gofret, sakız daha neler neler…

Bizim evde zaman zaman Halil İbrahim sofrası kurulur, zaman zaman ekmek arasına talim edilirdi. Ben, evin en küçük kızı Perihan’ım. İçimizden biri su istemeye görsün hepimiz nizamı kuyruk sırada. “Bize de! Bize de!” sesleri yankılanır havada. Vay! Suyu getirenin haline, dereyi taşısa yetmez nafile.

Salonda oynarken bir sakız parası buldum divanda. Ağabeyim İbrahim, doğuştan ayaksız olarak dünyaya gelmiş, baktım beni çağırdı yanına. Benden bir sakız almasını istedi. Bugün bize misafir gelen halamdı sebebi. Ağabeyim, halamın bastıra bastıra çiğnediği sakızı görünce canı istemiş olmalıydı. Ne olurdu ki, bize de hediye birer tane sakız getirseydi. Hamile kalmak mı şımartıyordu acaba insanları? Bugün evde, bir sakız alacak kadar bile paramız yoktu. Bunu çok iyi biliyordum.

Hiç vakit kaybetmeden koştum Hacı Baba’nın bakkalına.  Sokakta olunca sağa sola bakıp yürümeye başladım. Bizim Fatma yine kedileri besliyor.  Kasap Hamdi Ağabey, berber Sadi Ağabeyle tavla atıyor, seslerini duyuyorum; “Pencu Se, severler güzeli genç ise.” Duyduklarıma anlam yüklemeye çalışıyorum, ama beceremiyorum. Bu nasıl bir oyundur diye düşünmeden edemiyorum. Sonunda giriyorum bakkala, bakkal çok kalabalık. Hacı Baba’nın başı terli, alacaklılarla çok dertli… Kara kaplı borç defterine bir şeyler yazıyor durmadan. Ne kadar hoplayıp zıplasam da, başım kalıyor tezgâhın altında. Sesleniyorum, sesim kalabalıktaki uğultulara karışıyor. Sonunda bizim komşunun oğlu, beni görüyor da, bakkala sesleniyor. Elimdeki parayı uzatıp bir şekerli sakız istiyorum, sakızı alıp doğruca eve hoplaya hoplaya gidiyorum.

Annem kapıda karşıladı beni. “Hayır” diyerek başını salladı. Ağabeyimin şeker hastası olduğunu ve bunu çiğneyemeyeceğini söyledi. Annem; “Bu sakızı ver, yerine şekersiz bir sakız al” dedi. Çok sıkıldı canım, gerisin geriye bakkala gitmeliydim. Şimdi aheste yürüyordum, birden halamın sakızı bastıra bastıra çiğnemesi geldi aklıma. Elimde tuttuğum sakız çiğnemek ve şişirip patlatmak istedim. Evirdim çevirdim sonunda dayanamadım sakızın kâğıdını yavaşça açtım çünkü muzun kokusu tırmalamıştı burnumu. Hal böyle olunca, sakızın yarısını attım ağzıma. Oh! Mis gibiymiş şekerli sakız. Çiğnedikçe içim genişledi ama o kadar küçüktü ki, şişirip patlatamadım. Kalan yarısını özenle paketledim. Oh! Mis gibiymiş sakız döndüre döndüre çiğnedim. Sonunda bakkala ulaştım, ağzımdaki sakızı kimse görmesin diye damağıma yapıştırdım.

Bu küçük boyla nasıl yanaşmalıydım tezgâha? Baktım tanıdık hiç kimseye rastlayamadım. Yine hopladım zıpladım olmadı. Ne yapsam nafileydi. Kalabalık arasında hiç seçilmiyordum. Her şeye rağmen kendimi göstermeye kararlıydım, bu nasıl olacaktı ama bilmiyordum. Hoplayıp zıplarken bir sarhoşun ayağına bastım kazayla. Adam köpürdü Hacı Baba’ya diklendi.

“Hey! Babalık! Bak şu velede! Ne istiyor ver gönder evine”

Elinden kalemi bıraktı, yorgun yorgun bana baktı.

O an, Hacı Baba’ya çok acıdım; ama birşey yapamazdım. “Hadi söyle!” der gibi bakıyordu yüzüme.

“Hacı Baba bu kardeşime dokunurmuş. Bu sakızı yanlış almışım. Bunu al bana şekersiz bir sakız ver.” diyebildim. Bakkal çok telaşlıydı. Hemen aldı sakızı, savurdu ardına bakmadan kutuya. Yerine şekersiz olanı bıraktı tezgâha. Hem şaşırdım, hem rahatladım. Şaşırdım; çünkü şekerli sakızı yüksek arka rafta bulunan kutuya atmayı nasıl başarmıştı? Hacı Baba benim yaptığım şeytanlığın hiç farkında varmadı. Ağızım bu nedenle açık kalınca sakız kaçtı boğazıma. Artık yapacak bir şey yoktu. Ben de, evin yolunu tuttum. Eh! Gerisi malum. Verdim sakızı ağabeyim İbo’ya. O da başladı çiğnemeye, şişirip patlatmaya.

Babam gelir gelmez, bir sakız parası aldım. Sabah olunca, horozlarla birlikte Hacı Bakkal’a yola koyuldum. Bakkal da boştu. Oh! Rahatladım. Hacı Bakkal’ın; “Günaydın! Küçük prenses.” demesi, doğrusu çok hoştu. Neyse efendim! Kendimi pek büyük hissettim. Paramı gururla uzatıp şekerli bir sakız istedim.

Vallahi! Bakmadı bakkal kutuya, sakız kutusu yüksek raftaydı. Rastgele kutudan bir tane çekti ve parmak uçlarında bana uzattı. Oh! Dünden beri şu sakız için ne çektim? Hemen açıp sakızı çiğnemeliydim. Sakızı burnuma dayadım, uzun uzun koklamaya başladım. Sonra da ağzımda döndüre döndüre şişirip patlatmanın hayaliyle yandım tutuştum. Dünden, tadı yarım kalmıştı damağımda. Çok heyecanlandım! Bakkalın eşiğine kadar dayandım, şimdi sakızı açmalıyım ve açıyorum.

“Aman Allah’ım! Ne görüyordum, neredeydi bu sakızın yarısı?”

Aklımı toplamaya çalıştım. Dün beni gören hiç kimse de olmamıştı. Hacı Baba desen, hiç anlamamıştı. “A!“ dedim, birden ağzımı kapattım, yüzüm elma gibi kızardı.

Beni bir gören olmuştu elbet! Görmüş ve cezamı bile kesmişti. Utandım...

Gözyaşlarım yuvarlanarak akıyordu. Aklımdan geçen kelimeler beni çok utandırdı.

“Tabii ki! Beni sen gördün Allah’ım, lütfen affet. Bir daha yapmayacağım.”

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi