ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 30-12-2023 00:15

Ayça Kız / Zeynep Aksu

Yazan: Zeynep Aksu -AYÇA KIZ

Ayça Kız / Zeynep Aksu

AYÇA KIZ

Bir zamanlar tandırlık olarak kullanılan tek pencerelik odanının kalın ve ince kirişleri, yanan ateşin isinden kapkaraydı.

Bir koridor darlığında olan odada, iki de içe gömük derin kör pencere vardı. Pencerelerin önüne, artan döşeklik kumaşlardan perde yapılmış, kör pencerenin birinin önünde çeyiz sandığı diğer pencerenin önünde sacdan soba duruyordu.

Yaz mevsimi olduğu için boruları takılı değildi.
Koridor genişliğindeki odanın 'L' şeklinde kerpiçten örme sediri, sedirin üzerinde sıra sıra minderleri, minderlerin üzerinde duvara dayalı içi buğday saplarıyla doldurulmuş el dokuması geometrik motifli yastıkları vardı...

'L' sedirin  birleştiği köşe noktasında ona üçgen şeklinde bir perde yapılmıştı. Perdenin kumaşı sararmış patiskadandı.

Evin küçük gelini, işlerinin arasında ona kahvaltı, yemek getiriyordu.

Canı sıkılıyordu, zaman zaman da ağlıyordu.
Çoğu zaman hıçkırıklarıyla birlikte uykuya dalıyordu...

Boyu akranlarına göre uzun, ceylan gözlü, kıvır kıvır açık kumral saçları, beyaz teniyle cılız, zayıf bir kızdı o.

Yani Ayça Kız...

Orta son sınıftaydı. 
Öğretmen Lisesine gidip öğretmen olacaktı. 
Ödevlerini aksatmadan yapardı.
O günde ödevi vardı ama evlerine uzak ilin birinden, akraba bir erkek gelmişti.
Dersini yapacak ortam olmadığı için evlerine bitişik evdeki, amcasına gitti...

Köy yerinde masa sandalye ne arar.
Evin bütün işlerinin yapıldığı yuvarlak, kısa ayaklı, her yere rahatlıkla kurulan el yapımı yer sofraları vardı. 
O da, evin işinin görüldüğü ev damı yani mutfağındaydı.

Yanan ocağın önünde etrafında bir kaç iskemleyle durur, her an geleni ağırlamak için hazırda bekleyen adeta evin vazgeçilmeziydi. Şayet üzerinde bir iş yapılmayacaksa, kesme şeker dolu tabak, masanın orta yerinde dururdu mutlaka…

Ocağın kenarında isli kara demlikteki çay da, içicisini bekler vaziyette hazırdı. Ocakta kaynayan ayran aşının, yorgunluk çaylarının içildiği, kadın kadına sohbetlerin yapıldığı, gerektiğinde üzerinde böreklik, eriştelik hamurun, tandırlık lavaşların açıldığı yer sofrası, evin en iş görülen aracıydı.

Yer sofrası meşgul olunca; okula giden çocuklar ya dizlerinin üzerine gelir sedire koydukları defterine yazı yazarlar, ya da yerdeki kilimin üzerinde dizlerini kırarak secdeye yatar gibi ödevlerini yaparlardı...

Ayça Kız, secde vaziyetinde ödevini yaparken, babası gıcırdayan kapı sesiyle içeriye girdi.

Kapı sesiyle birlikte başını kaldıran Ayça Kız, babası ile gözgöze geldi.

Babası odanın içinde bir o yana bir bu yana gidip gelirken, Ayça Kız da ödevine kaldığı yerden devam etti.

Yaz güneşi odanın küçük dar pencerelerinden içeriye parelel şeritler halinde yansırken, bir tanesi de tam Ayça Kız’ın bedenindeydi.

Adeta peri kızı gibiydi.

Odayı gezinen babasının ceketi omuzlarında, elleri belinde, endişeliydi. Durup bir şeyler söyleyecek gibi oluyor, vazgeçip tekrar o dar alanda gidip geliyordu.

Sonunda, bütün cesaretini toplayıp Ayça Kız’ın başına gelerek; “Ayça" diye seslendi.

Babasına dizleri üzerinden bakan Ayça'ya; "Kızım seni, evimize gelen misafir oğluna almak istiyor, ne diyorsun?" dedi.

Ayça sanki bu soruyu daha önceden duyacağını biliyormuş gibi bir çırpıda; "Ama ben daha küçüğüm evlenemem" diye cevap verdi.

Babası ısrar ediyor, Ayça kabul etmiyordu. Ayça'dan  olumsuz yanıt alan Babası odadan hiddetle ayrıldı.

Ortaokuldan sonra Öğretmen Lisesine gidip öğretmen olmak isteyen Ayça Kız, bu konuşmayı çok önemsemedi. Ödevine kaldığı yerden devam etmek için defterine yumuldu...

Uzak ilin köyünden gelmiş akraba misafir hâlâ evlerindeydi. Ayça'nın ikna olacağı zamanı bekliyordu ama Ayça'nın bundan haberi yoktu.

Günlerden bir gün Ayça'nın ablası; "Babamı çok üzdün, git elini öp" dedi.

Ayça Kız, bir süre düşündükten sonra, kendisine kırgın olduğunu düşündüğü babasının elini öpmek üzere yanına gitti. Bu durumdan hoşnut olan babası, bıyık altından bir tebessümle ayrıldı Ayça'nın yanından...

Ertesi gün uzak ilden gelen misafir evlerinden ayrıldı.
Misafirin ayrılmasıyla evde hareketlenmeler başladı.

Ablası daha fazla dayanamayarak Ayça Kız’a; "Babam, seni eve gelen amcanın oğluna verdi" dedi.

Ayça Kız, bu söylenene inanmadı; "Ben kabul etmedim ki" dedi.

"Verdiler" diye ısrar etti ablası; “İnanmıyorsan gir kapının arkasına, anneme sorayım"

Ayça Kız, oda kapısının arkasına saklandı çocuk bedeniyle.

Ablası annesine; "Anne, Ayça'yı verdi babam değil mi?” diye sordu yüksek sesle. Annesi de; "Evet, nişana gelecekler yakında" dedi.

Ayça Kız, olduğu yerde dona kaldı. "Ben, babama istemediğimi söylemiştim" diye içinden geçirdi.

Nice sonra kapının arkasından hıçkırarak çıkıp babasının yanına gitti. Tam "baba" diyecekken, baba hiddetle; "Seni verdim, elimi öptün ya" dedi.

Oysaki, Ayça Kız, babası üzüldüğü için elini öpmüştü. Meğer bu, "Kabul ediyorum" anlamına geliyormuş. Ablası tarafından tuzağa düşürülen Ayça Kız için artık geri dönüşü yoktu...

Uzak ilin köyünden gelen akrabalar Ayça Kız’ı köylerine götürmek üzere evlerine geldiler.

Ayça Kız henüz 14 yaşındaydı. Gitmemek için çok direndi, çok ağladı... Direnmesi, ağlaması nafile, alıp gittiler Ayça'yı... Bilmediği bir diyarda tanımadığı insanların arasında buldu kendini...

Günün birinde odaya iki erkek geldi. İçlerinden biri evleneceği kişiydi ama Ayça Kız tanımıyordu. Biri bıyıklı, beyaz tenli, diğeri yaz güneşinden kavrulmuş teniyle sadece gözleri parlayan saçları sıfıra vurulmuş bir delikanlı.

Ayça bir bıyıklı olana bir de kavruk tenli delikanlıya baktı. İçinden bıyıklı olan için; "İnşallah, baba gibi olandır" dedi.

Günlerce ağladı, ağladı, ağladı... Ağlamaları kadınların teselileriyle geçiştirildi.

Yaşının küçük olduğu söylentileri gelin geldiği köyde dolaşırken, köyden birileri karakola şikayette bulunmuştu...

Şikayet edildiklerini duyan oğlan evi, Ayça Kız’ı yakın akrabalarının tavanları isli olan odalarında sakladılar.
Evin gelininden başka bu odaya kimse girmiyordu. 
Jandarma aramaya geldiğinde de, Ayça Kız’ı bulamadı...

Ayça Kız’ın eşi olacak olan, uzak ildeki Ayça Kız’ın babasına giderek; "Şikayet edildiklerini, Ayça Kız’ın yaşının büyütülmesinin mümkün olmadığını, bunun için uygun yaşta bir kızın bulunup mahkemeye çıkarılması gerektiğini" anlattı.

Ve…

Ayça Kız’ın yerine, yaşı evlenmeye uygun bir kız bulunup mahkemeye çıkartıldı...

Mahkeme onay verince, yenilenmiş nüfus kağıdıyla köyüne dönüp Ayça Kız ile evlendi baba gibi olan bıyıklı...

Evlendikten bir hafta sonra askere gitti Ayça Kız’ın eşi. Baba gibi olanın hiç yüzüne bakmadığı için yüzünü de hatırlayamıyordu Ayça Kız.

"Bir yerlerde görsem tanımam" diye geçirdi içinden Ayça Kız.

Neyseki, gelin geldiği evin halkını sevmişti Ayça Kız.
Görümcesi ile birlikte ekmek yoğurup pişiriyordu.
Birgün ekmek yoğururlarken Ayça Kız yoruldu.

Görümcesi annesine; "Ayça Kız’ın çok zayıf olduğunu, bu nedenle de kuvvetinin olmadığını, şayet yağda yumurta yerse güçlenebileceğini" söyledi.

Ayça Kız’ın kaynanası neyseki anlayışlıydı. Üç yumurtayı bol tereyağında pişirerek Ayça Kız ile görümcesine yemeleri için verdi. Bu vesileyle, karnı doyan görümce de halinden memnundu.

Bu halsizliklerin bir sebebi de, Ayça Kız hamile kalmıştı. Eşi askerden dönmeden  bir kız çocuk doğurdu.

Askerden dönen Ayça Kız’ın eşi, evde sevimli bir kız çocuğu gördü. "Ne kadar güzel, kimin çocuğu?" diye sordu ev halkına...

Ev halkı; “Senin" dedi.

Usulca yere bıraktı sevimli dediği kızı...

Tarif edilmez bir duyguya kapılan baba gibi olan, baba olmuştu...

Ayça Kız, ağlayarak geldiği bu aileyi sevmişti. 
Ev halkı Ayça Kız’ı hoşnut tutmuş, yardımcı olmuşlardı. Hamur yoğurup pişirmesini, ev işlerini de öğretmişlerdi.

Ayça Kız’ın ailesi zaman zaman kızlarını görmeye gelirlerdi. Her geldiklerinde Ayça Kız’ı evlerine davet ederlerdi. Ama Ayça Kız, bu daveti her seferinde geçiştirirdi.

Ayça Kız’ın bir kızı daha dünyaya geldi.  Henüz bir yaşındayken, uykusunda öldü küçük kız.

Ayça Kız, bundan çok etkilendi. Eşi, Ayça Kızı alıp, İstanbul'a taşındı.

Ayça Kız’ın iki oğlu, iki kızı daha oldu. Eşini sevmişti...

Ailesi, İstanbul'da da yanına geldi. Babası; "Kızım, ne zaman geleceksin evimize?" dedi.

Ayça Kız; "Gelirim, bir gün" dedi.

Aradan on altı yıl geçmişti.

Ayça Kız; ailesine kırgındı...

***

(Gerçek hayat hikayesidir)

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi