ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 23-02-2023 19:22   Güncelleme : 26-02-2023 23:28

Benden İçeri

Yazan: Gülçin Granit -BENDEN İÇERİ

Benden İçeri

BENDEN İÇERİ

“Müşkülünü çözen, seni hakikate ulaştıran bilgiyi ölüm gelip çatmadan önce iste, öğrenmeye çalış. Aklını başına al da şu dünyayı, yani var gibi görünen yoğu bırak, yok gibi sandığın varı iste…”                          
Hz. Mevlana’nın Rubaîleri 117-118. Rubaî-

Gün, mateme dönüşmeden evvel siyahlara bürünen gece; gündüzün bağrını deldi de geçti. Göktaşları savrulurken yeryüzüne, kenarları yaldız oyalı tülbendi çoktan düşmüştü geceye. Gökyüzünün gürlek naraları şehrin boşluklarında inledi…

Karakış sarmalarken geceyi, poyraz dönüyordu karayele.  İncecik paltosunun içinde savrulup duran ihtiyar, gittiği kapılardan geri çevrildi. Bir deri bir kemikten ibaret ihtiyarın karanlıkta beliren silueti, boşlukta asılı duran siyah hırkaya benziyordu. 

Bastonunun yardımıyla kuytu bir kaldırıma ilişti usulca. Kaplumbağa gibi başını içeri çekti. Taşın soğuğu içine öyle bir işledi ki... Aklından, üstünde dumanı tüten bir tas çorba geçti.

Karşı evin penceresi ışık hızıyla açılıverdi birden. Omuzunu battaniye ile sarmalamış genç kadının gözleri, karanlık gecenin içinden çok gerilere gitti… Fırtınalı geçen hayatını bu geceyle özdeşleştirdi. Film şeridi gibi izledi bir müddet geçmişini. Sokak lambasının ışığında Şira Yıldızı gibi parlayan ihtiyarın gözlerine ilişiverdi bakışları. “Yanlış görmüş olamam” diye geçirdi içinden. İhtiyar bir adam büzüşmüş oturuyordu kaldırımda. Vakit geçirmeden seslendi;
“Dedem, hemen gel içeri! Hava poyraz oralarda durulmaz. Çorba yaptım için ısınsın biraz.”
İhtiyar işitince sözleri hiç şaşırmadı nedense. Hafiften bir tebessüm etti. 

Mantosunu araladı, başını eğdi. Kalbine sol elini bastırdı ve yavaşça;
 “İlahi! İşin ucu dokununca sana, nasıl da bulursun kendine çorba.” diye fısıldadı.
Kadın, dedeyi oturduğu yerden kaldırıp içeri aldı. Sobanın yanına oturttu. Sini içine koyduğu somun ekmekle bir tas mercimek çorbası sundu. Dedenin safran sarılığındaki yüzünde, geçmişine ait nice hatıralar saklıydı. İnce, uzun bedenini ise hayat karşısındaki zayıf duruşuna benzetti. Tüm bunları anımsatan o ihtiyarda bir şeyler vardı. “Benden, benden içeri bir şeyler var...” diye geçirdi içinden. İhtiyarın gözlerine 'Gâlû Beladan' beri tanıyormuşçasına hayranlıkla baktı…

Dede, hırkasının içindeki neyini çıkarıp üflemeye başladı. Ney nağmeleri genç kadının gönlünü ısıtıp yer yer yakarken usulca gözleri kapandı. 

Ruhsal bir yolculuk başlamıştı. Sözcük ve zamana ihtiyaç duyulmayan bir âleme vardılar. Dedeyle birlikte gökyüzünde semaya başladılar. Artık tek duyduğu ses “Allah! Allah!” zikriydi. Birden ayet okumaya başlayıp birbirlerine niyaz ettiler.  Kâinatın her zerresi semaya iştirak ediyordu. Her şey tek vücut olmuşken arzın merkezinden yükselen öfkeli silkeleniş saniyeler içinde ortalığı toza, dumana katıp birçok varlığı özüne doğru çekti…

Genç kadın soğuk ve karanlık bir mekânda külçe gibi yatıyordu. Tam kendinden geçeceği anda dedenin sağ eliyle kalbine üç kez bastırdığını hissetti. Mevlana Hazretleri’nin bahçesinden getirdiğini söylediği kırmızı gülü kadına uzattı. Üzerinde su damlacıkları vardı…
Dedenin efsunlu bir tınıyla söylediği sözlerine kulak kabarttı;
“Bak! Evladım, dinle beni… Şimdi beni iyi dinle!  Bu gülü her kokladığında derince nefes al. Bir gülden nefes al, bir Allah’ı zikret. Bir gülden nefes al, bir Allah adını zikret. Unutma sakın!”
Genç kadın kalbinin hızla çarptığını, ruhen hafiflediğini hissetti. Derinlerden ama çok derinlerden bir ses çalındı kulağınna;
“Kimse yok mu orada?”
Ayağa kalkmak istedi. Üzerinde ne olduğunu anlamadığı bir ağırlık vardı. 

Kemiklerinin her bir parçası kırılmışçasına ağrıyordu. Ağzının ve gözlerinin içi tozla dolmuştu. Kulağına gürültülü sesler gelmeye başladı. İçeri süzülen güneş huzmesi çevresini aydınlanmaya başlamıştı. Gözlerini zorla araladı. Kamaşan gözleriyle dedeyi boşuna aradı… 

Hırıltılı seslerle Allah’ın adını zikretmekten hiç vazgeçmedi. Ümitleri kesildiği anda fısıltıyla çıkan bu sese yönelen Akut ekipleri genç kadına canlı olarak ulaştılar…

Dede görünürde yoktu... Burnunda hâlâ kokusu tüten gülü hatırladı, eline baktı.  Gül yaprağındaki su damlacıklarını dudaklarına götürüp susuzluğunu giderdi. Gülün kokusunu içine çekip nefesini Allah’ın adını zikrederek yavaşça koyuverdi…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi