ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 12-02-2024 23:24   Güncelleme : 13-02-2024 05:53

Kervansaray / Ahmet Keskin

Yazan: Ahmet Keskin -KERVANSARAY

Kervansaray / Ahmet Keskin

KERVANSARAY

Sur dibinde öylece durdu. Bakışları yerden, yukarılara doğru kaydı. Büyümüş gözleri, şaşırmış hali ile farkına varmadan ağzını açmış, dudaklarından sözler dökülmüştü.

"Bu taşları hangi güç ile kaldırdılar?"

Taş bloklar birbiri üstüne konmuş, yükselti dörtten beşe, orada kavislenerek kubbeye dönüşmüştü. Böylesi derinliği olan sayısız bölümler vardı. Başını yukarı diktiğinde isli taşlar, taşlar üzerine işlenmiş şekiller, kıyıda mermer bir sütun vardı.

Sütuna yaklaştı. Eliyle yokladı. Pürüzsüz bir yüzey, eskiden kalma buz gibi bir soğukluk vardı. Kulağını sütuna dayadı.

"Bana dünlerini anlatsana" sözcüklerini fısıldadı.

Mermer sütun; "Kapat gözlerini ve sadece dinle" diyerek karşılık verdi.

Göz kapaklarını kapattı.

"Sesim geliyor mu?"

"Geliyor" dedi.

Sütun devam etti; "Dünün ıssız yerinde, yolcu uğrak yerindesin. Biraz önce girdiğin o demir kapı bugünden."

Gerçekte kapı, sedirden ve kalın kütüklerden yapılıydı. Her sabah arkasındaki sürgü açılır, gıcırdayan menteşeler içerde bulunanlara sanki( "Gün başlıyor, haydi ayaklanın" derdi. Yerlerde, ranzalardaki ot yataklarından uykusunu almış bedenler doğrulur, köşedeki taş oluktan akan suya varılır, serin sular yüzlere çarpılır, uyku açılırdı.

Biraz ötedeki taştan ocaktaki yanan, ateş üstündeki kazanlarda çorbalar kaynardı. Görevliler ellerinde kepçeleri ile tahtadan çanaklara çorbaları katar, fırından çıkmış ekmeklerden koca koca dilimlenmiş ekmekler uzatılır; “doyum olsun" eklenirdi.

Yolun misafirleri karınlarını tıka basa doyurur, boş tabakları, tahta kaşıklarla bulaşık taşlığa bırakır, teşekkürlerini sunarlardı.

Karın doymuş, yükler develere, yolcular atları eğerlemeye, merkeplerin yularını germeye başlardı.

Hanın görevlileri: "Bir eksiğiniz, ihtiyacınız var mı?“ soruları ile aralarında dolaşırdı. Her birinin yola huzur içinde devam etmelerini sağlamak için didinirlerdi.

Misafirler yüklerinden, yeni geleceklerin kullanması için hediyeler bırakır, verecek gücü olmayanlara laf edilmez, yanlarına ilave yolluklar verilirdi.

Bu taş yapının bünyesinde gidenler, gelenler eksik olmaz, önde gelen buranın düzen içinde çalışmasını sağlardı.

Bu gördüğün taş sığınak; beye, garibe, hastaya, sağlıklıya, ya da yabancıya ayrım yapmadan el ayak olurdu.

Ayakta bedeni mermer sütunda, kulağı dilinde, sorusu; "Dostu kadar düşmanı var mıydı?"

"Olmaz mı?”

Dost zarar vermez, düşman açıktan geçerdi. Kapıdan içeri adım atana kol kanat olunur.”

"Koruma?"

"Bulunur.”

Her gece yolcular dinlenmeye çekildiğinde; kapılar dışa kapanır, gözcüler yerini alır, geç vakit gelenlere dışarıda göz kulak olunurdu.

Bu yıllar, asırlar boyu sürmüştür. Içindeki öyküler taşların derinlerinde, toprağın yüzünde saklıdır. Eştikce yeni öyküler, dinledikçe türküler, yol ve yolcu anıları yüklüdür.

Tarihin dünü, göçen, yıkılan duvarların, merdiven basamaklarının, odun ateşinin islerinde gömülüdür.

Bugün kolayca "bugün" olmamış, nal sesleri, kılıç şakırtıları, kalkan çınlamaları, çekilen, kınına sokulan hançerler bütünüdür.

Sütundan gövdesiyle, kulağını çektiğinde arkadaşının sesiyle irkildi.

"Süleyman?"
"Buyur."
"Bu ne hal?"
"Sütun anlattı ben dinledim."
"Neler anlattı?"
"Dünleri."

Tabakasını çıkarıp bir sigara sardı. Kibritine davranırken tabakayı arkadaşına uzattı.

"Sar" dedi.

Yüksekçe devrilmiş taşa ilişip oturdular. Sigaralarını yaktılar. O, bakışlarını kapıya doğrulttu.

Sanki yorgun bir kervan, çıngırak sesleri arasında içeriye giriyordu.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi