ANI
Giriş Tarihi : 16-06-2022 13:58

Baba...

Yazan: Hakkı Yıldıran - BABA...

Baba...

BABA... 

Geçtiğimiz cumartesi; yaklaşık on günden bu yana devam eden yoğun yağmurların ardından, termometrelerin otuz derecelerin üstünü  gösterdiği güzel, güneşli bir gündü.  

Ailemin bütün fertlerinin o gün evde olacakları günler öncesinden belliydi. 

Hepimizin ayrı ayrı sebepleri olunca, böyle bir fırsatı belki bu yaz, bir daha denk getiremeyebilirdik. 

Hep birlikte bu durumu  fırsata çevirmiş, Tuna’nın kenarında piknik yapmaya karar vermiştik.

Evden çıkmamız uzun sürmüştü. 

Piknik için gerekli her şeyi aldık sandığımız yerde, soğan almayı unuttuğumuz çıkmıştı, ortaya...

Yarı yoldan geri dönmek zorunda kalmıştık. 

Böyle durumlarda az da olsa söylenirdim aslında. 

Söylenmemiştim o gün. Belki; yılda bir kere nasip olacak bu birlikteliğimiz için susmuşumdur…

Öğleden sonra saat üç gibi anca varabildik, piknik yerine. 

Tuna’nın kenarındaki piknik alanı, hiç olmadığı kadar hınca hınç insan doluydu. Nehrin kanarında uygun bir yer bulma derdiyle etrafa baka baka ağır adımlarla ve kucağımızdaki öte beriyle perişan bir halde yürüyorduk. Yer yok diye, bari dönelimi dahi düşünmedik değildi…

Sonra; giyinişleri ailemi ve beni rahatsız etmeyecek bir Türk ailenin kenarındaki küçücük boşluğa gözümüzü kestirmiştik. Orada bir müddet dikilmiştik öylece…

Elimdeki hasırı, hemen şu an dikildiğimiz yere serecektim. Karar veremeyişimin sebebi: Üstü öte beriyle dolu, kimsesiz başka bir hasır seriliydi dibimizde…

Hasıra en yakın bir başka yazgının üstünde oturanlarınmış.

"Çekiveririz onu biz," dediler. Çektiler. Üstünde oturdukları yazgıyla birleştirdiler.

“Başka birileri mi gelecekti, rahatsız etmiyoruz ya”…diye sormuştum.

Olur mu öyle şey! Ne rahatsızlığı? Oturabilirsiniz!

Böylelikle bir yer bulabilmiştik, kendimize…

Ben; böyle kalabalık insanların bir arada sosyalleştiği yerlerde yakınlarına oturacağım kişilerin önce giyimine-kuşamına, sonra hal ve hareketlerine illa önem veririm.

Öyle altı şortlu, üstü atletli adamların, açık saçık giyinmiş kadınların olduğu ailelerin ya da çalgılı çengili yerlerin yakınlarına götürüp ailemi oturtmam. 

Böyleleri yakınımıza gelip oturacak olsalar bile, onlara oraya oturmayın, orası babamın malı diyemem tabii. Ancak  mümkün olan en kısa zamanda yerimi değiştiririm.

Hasılı; o gün o kalabalıkta  bizim kendimize bulabileceğimiz  en uygun yer orası olmuştu.

Mangalı hemen ateşlemiş, pişirilmesi gerekenleri pişirmiş, afiyetle yemiştik.

Tuna Nehri'nin üstüne yansıyan  yakomozu keyifle seyrederken, mangalda demlenen tavşan kanı çaylarımızı yudumluyorduk, yavaştan…

Her şey; ilk baştaki yer bulma telaşesinin verdiği tedirginliğin dışında ne de güzel ilerliyordu…Ta ki garip sesler duyulana kadar…

Etrafıma bir hışırtı sesi sarmıştı.

Hediye paketlerini naylon torbasından çıkaran çıkaranaydı.. 

Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Afallamıştım…

Hemen akabinde “Babalık nasıl bir duygu”? diye sormuştu canım karıcığım.

Eşim, oğlum ve ben yan yana açılıp kapanabilen sandalyelerde, kızlarım hasırın üstünde yüzleri bize dönük oturuyorduk…

Duygulandım. Yutkundum. Ağlamaklı oldum bir an…

“Baba; eşini, evlatlarını en çok seven, en az belli edendir” cümlesi dökülüvermişti dudaklarımdan.

Sonra; tüylerimi diken diken eden tuhaf duygular artarak bütün bedenimi sarmalamıştı. Bu sefer yutkunmak mümkün olmamıştı, susuz. 

Kendi kurduğum tek bir cümle;  beni aldı, bütün dünyayı dolaştırdı, dolaştırdı, sonra doyamadığım babamın, anamın yanına Horzum mezarlığının içine atıverdi, işte bu…

Kaç yaşımda olduğuma aldırış etmeden, duygusal, alıngan küçücük bir çocuk oluvermiştim.  Karışmalığa getirip, içli içli ağlamıştım o gün.

Eşim; sırtımı sıvazlayıp “ağlama!
biz bu gün buraya sırf piknik yapmak için değil, aynı zamanda senin babalar gününü,  hep birlikte kutlamak için  gelmiştik, seni üzmek için değil”

Üzülmüyordum elbette…Kendi özel günlerimi düşünmeye hiç  fırsatım olmamıştı bu güne kadar…Şimdi mutluluktan ağlıyordum.

Canlarımın benim!

O âna kadar benden gizledikleri  hediyeleri teker teker çıkarmaları; beni benden, hepten almıştı... 
Çeşmeleri sonuna kadar açtığımı hatırlıyorum o günden en son

Küçücük sanılan şeylerin bahanesiyle kocaman güzellikler, hepimizi sarsın sarmalasın.

Truva Edebiyat Dergisi

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi