DENEME
Giriş Tarihi : 22-06-2022 22:18

Basit Mucizeler Söylencesi

Yazan: Aysun Elis - BASİT MUCİZELER SÖYLENCESİ

Basit Mucizeler Söylencesi

BASİT MUCİZELER SÖYLENCESİ

İnsana dair en büyük mucizelerden biri okumayı ve yazmayı öğrenmektir. Ömrünün ilk yedi yılında tamamen anlamsız olan sembolleri, şekilleri, küçük bir yaşta ve bir yıl gibi kısa bir sürede anlamlandırmayı öğrenmek gerçek bir mucize değil midir? Alfabe dediğimiz bu anlamsız semboller yığınını kullanarak, okumaya başlayan bir çocuğun var ettiği yeterlilik mucizenin ta kendisidir. Çoğumuzun nasıl gerçekleştiğini hatırlamadığı bu mucizeyle birlikte hayatımıza kitaplar girmeye başlar.

Bir yetişkin için basit düzeyde olsa da bir çocuk için tasarlanmış çoğu zaman 16 sayfa olan bu kitapların büyüsüne kapılmamak elde değil. Georges Perec ‘Kayboluş’ adlı eserinde ‘-e’ sesini hiç kullanmamış. Sadece dört sesle yazılmış olan ‘e, l, a, t’ okuma kitabını inceleyince, bu kitabın Kayboluş’tan aşağı kalır yanı olmadığını düşündüm. Bu az sesle yazılan çalışma kitapları öğrenmede sağlam bir temel oluşmasını sağlar. Okuma alışkanlığı ise tamamen bireye bağlıdır. Hepimiz kitaplarla farklı şekillerde tanıştık ve çok az bir kısmımız kitapları hayatımızın bir parçası haline getirdik. Kitap okumak emek ister. Zihni zorlar, betimlemelerden görseller oluşturmak ve zihinde canlandırmak gibi birçok süreci barındırır.

Temelde sıkıcı olarak nitelenen bu eylemin gerçek anlamda okuma hazzına dönüşmesi elbette çaba, zaman ve olgunlaşma ister. Bir kitap, yazarının en anlamlı düşüncelerini, söylenmemiş sözlerini barındırır. Tek eseri yayınlanmış olan bir yazar o tek eserinde bile en önemsediği cümlelerini koyar ortaya. Günlük yaşamda, hayatın akışı içinde kaybolup giden gerçekliğini bir araya toplar. Okuduğumuz her kitapta bir insanın doğrularını buluruz. Bir insanın bakış açısıyla sohbet ederiz.

Okur suskundur, edilgen bir roldedir. Bir okurun, hiç görüş belirtmeden sayfalarca okuması zaman zaman görsel bir dinlemeyi çağrıştırıyor. Gözleriyle dinleyebilir mi insan? Neden olmasın? Okumayı seven insan aynı zamanda iyi bir dinleyicidir. Kelimelerin kavramların büyüleyici gölgesini yakalayabilen insandır. Okurken öğrenir, zihninde yazarla tartışır, ona katılır ya da reddeder. Okumayı seven birey, aktif bir düşünme sürecine girer. Kendi görüşlerini oluşturur, kendi bakış açısını geliştirir.

Bir sahafa girdiğimde sahafta bulunan eser sayısının insan ömrünü aşacak kadar fazla olduğunu düşünürüm. Binlerce kitap, zeminden tavana yükselen dev raflarda, izdiham yaratan insan kalabalıkları gibi yükselirken; Aziz Nesin'in dizesi gelir aklıma; ‘Güneş altında söylenmemiş söz yoktur.’ Bir kaç kitap alarak sahaftan çıkarım. İçimde aynı dize defalarca tekrarlanır. ‘Güneş altında söylenmemiş söz yoktur.’ Okuduğum ve okuyamadığım onlarca kitap bu dizeye şahittir.

Yazmaktan vazgeçerim söylenmiş olanı tekrar söylemenin korkusu benliğimi sarar. Hevesim kırılır kalemim bana ait olmayan satırların altına çizgiler çekmeye devam eder. Oysa bir yaşam biçimidir okumak. Oysa bir yaşam biçimidir yazmak. Bir gün bir yerde bizi okumaya iten tutku yazmaya da itecektir. Beni yazmaya iten, zamansal olarak hiç karşılaşmadığım Oğuz Atay’dır. "Korkuyu Beklerken" adlı eseri, ‘Ben buradayım sevgili okuyucum sen neredesin acaba? cümlesiyle biter. 'Yazılan her satırın mutlaka bir okuru vardır' dediğini duyarım.Güneş altında söylenmemiş sözcükler hala var! Benim cümlelerim henüz söylenmedi. Ben buradayım sevgili okurum sen neredesin?

Truva Edebiyat Dergisi

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi