ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 29-03-2023 15:10

Aysel

Yazan: Sevda Akyol Baştımar -AYSEL

Aysel

AYSEL

Dışarıda kar soğuğu vardı. Aysel'in okuldan eve her gün yirmi dakikada yürüdüğü yol, esintinin de etkisiyle yarım saate çıkınca soğuk içine işledi. Oysa anneannesi geçen hafta, "Soğuk havalarda eve dolmuşla gel yavrum," deyip eline para sıkıştırmıştı. Aysel o parayla Pınar öğretmenin istediği çizelge takımını gecikmeli de olsa ancak edinebilmişti. Pınar öğretmen çok iyi biriydi. Geçen gün sınava kendi çizelge takımını getirip masasının üzerine koymuş, Aysel'in kullanmasına göz yummuştu. O günkü sınavdan pekiyi alınca öğretmeni çok sevinmişti. Kendisiyle övünç duydu.

Aysel, üç aylık okul tatillerinde terzi Belgin Teyzeden, etek boylarını kısalttığı elbiseler için aldığı parayı, örgü çantasının gizli bölmesinde son kuruşuna kadar gizlice biriktirir, okul gereksinimlerinin büyük bir bölümünü bu birikimle karşılardı.  Aysel'in dolmuşa verecek parası yoktu.

Okuyup iyi bir öğretmen olmak istiyordu. Bilgiye aç belleğini, Pınar öğretmenin kendisine ödünç verdiği betiklerle dindiriyordu. Okumayı çok seviyordu. Aysel için okumak bir tutkuydu.

Eve geldiğinde öğlen olmuştu. Gövdesinden, küçülmüş kavuniçi kalın yün kazağını ivedilikle çıkarıp geçeneğin sağ bölümünde bulunan askıya fırlattı. Sol bölümde, yere dikey olarak asılı duran yarım asırlık gözgünün önünde durdu. Eprimiş okul önlüğüne baktı uzun uzun. Önlüğünün boyu kısalmıştı. Burnunun direği sızladı. Son zamanlarda eteğini belden aşağı düşürüyor, ’hah işte şimdi az da olsa uzadı,' deyip kendini avutuyordu. Önlüğe verecek parası da yoktu.

Bugün evde yapması gereken bir yığın işi vardı. İki odalı evlerinin oturma odasındaki sobayı yakmak için önce birkaç tahta parçası aradı. Araması sonuç vermedi. Dün, son iki parçayla kömürleri çok zor tutuşturduğunu anımsayınca sinirlendi kendine içten içe.

Usuna komşusu Birol Amca geldi. Pazarda limon satan Birol Amca, meyve-sebze koyulan büyük tahta kasaları, gecekondusunun odunluğunda biriktirirdi. Utanarak yanına gitti. Ne zaman utansa yüzü kızarırdı. Bugün de öyle oldu:

-Birol Amca, diye seslendi, ta uzaktan!
-Tahta parçası var mı?

Birol Amca, yetmişli yaşlarda, iyiliksever bir insandı. Başındaki siyah yün şapkasını yavaşça çıkartıp önce soluklanan, sonra da hohladığı parmaklarıyla iyice seyrekleşen ak saçlarını geriye itekleyip sararmış dişleriyle Aysel'e gülümseyen Birol Amca:

-Gel, dedi; gel kızım! Sobayı yakamadın değil mi?

Aysel utanç dolu gözlerle Birol Amcaya bakıp düşüncesini onaylarcasına başını salladı.

Birol Amca iki tahta kasayı parçalara bölüp bir torbaya doldurarak kaşla göz arasında Aysel'in eline tutuşturdu:
-Aman kızım gözünü seveyim, tahta parçalarını çıkarırken özen göster, eline kıymık batmasın olur mu, diye uzun uzun öğüt vermeyi de unutmadı.

Aysel elindeki torbayla koşarak eve geldi. Küllerini temizlediği sobanın ortasına birkaç tahta parçasını dikey olarak sıraladı:

-Odun tozu olsaydı seni çok daha kolay yakardım, diye kendi kendine söylendi.
Tahtaların üzerine birkaç küçük kömür parçasını da yerleştirip kibriti çaktı. Kömürün sıcaklığını duyumsamaya başlayınca sevinmişti Aysel. Derin bir oh çekip yerden kalktı. Çaydanlığı sobanın üzerine koydu.
Ocaklığa doğru ilerledi. Acıkmıştı. Dünden kalan son iki yumurtayı kırmadan önce, buzdolabının kapağına koyduğu yağı aradı gözleri umarsızca:
-Elektrikler kesilmiş olmalı ben yokken, diye söylendi; eriyip kağıdın ucundan akan yağı kaşıkla sıyırırken. Gözüne yaş oturdu. Sabahtan bu yana ağzına hiçbir şey koymamıştı.

Akşam için yemek yapması gerekiyordu. Daha yarınki matematik sınavına da çalışacaktı. Sobanın üzerinde kaynayan çaydanlığın fokurtusu, Aysel'in yorgun belleğine ninni gibi gelmişti. Sıcaktan mayışmış, koltuğun bir köşesinde kedisi Sarmanla birlikte uyuyakalmıştı. Gözlerini açtığında saat dörde geliyordu. Hızla yerinden fırladı.

Aman tanrım! Usuna, yarın Ev Ekonomisi Dersi ödevi olan tasarımı geldi. Cam çerçeveye konup öğretmene gösterilecekti. Yarın son gündü. Alacağı not, karnesine yazılacaktı.

Geçen gün annesi ona camcı Durmuş'a gitmesini söylemiş, araya başka işler girince unutuvermişti Aysel. Bu soğukta evden çıkmak zorunda kaldığına kızdı. İç sesi başkaldırılardaydı. Sobaya kömür atıp soluğu ‘Topal Durmuş’ adıyla tanınan camcıda aldı. Pek sevmezdi bu adamı. Nedenini kendi de bilmiyordu.

Dükkâna girdiğinde içeride kimse yoktu.
-Durmuş Abi, diye seslendi ürkekçe.
Biraz bekledi. Arka odadan bir ses:
-Şimdi geliyorum, diye bağırdı.

Durmuş, Aysel'i görünce sevinmişti, ona ne istediğini sormadan; ilerdeki dolaptan şeker, meyve suyu, ne isterse alabileceğini söyledi.

Aysel çok susamış olmasına karşın, Durmuş'un bu önerisine yanıt vermedi. Zamanı olmadığını, işlediği örtüye cam taktıracağını, camın ederini veresiye defterine yazmasını, haftaya annesinin ödeyeceğini söyledi bir çırpıda.

Biraz suskun kalan camcı Durmuş istemsizce başını salladı.

-O iş kolay. Takarım takmasına; ancak camı sen seçmelisin, deyip Gökçe'ye eliyle yan odayı gösterdi.

Dışa doğru açılan kapının gıcırtısı Aysel'i ürkütse de bir şey söylemeden içeriye adım attı.

Kapının diğer ucunda, hiç beklemediği bir görüntüyle karşılaştı. Yaklaşık on beyaz tavşan, odanın içinde bir o yana, bir bu yana zıplıyor, önlerine konmuş yeşillikleri yiyordu. Odadaki koku midesini bulandırdı:

-Bak, bu minnak tavşan senin, dedi camcı Durmuş birden yüzündeki o çirkin gülümsemesiyle. Sonra da gördüklerinden şaşkına dönen Aysel'in yanıtını beklemeden, tavşanlardan birini kucağına bırakıverdi:
-Nasıl, diye sordu sinsice; güzel, öyle değil mi?

Aysel, Durmuş'un kendisine yanaştığını görünce geri adım atmak istese de Durmuş'un çevik bir atılımla bileğini kavramasıyla, ne olduğunu anlamadan kendini onun kucağında bulması bir olmuştu.

Soluk alamıyordu. Elindeki tavşanı yere düşürdü. Dizleri titriyordu.
Saçlarını okşamaya yeltenen Durmuş'un gövdesi, gövdesine değdikçe canı yanıyordu. Her şey o kadar çabuk gelişmişti ki...

Ağlamaya başladı. Sesini duyuracak kimse yoktu. Korkuyla karşı koymaya çalışırken bir hayvan gibi inleyen topal Durmuş'un pis elleriyle ağzını kapattığını duyumsayınca bayılacak gibi oldu. Başını birçok kez Durmuş'un göğüs kafesine vurup parmağını ısırdı. Canı yanıp yere yığılan adamın, gücünü kaybederek bileğini bırakmasıyla, Aysel'in odadan kaçması bir oldu.

Kendini dışarıya zor attı. Sokaklar lapa lapa yağan karın etkisiyle bomboştu.
Yaşadığı olayın adını koyamadı. Bu nasıl bir şeydi? Gözlerinden ince ince dökülen yaşlara aldırış etmeden koşmaya yeltendi. Kime gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu.

Durmaksızın koşuyordu. Bir ara yalpaladı, dizlerinin üzerine düştü. Sonra yeniden kalktı. Ayakkabılarının içine giren dondurucu karın göğerttiği ayak parmaklarını duyumsamayacak duruma gelene dek koştu, koştu, koştu…
İçini çeke çeke ağladı...

Yaşadıklarını kimseye anlatmadı. Kimi geceler karabasan dolu düşlerinden kan ter içinde sıyrılıp yatağının ucunda buz kesen gövdesiyle sabaha dek uyumaksızın öylece kalakaldı. Sessizdi çığlıkları.

Başarılı bir öğrenci olmasına karşın o yıl bütünleme sınavına kaldı. Pınar öğretmenden başka hiç kimse Aysel'deki değişikliğin ayırdına varmadı.

Pınar öğretmen Aysel'i hiç yalnız bırakmadı. Aysel okudu, öğretmen oldu. Pınar öğretmen gibi, gençlere ışık olup yüzlerce çocuğun yüreğine dokundu.

Yıllar sonra evlendi, anne oldu. Çocuklarına her şeyden önce iyi bir dost, iyi bir dinleyici oldu.

Ancak Aysel, geçen onca yılın ardından bugün bile, ne zaman bir camcı dükkânının önünden geçse, yaşadığı acıyı yüreğinde duyumsar, soluğu korkuyla sıkışır.
   

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi