ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 02-09-2022 02:45   Güncelleme : 02-09-2022 03:02

Ada Kızı

Yazan: Mutlu Akçay - ADA KIZI

Ada Kızı

ADA KIZI 

-Alo! Nerede kaldın? Sofra hazır seni bekliyoruz.   

-Trafikteyim, 15 dakikaya evde olurum.     

- Hergün aynı terane. Bir gün de erken çıksan ölürsün değil mi? Alooo alooo alo…   

Canı sıkkın bir şekilde trafikte ilerlemeye çalışan Saim elinden geldiğince sakin olmaya çalışıyordu. Bu yüzden ağzından kötü söz çıkmadan kapamıştı telefonu. Ne zamana kadar devam edecekti peki bu durum. Sanki her zaman evde oluyordu da sofra hazır eşini bekliyordu hanımefendi. Ya arkadaşlarıyla gezmelerde olur ya da geç saatlere kadar süren oturmalarda. Bu yüzden de kızları ile doğru dürüst ilgilendiği bile yoktur. Ama laf başı geldiğin de ise ne zaman tartışsalar nasıl babaymış, kızıyla gerektiği kadar ilgilenmiyormuş gibi laflarla üste çıkar hep tıpkı az önceki gibi. Allahtan büyükanneleri var da evde, torununun neredeyse herşeyiyle o ilgileniyor. Ama  kıymet bilen nerede ?

Ona kalsa özel dadılar tutacak kızı için. Büyükanne iyi bir rol model değilmiş kızları için, çok alaturka kalıyormuş, Anneanne ya da babaanne lafları bile hoş değildi ona göre. Büyükanne daha kibar bir hitaptı. Kızlarının hem ruhsal hem de sosyal gelişimi için de mutlaka modern bir dadı şartmış, hatta piyano ve dans kurslarına da başlaması gerekiyormuş. Yani tamam kızlarının gelişimi için güzel şeyler bunlar ama büyükannenin ne zararı var ki torununa. Düpedüz nankörlük bu.    

Kafası çatlayacak gibi oldu Saimin bunları düşünmekten. Trafik de bir yandan olunca katlanılacak gibi değildi hani şuan içinde bulunduğu zaman. Milim milim ilerliyor adeta. İstanbulu çok seviyordu ama bir de şu trafiği olmasa. Gülün dikeni misali. Eşi de öyleydi Saim için. Seviyordu karısını ama çok farklı dünyanın insanıydılar. Zaten zaman zaman hissettiriyordu da bu durumu eşi. Daha geçenlerde yine arkadaşları ile buluşacaklarını söylediğinde, “Bu seferlik gitmesen ne olur sanki” der demez, “Sen anlamazsın, üniversite anılarımızdan konuşuyor, dertleşiyoruz, eski günleri yadediyoruz” diyerek kendisinin daha tahsilli olduğunu yüzüne vuruvermişti. Saim ise bir şey demeyip tartışmayı uzatmak istemediğinden susmayı yeğlemiş ve ne halin varsa gör dercesine odasına çekilmişti. Evet kendisi karısı kadar tahsilli değildi belki ama bugüne bugün hatrı sayılı ticaret adamlarındandı. Hayat okulunu takdirname ile bitirmişti kendi deyimiyle. Babadan kalmaydı ticari zekası.      

Evet son ışıkları da geçmişti işte. Sağa da döndü mü gelmiş oluyordu evine. Derken telefonu çaldı yine ama açmadı bu sefer. Çok yorgundu. Evinin kapısını açarken hemen yemeğini yiyip kahvesini de içtikten sonra yatmayı düşünüyordu.

- Hoş geldin Saim, hadi hemen ellerini yıka da sofraya oturalım.

- Hoş bulduk Buket, siz geçin ben de hemen geliyorum.     

Gergin bir hoş geldindi bu, Hoşbulduk da  en az o gerginliği aratmayacak nitelikteydi. Sonra salondan koşarak gelen ve babasının kucağına atlayıp “ hoş geldin babacım” diyen Sude’nin öpücükleri tüm gerginliğini alıvermişti Saim’in. Sonra ailecek sofraya oturdular. Aslında tam da ailecek değildi. Bir eksik vardı masada. Anneleri… Zaman zaman masada bulunmaz, odasında yerdi yemeğini, genelde de hastalığını bahane ederdi Gülfer hanım. Buket ise birlikte yemek için ısrar etmez hatta bu durumdan için için memnun bile olurdu. Ve bu akşam yine o akşamlardan biriydi. Saim’in yine fena halde canı sıkılmıştı bu duruma.

- Sude, kızım büyükannen odasında mı yiyor yine bu akşam?           

- Bırak Saim, odasında yesin. Demek ki kendini öyle daha rahat hissediyor kadıncağız.    

Oldukça sinirlenen Saim yerinden kalktığı gibi odaya gitti. İçeri girdiğinde ise Gülfer hanımın koltuğunda oturduğunu ve karşı duvardaki tabloya uzun uzun baktığını gördü. Zaten ne zaman canı sıkılsa hep bunu yapar bir nebzede olsa sıkıntısını giderirdi. Bu durumu gören Saim, rahatsız etmek istemediğinden geri adımlarla odadan çıkarken tepsideki bulaşıkları gördü birden. Bir şey dikkatini çekmişti.

Tepsidekiler, sofralarındaki çatal kaşıklardan değildi. Değiştirmeden önceki eski olanlardandı. Hiçbir şey demedi Saim. Sofraya tekrar oturdu ve düşünceli bir şekilde yemeğini yemeğe devam ederken birden Buketin sesiyle irkildi.

- Saim bak ne diyeceğim? Annemiz evde çok yalnız kalıyor, yaşıtları olmadığından çok sıkılıyor. Görüyorsun şuanda bile odasında. Hem üstelik Sudeye de şu dediğim dadıyı tutalım artık. Kızımız için daha iyi olacak inan bana. Allah aşkına annemizin bakmasıyla nereye kadar? Tamam şimdiye kadar baktı büyüttü ona bir lafım yok ama anla işte sen de.     

Saim uzun uzun Buketin gözlerinin içine baktı, tek bir söz etmedi.                  -

- Bir şey demeyecek misin Saim?              

- Başlama yine Buket, Bıktım usandım senin bu laflarından.      

O sıra odadan çıkan Gülfer hanım masaya doğru yaklaştı. Hafiften bir tebessüm vardı yüzünde ama acı olanından.

-Oğlum daha önce de dedim size ama sen bir türlü dinlemedin beni. Her hafta ziyaretime gelirsiniz torunumla. Zaten yalnız koymazsınız beni bilirim. Hem tek ben değilim ya. Bir çok kişi vardır illaki. Üstelik canım da sıkılmaz hiç. Yeni yeni arkadaşlar da edinirim.            

Buket, Saim’in gözlerine baktı o an. Saim ise Gülfer hanımın. Sude küçük yaşına rağmen birşeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Kimse o an konuşmadı herkes sus pus olmuştu ama ortalık çığlıkçığlığaydı adeta . Gülfer hanım ağır adımlarla odasına çekildi tekrar. Torunu da onu takip etti. Zaten ne zaman büyükannesini böyle görse mutlaka yanına gider sarılır, öper koklardı onu. Hatta geceyi de büyükannesinin koynunda geçirirdi. O gece de öyle oldu. Saim ise canı sıkkın şekilde odasına çekildi yatağına uzandı. Buket kocasının dudağına bir buse kondurdu uyumadan önce. O gece tek mutlu olan oydu.       

Ve gelmesi istenilmeyen o gün geldi çattı,  Gülfer hanım valizini kapının önüne getirirken Saim elinden alıp arabasına yerleştirdi valizi. Sude iki gözü iki çeşme ağlarken, birden büyükannesine sarıldı ve o an Saim’in de gözleri doldu ama belli etmemeye çalıştı. Buket ise elini öperken Gülfer hanımın oldukça donuktu. Sonra kızına seslendi birden.

- Sude hadi artık kızım sen içeri gir ödevlerini yap, oyalama büyükanneni de binsin arabaya       

Saim oldukça sert bir bakış attı Bukete. Sonra da arabasına binidiği gibi götürdü Güler hanımı gideceği yere. Giderken, duvarında asılı olan tabloyu da yanına alan Gülfer hanım, yeni odasına yerleşirken ilk iş olarak o tabloyu yatağının karşısındaki duvara astı. Bir hasretlik bir özlem vardı içinde.  Camdan dışarı baktı. Dolunay vardı havada ve yıldızlar kum gibiydi. Kendi kendine mırıldandı içini döktü adeta.                    

-Ahhhh Ercüment bey ahh. Ne vardı sanki erkenden göçüp gidecek. Nasıl da koyup gidiverdin biricik ada kızını sen. Sensiz evlat büyütmek ne zordu bilemezsin. Madem böyle yalnız bırakacaktın da ne diye buralara getirdin beni a delioğlan.  Gerçi ben pek mi akıllıyım. Ama sen de pek bir civanmert askerdin be Ercümentim. Eh ben de 18 lik kız aklıyla kaçıverdim senle Anadoluya. Daha dün gibi. Hey gidi günler hey.     

İlk haftalar ailesi Gülfer hanımın ziyaretine düzenli olarak gitseler de zamanla aksamalar başladı. İki ya da üç haftada bir olmaya başlayan ziyaretler ayda bire kadar düştü. Saim elinden geldiğince  kızı Sudeyle gitmeye çalışsa da, Buket ilk zamanlar ziyaretine gitmiş daha sonraları uğramaz olmuştu.   

Zaman geçtikçe Sude büyükannesini çok özlediğini hisseder oldu. Onunla geçirdiği zamanı, oynadıkları oyunları, anlatılan masalları anımsadı. Çok özlemişti. Bir gece yatağından kalkan Sude büyükannesinin odasına gidip orada yatmak istedi ancak odaya girdiğinde dünya başına yıkılmıştı. Çünkü Büyükanneye ait ne varsa herşey kaldırılmıştı odada. Annesi tamamiyle kendi zevkine göre döşemişti odayı. Sabah olduğunda annesiyle hiç konuşmayan Sudenin suratı oldukça asıktı ve o şekilde pek de iştahlı kahvaltı etmeden okuluna gitti. Buket ilk başta bu duruma anlam veremediyse de daha sonra anladı ama pek de umursamadı. 

Akşam olduğunda ise ailecek yemek yedikten sonra Saim TV’deki haberleri   izlerken Buket de mutfakta kahve hazırlıyor, Sude ise salonda bebekleriyle oynuyordu. Bebeklerinden biri anne, biri baba diğeri ise çocuktu. Eski bir tane daha bebeği vardı. O bebeğine büyükanne rolünü vermişti. Kendini oyuna kaptıran Sude bebekleriyle konuşmaya başladı.      

-Sen burada kal , uzak dur, eskisin çünkü.  Uzakta ye yemeğini.

Bu arada oyuncaklarının içersinde eski bir kaşık gören Sude             

– Sen bununla ye, güzelleriyle anne baba ve çocukları yiyecek.

Bu sözler Saimin dikkatini çekti bir an ve neden böyle oynadığını sordu kızına.

- O bebek artık yaşlı baba , yeni bebeklerimin yanında onu istemiyorum. Hem bebeklerim de onu istemiyor. Hatta bir daha ki sefere bu eski bebekle oynamayacağım. Büyükannem de öyle olmadı mı?

 Saim ile Buket o an donup kaldılar.                

-Siz önce onu masaya almadınız, Sonra odasında yemeğini yedirttiniz, en sonunda da evimizden başka bir yere götürdünüz. Hatta annem odasındaki eşyaları bile attı. Ben de yarın bu eski bebeği atacağım önce. Hatta birkaç tane de elbiseleri var onları da atacağım. Bebeği attıktan sonra elbiselerini ne yapayım? Değil mi anne? 

Saim ile Buket ne diyeceklerini bilemediler ama asıl hayat derslerini birazdan alacaklarından haberleri yoktu. Sude tüm masumluğuyla konuşmasına devam ediyordu.

-Anne, baba benim de büyünce çocuklarım olacak değil mi? Siz de bu bebek gibi yaşlı olacaksınız. Ben de sizin rahat olmanız için  büyükannemin gittiği yere götüreceğim sizi. Çünkü siz de büyükannemin rahatı için öyle yaptınız.

O an Buket elindeki kahve fincanını düşürecek gibi olurken Saim ise tokat yemişe döndü. 9 yaşındaki kızından alıvermişti hayat dersini. Kendini toparlayan Buket yatma vaktinin geldiğini bahane ederek Sudeyi odasına gönderdi. Saim hemen konuşmaları gerektiğini söylerken, Buket geç olduğunu, başka zaman konuşabileceklerini dese de Saim sert bir uslupla şimdi konuşacaklarını söyledi. Buket Saimi ilk kez bu şekilde gördü ve çok ürktü. Saim en kısa zamanda annelerini geri getireceğini söylese de Buket ilk başlarda ikna olmadı . Küçük bir çocuğun farkında bile olmadan sarf ettiği cümleleri bu kadar ciddiye almasının anlamsız olduğunu, ilk başta kendisinin de etkilendiğini ama duygusallığının lüzumsuz olduğunu  belirtse de Saimin kararlı olduğunu görünce istemeye istemeye kabul etti.

Sabah olduğunda Saim ile Buket yola çıktılar. Saim son derece heyecanlı ve sabırsızdı. Buket ise bir o kadar isteksiz. Sude sevinçle büyükannesinin yolunu gözlemeye başlamıştı bile. Huzur evine gelen Saim ve Buket vakit kaybetmeden müdürün odasına çıktılar. Tam o sırada ise Saim’in telefonu çaldı .Telefonun öbür ucundaki, huzuevinin müdürüydü. Yani Saim’in şuanda önünde duran kapının ardındaki adam. Ses oldukça kötü geliyordu. Saim bir anlam veremedi. Zaten huzurevinde olduklarını söyleyerek telefonu kapattı ve odanın kapısını çalarak içeri girdiler. Müdür de çok şaşkındı bu zamanlamaya ve bir o kadar da üzgün.

- Saim bey söze nasıl başlayacağımı, ne diyeceğimi bilemiyorum. İnanın çok ama çok üzgünüm.

- Müdür bey  ne demek istiyorsunuz lütfen açık konuşun. Bir şey mi oldu annemize?

- Saim bey, Buket hanım maalesef anneniz ani bir kalp krizi ile bu sabah hayatını kaybetti. Sizi de bu yüzden arıyordum ancak rastlantıya bakın ki siz de anneniz için buraya gelmişsiniz. Çok üzgünüm gerçekten başınız sağolsun.

Saim hiçbir şey diyemedi, dili boğazına tıkılmıştı sanki. Buket ise ayakta durmakta zorlandı bir an. Yanındaki koltuğa yığıldı kaldı. Taş kesilmişti adeta. Saim hıçkırıklara boğulmuştu. Müdür bey ise her ikisini teskin etmeye çalıştı. Bir müddet sonra ise elindekini Bukete uzattı.

- Bu da annenizin geçen gün size yazdığı mektupmuş. Sanırım telefonlarına cevap vermemişsiniz o da içindekileri kağıda dökmüş. Bakıcısı anlattı bize de . Buyurun emanetinizi.

Saim de Buket de böyle bir şey beklemiyorlardı. Buket kendisine uzatılan zarfı aldı. Bir türlü açmaya cesaret edemedi. Evde okumayı düşündü önce ama dayanamadı ve elleri titreyerek açtı zarfı. Saimle ile göz gözeydiler. Tarifsiz bir sıkıntı vardı içlerinde. Buket o buhran ile okumaya başladı mektubu. 

- Kızım Buket, kınalı kuzum benim. Seni nasıl özledim, kokuna nasıl hasret kaldım bir bilsen. Hele kuzumun kuzusu Sudem burnumda tütüyor. Annesinin bir tanesi, hem analık hem babalık yaparak büyüttüm ben seni. Babacığını kader elimizden aldığında sen daha 9 yaşındaydın. Tam Sudem’im kadarcık. Seni elimden geldiğince hiç birşeye muhtaç ettirmeden büyütmeye çalıştım . Ama yerine göre bir yere kadar yetişebildim. Sen üniversiteyi kazanınca ayrı bir gurur ve sevinç yaşadım. Hep gurur duydum seninle. Ama sen içindeki boşluğu bir türlü dolduramadın. Ben de beceremedim babasızlığının eksikliğini sana hissettirmemeyi. Babasızlığını sebepsiz yere bana yükledin. Nedense uzak oldun. Hep bana soğuktun. Sen de göremediğim evlat yakınlığını damadım Saimde gördüm adeta. Keşke onun kadar yakın ve merhametli olsaydın bana. Beddua etmiyorum sana. Hiç kıyabilirmiyim kuzuma ben. Ama ilahi adaletin tecelli edip de merhametimin önüne geçmesinden korkmuyor değilim. Birkaç gündür kendimi iyi hissetmiyorum kuzum. Bu yüzden bu mektubu yazdım sana . Sudemi bol bol öp benim yerime, oğlum Saimime de söyle hakkını helal etsin bana. Benden sizlere helal olsun.

Buket’in elinden yere düşen mektup, dünyasını alt üst etmişti.  Saim ise sanki dünya yıkılmış da altında kalmış gibiydi o an. Dönüşü olmayan, telafisi imkansız bir hatanın içinde  boğuluyordu ama artık herşey için çok geçti. Halbuki kendisini dünyaya getirirken hayatını kaybetmiş hiç göremediği annesinin yerine koymuştu onu. Tüm annelik hasretini onda gidermişti. Nasıl böyle bir gaflete düşmüş kendi bile anlayamamıştı. Ağlıyordu, sadece hıçkıra hıçkıra bir çocuk gibi ağlıyordu Saim. Çünkü elinden başka bir şey gelmiyordu artık.

Göz yaşları içinde yine yeniden yere düşen mektubu eline alan Buket tekrar okumaya başladı.  Kocası Saim yine yoktu, gelmemişti. Aradan kaç yıl geçti saymıyordu bile artık.  Biricik Sudesini nasıl da özlemişti. Mektup o denli yıpranmış ve her okunduğunda gözyaşlarıyla o kadar haşır neşir olmuştu ki yazıları bile dağılmış zor okunur olmuştu. Artık satır satır ezbere biliyordu Buket annesınden yadigar bu mektubu. Her okuduğunda da yine annesinden kalma o duvardaki tabloya bakıyordu. Beşparmak dağları nasıl da heybetiyle selamlıyordu öyle maviliği. Gülfer hanımın hasret ve özlem çektiği baba ocağı. Şimdi orada Beş parmakların kuzey eteklerinde St. Hilarion kalesi ile Kantara kalesi arasında kalan bir yerde idi mezarı vasiyeti üzerine. Ve Buket yıllar önce annesinin son nefesini verdiği yerde geçiriyordu günlerini kimsesiz. Aşkının peşinden hiç düşünmeden giden ve sevdiği adam ile huzurlu, mutlu hayat yaşamak isterken hayalleri hayal olup, evladını babasız büyütmek zorunda kalan ve son günlerini hiç de hakkettiği gibi yaşayamayan o masum ada kızının korktuğu başına mı gelmişti yoksa.

Yoksa ilahi adalet tecelli edip ana merhametinin önüne mi geçmişti?

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi