ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 31-08-2022 01:57   Güncelleme : 31-08-2022 02:11

Balkona Tünemiş Şeytan Ruhu

Yazan: Ümit Polat - BALKONA TÜNEMİŞ ŞEYTAN RUHU - Truva Edebiyat Dergisi 4. Öykü Yarışması Birincisi olan öykü.

Balkona Tünemiş Şeytan Ruhu

BALKONA TÜNEMİŞ ŞEYTAN RUHU

Yine balkonda mı o? Evet gülüm. Geçen sene de balkonda sürekli ders çalışırdı, biliyor musun? Yanılmıyorsam KPSS kitapları vardı önünde, diyor eşim. Öyle mi gülüm? Demek ki geçen sene kazanamamış. Biliyor musun ağrıyan dizlerimi bu balkonda güneşe verdiğimden beri onu da hep karşımda görüyorum.

Yine balkonda. Geçen sene dikkatimi hiç çekmemişti ancak bu sene herhâlde bana öyküsünü yazdıracak. Bir de lise çağında bir oğlan var içeride, arada bir onu da mutfak balkonunda görüyorum. Kardeşi olacak… Kız iki senedir sınava hazırlanıyor. Gerçi iki seneyi geçkin olmalı, yaşı epey var en az yirmi yedi, yirmi sekizdir, belki daha fazla… Ataması yapılmayalı epey olmuş. Büyük ihtimalle öğretmenlik okudu. Oğlan liseye gidiyor olmalı, o ise KPSS dershanesine gitmekten usanmış artık, kendi başına evde çalışıyor, bir taraftan da kardeşine annelik yapıyor. Anne babaları kesinlikle civar köylerde oturuyor. Okumaları için bu evi satın alıp onları burada bırakmışlar, kendileri ise tarla tapan, hayvanlarla uğraşıp didiniyorlar. Kaçtır bu balkondayım onları hiç görmedim; evi de oğlanı da tamamen bu kıza yıkmışlar. Helal olsun kıza, evi de çekip çeviriyor, kardeşini de, derslerini de. Garibin tayini de kaçtır çıkmıyor. Suç, ataması yapılmayan bir alan seçmesinde mi yoksa devletin ataması yapılmayan bir alanı açık tutmasında mı? Kim bilir kaç sene, kim bilir kaç kez. Tam bir trajedi, kitaplar, fotokopiler, soru bankaları, denemeler, cep kitapları arasında bir genç kız ömrü. Tam da benim on yıl önce baharından soyularak hayata vurulmuş yüzüm. Tam da ruhumdaki eksikliği eze eze yürüyüp geçen bir olay örgüsü. Gel de yazma, gel de yazıp da o yarayı sağaltma. Tamı tamamına eksik bir öykü. Gel de tamamına vardırma!

Her akşam mutfak ışığı yanıyor, kolay değil ona da bir boğaz bakıyor. Evvelki gün bütün camlar açıktı, gecikmiş de olsa bahar temizliği yapmıştır. Hem o da yaşamaya geç kalmamış mı? Ders mi çalışsın, ev hanımlığı mı yapsın? Anası babası da yoktur belki. Belki de annesi ölmüş, babası yeniden evlenmiş bunları da analıktan uzaklaştırmıştır; belki de babası ölmüş, anası kocaya varmış bu ev de babasından çocuklara kalmıştır. Belki de her ikisi de yoktur, belki boşanmışlardır, bu ev amcalarının ya da dayılarınındır. Onun için yanındaki sabiyle yalnız başına kalmıştır. Onun için analığa erkenden terfi ettirilmiştir. Onun için okumuştur, tayini çıkınca da kardeşini okutacaktır. Ne yer ne içerler, sokakta, markette görmüşlüğüm de yoktur. Bu devirde böyle bir genç kızla karşılaşacağımı, daha doğrusu böyle birinin yaşayacağını düşünmek zor mu zor. Tam düşündüğüm gibi, tam istediğim gibi, tam olması gerektiği gibi; tam da hikâyesi olan biri, tam da hikâyesi yazılacak, hikâyesini yazdıracak biri.

Ne geleni var ne gideni? Hiç mi canı sıkılmaz, hiç gülmez, hiç mi ağlamaz? Belki de gece yatağa girince kardeşinin yattığından eminse yaşama dair tüm hıncı, yitip giden gençliğine dair tüm tepkisi sesi kısılmış hıçkırıklarıyla yorganına akıyordur. Belki de sinirinden çarşafını kemiriyordur, tırnaklarını stresten yemiştir. Belki de tiki vardır, geçemediği sınavlardan, aşıp da kazanamadığı kontenjanlardan arta kalan. Evet, belki de toplum baskısı vardır bir baltaya sap olamamanın, üstüne üstlük inadına kocaya varamamanın verdiği hamlıktan, kırılganlıktan. Onun içindir ailesinden ayrı yaşayışı, kendini karantinaya alışı, cümle âlemden kaçıp balkondan öteye çıkmaması.  Dün de perdesi açık salonda ütü yapıyordu. Akşama da yine mutfak ışığı, kardeşinin ödevleri, kendi eksik dersleri, ezik büyümüş çocukluğu, kadın başındaki ağır sorumluluğu, omuzlarında geleceğe dair, hayata dair gecikmiş mıymıntı mutluluğu. Tam da yazılacak, yazılıp kanatılacak, kanatılınca içindeki acıyı, yarayı unutacak, unutunca başka düşlere, başka ömürlere yelken açacak kız başına gencecik bir hayat. Tam da yalnızlığı, yaşanmamışlığı, kuşatılmışlığı, savaşı üzerine kurulacak postmodern bir edebiyat.

İşte yine balkondayım, ister istemez gözüm ilişiyor balkonuna. Yine çıkacak mı, yine içimi acıtacak, hikâyesini hatırlatacak mı, diye. İşte o da çıktı, zaten balkon kapısı hep açık, zaten titrek, utangaç bir gölge, bir silüet uzandı mı dışarıya bilirim ki odur. Bilirim ki zaten kimsesi yoktur, bilirim ki öyküsünü bana yine yeniden yazdıracaktır. İşte çıktı, hem de nasıl nasıl çıkış, bu o mu, bu elbise onun üstünde mi? Böyle mi giyinirdi, ev hâli böyleyse kim bilir dışarıda üstüne ne geçirirdi. Elbisesi mi onu örtüyor, o mu etiyle elbisesini? Gayriihtiyari başım dizlerime eğiliyor. Bu o olmamalı, bir arkadaşı, yoksa o böyle giyinmez, benim öyküme böyle giremez. Başım tekrar kalkıyor, dönüyor karşıya, yüzünü seçmeliyim, daha önce akşam karanlığında görmüşlüğüme benziyor, evet yürüyüşü, saçı hepsi o. Hepsi o ama hepsi bendeki o olmamalı, değil, bu o değil… Başım öne eğiliyor, bu kadarlık güneş bana bugün yetiyor.

Bu akşam yine çıkacak, karanlıkta balkonda salınacak, yalnızlığında asılı duracak ve istemsizce gözüm yine oraya kayacak. Ruhum onun hikâyesine ortak olacak ve ortaya dramın âlâsı çıkacak. İşte balkon ışığında ince, uzun endamı salınarak geliyor. Öğlenki kıyafeti de yok,  bu defa gündüzünkinden daha giyinik çıkıyor akşam karanlığına. İşte süngerden, uzun, ince, çiçek kılıflı minderini de çekiyor altına, işte oturuyor, hayır oturmuyor, uzanıyor, herhâlde yatıyor, aman aman o nasıl yatış, o nasıl uzanış… Rahmetli şairi yâd ediyorum: Olmaz ki! Böyle de yatılmaz ki!* Estağfurullah çek, estağfurullah, estağfurullah,  Allah Allah… Bu akşamlık bana bu kadar mehtap yeter diyorum. 

Ertesi günden beklentim kalmadı, balkona çıkasım, ona bakasım. Çıktı mı, tabii ki çıkar, sıcaklar ağırlaştıkça kendini sere serpe balkona atar, attı mı, attı, saçıldı mı saçıldı işte. Nerede sınavı, nerede kitapları, nerede utangaçlığı ya hazırladığı aşı, çorbası, kardeşine analığı, nerede kalemimi kanatan güne gece düşüren yalnızlığı. Gündüzün makyajını tazeler, geceleyin elinden telefonu düşmez, diğer eli atıştırmalıklarda, bir iki yattığı yerde debelenir. Kaç gündür balkona çıktıkça ilhamım tükenir, kaç gündür o dışarı çıktıkça dilimdeki kelimeler içime çekilir. İşte bu gece de çıktı, bu gece de beni evin kör karanlığına itti, bugün de geleceğe dair mazlum ümitlerim zulme sürüklendi. İşte yine yaptım yapacağımı. Körleştim, pişmanım bir daha, bir daha beyaz kâğıtları kanattım, mürekkebimi acımasızca tükettim. İşte yine başka bedenlere kendimden ruhlar yükledim.

***

İki haftadan sonra ilk kez balkona çıkıyorum. Onun balkonuna istemsizce düşüyor gözlerim. O da ne! Perdesiz pencereler, mindersiz balkon, camda bir kâğıt: Sahibinden satılık. Hemen arıyorum numarayı. Evet, ben sahibiyim, diyor sigara çekmekten yorulmuş, boğazından sürünerek çıkan parçalı bir erkek sesi. Peki, oturan öğrenciler vardı, neden satıyorsunuz? Ne öğrencisi, öğrenci falan değil, şerefsiz dulun birine kaçtı o öğrenci, onun için satıyorum, diyor. Telefonun kapama tuşuna usulca basıyorum. 

Parkelere basmıyor da dokunur gibi yürüyor, bak sesi kulağımda, işte geliyor. Canım, canım, canım neredesin? 

Söyle ruhum! Burada, balkondayım. Ne oldu canım, neden dalgınsın? Hiççç, demin telefonda baban bana: “dulun teki” dedi de hâlbuki ben dul değilim boşanıyorum sadece.

***

Canım, canım!.. İşitiyor musun beni? Şimdi de “Ruhum” mu oldum, hani “Gülüm” düm. Evet Gülüm, sen bedenine kendimden bir şeyler yüklemediğim tek ruhsun. Vay be, ne oldu, coştun yine. Yoksa yeni bir öykü mü kuruyorsun? Yok Gülüm, bu balkonu kapatalım, hem de siyah camla diye aklımdan geçiriyorum.

*Orhan Veli KANIK

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi