ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 18-01-2024 11:01   Güncelleme : 18-01-2024 11:23

Başıma Ördüğüm Çorap / Gülçin Granit

Yazan: Gülçin Granit -BAŞIMA ÖRDÜĞÜM ÇORAP

Başıma Ördüğüm Çorap / Gülçin Granit

BAŞIMA ÖRDÜĞÜM ÇORAP

“A a a!” diye başlayan bir zikir çektim insanların yüzüne.

Alfabenin yirmi sekiz harfi, beni terk edip gidivermişti. Elimde yazmayı bitirdiğim vekâlet ile öylece kalakalmıştım müşterinin karşısında.
Muhataplardan imza almak için ayağa kalktığımda, sesimin hiç çıkmadığını fark ettim. Ağzımdan; “A a a” dan başka bir şey çıkmıyordu. Evrakları bankoya bırakıp; “Vekâletname hazır. Tapu kayıtlarını birlikte teyit edelim sonra imza alırım” diyecektim ki, kısmet olmadı. Çünkü sesim çıkmıyor hiç konuşamıyordum. Muhatapların yüzüne doğru titreşimsiz ve boğuk olarak sesler çıkarıyordum. Ağır bir çapa dilime saplanmış dilimi aşağıya doğru çekiştiriyor gibiydi Neriman.

Ben şaşkın, onlar benden şaşkın öylece birbirimize bakakaldık. Müşterilerin gözlerinden şüphe bulutları geçiyordu. Acaba vekaletname eksik yazılmış olabilir miydi, memur işi gerçekten iyi biliyor muydu?” gibi sorular geçiyordu içlerinden, bunu gözlerinden anlayabiliyordum Neriman. Neyse ki, gerçeğin ortaya çıkması fazla uzun sürmedi. Hemen yanımda oturan Aysel ile göz göze geldik ve yerinden telaşla fırladı. Benim çaresizliğime şahit olmuştu. Konuya vakıf olarak, elimden işlemi o aldı.

“Sen mutfağa geç” dedi.

Yüzümü yıkadım ve aynaya baktım; sıra dışı bir durum yoktu yüzümde, bakışlarımda. On dakika kadar oturup dinlenince dilim çözüldü. Mesaime kaldığım yerden devam ettim etmesine. Beyin cerrahına gitmeye karar verdim.

Gözün kör olmaya Neriman, bilirsin ne kokana olduğumu söyleme gerek yok, ama yine de içimde kalmasın söylemekten de hep hoşlanırım. Kırmızı uzun tırnaklarımı, hiç eksik olmayan rujumu ve belime kadar akan kızıl saçlarımı biliyorsun kız işte. Yalnız bilmediğin bir şey var onu anlatayım Neriman. Ölümü gör kimseye anlatmayacaksın, yoksa rezil olurum, kimsenin yüzüne bakamam. Hayatımda hiç çorap almadım, kullanmasını da bilmem.

Doktora giderken sabahın kör karanlığında kalktım, makyajımı yaptım, bir güzel de giyindim.  Neyse ne diyordum Neriman? Nasıl her yer kış kıyamet, mecburen çizme de giymeliyim dedim. Çizmelerin altına bizim adamın çoraplarından rast gele geçiriverdim.  Nasılsa görmez kimsecikler burada. Çıktım gittim doktora. Ermeni hastanesine. Sıram geldi girdim içeriye. Karşımda kel şirin, güler yüzlü bir profesör. Şikayetimi anlatınca, halihazırda kullanmakta olduğum bir antidepresan ilacının adını bana çatır çatır söylemez mi? Öylece kala kaldım Neriman.

Kullandığım ilacın adını nereden bilmişti? Profesör, gözüme daha bir şirin göründü. Hayranlık dolu ifadeyle başımı sallayarak; “Evet, efendim bu ilacı üç yıldır kullanıyorum” dedim.

“Psikiyatrına gitmelisin, bu ilacı kesmesi gerekiyor. Vücudun bu ilacı artık kabul etmiyor ve kesilmesi için sana bu şekilde sinyaller gönderiyor.” dedi.

Çok şaşırmıştım. Şimdi dilim tutulmamıştı ama ağzım bir müddet açık kalmıştı.

Psikiyatrımın; “Bu ilaçları bir ömür boyu içeceksin” dediğini halen duyar gibiydim, oysa ben şimdi iyileşmiştim Neriman.

Neyse, ben ne anlatıyordum? Görüyor musun? Sevinçten ne anlatacağımı da şaşırdım.

Profesör; “Muayene sırasında herhangi bir bulguya rastlanamadı, fakat buraya kadar gelmişken sizden bir tomografi çektirmenizi istiyorum.” dedi.

İlgili odaya girdiğimde hemşirelerin gözleri saçlarıma takılmıştı. Beğendiklerini düşünerek gülümsedim. Hemşire; “Hanım efendiciğim, saçlarınızda kaynaklar var. Tomografiye girmeniz için, saçlarınızı söktürmeniz gerekiyor” demesin mi?

Saçlarımın kaynak olduğunu anlamıştı. Sevinmek ve üzülmek arası gittim geldim.

Bugün çok mutlu bir haber almıştım. Saçlarımı taktırmak için harcadığım bir günü ve parayı çarçabuk unuttum. En yakın kuaföre giderek kaynaklarımı söktürdüm. Hazırlanıp tomografiyi çektirdim. Sonucu yarın alacaktım.

Oradan işyerine gittim ve kuaförden kaynaklarımı taktırmak üzere iş çıkışına randevu aldım. Kızıl uzun saçlarımı geri istiyordum. Geç saatlere kadar kuaförde kaldım ama eski saçlarıma kavuştum.

Her zamanki gibi, sabahın en karanlık kısmında ayaklandım. Aynanın karşısında makyajımı yapıp kızıl uzun saçlarımı belime kadar serbest bıraktım. Ayağıma yeni aldığım blucin pantolonu geçirip üzerine oduncu gömlek giydim. Hafif çalan müzik eşliğinde kahvemi yudumlayarak dışarıya baktım; “Her yer yağmur ve çamur” dedim, bugün de çizmelerimi giyeyim.

Bizim adamın çekmecesinden rastgele bir çorap alıp geçirdim ayağıma.

“Süleyman’ın çoraplarını mı giydim? Allah iyiliğini versin kız”

“Ben asla çorap satın almadım, kışın bir fanila, bir çorap girmem biliyorsun ya!”

Neyse efendim. Sonuçları aldım ve odaya girdim. Doktor beni tatlı bir tebessümle karşıladı ve değerlere baktı; “Tam da düşündüğüm gibi Nörolojik bir bulguya rastlanmadı ama hazır gelmişken içeriye geç, seni bir muayene de edeyim. Lütfen, uzanın genel bir kontrol yapalım.”

Çizmelerimi çıkarıp sedyeye uzandım. Saçlarımı usulca sedyeden aşağıya bıraktım. Yeni blucinim ve oduncu gömleğimle pek şıktım.

Doktor; “Sağ ayağınızı uzatın lütfen” dedi uzattım.

Kendimde hiçbir rahatsızlık hissetmedim. Ayağımda lacivert bir çorap vardı. Doktor elinde tuttuğu çekiç gibi aletle dizlerime ve eklem yerlerime hafifçe dokunuyordu.

Sonra da “Sol ayağınızı kaldırın” dedi.

Kaldırdım aman Neriman, bir de ne göreyim.

Diğer ayağımı kaldırdığımda, kahverengi bir çorap yetmezmiş gibi bir de çorabın deliği yok mu? Ben pancar gibi oldum. Doktor, ayağımda biri lacivert, bir kahverengi yırtık çorapları görünce, alı al, moru mor oldum.

Sevimli doktor, gözlüklerini burnuna düşürdü ve yüzüme ön yuzü şakacı  bir maske takınıp başını her iki yöne sallayıp “Kesinlikle nörolojik, kesinlikle nörolojik” demesin mi?

O günden sonra, bir daha hiç çorap giymedim, çünkü o gün, başıma ördüğüm çorabı hatırlatıyordu Neriman.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi