ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 16-12-2022 17:45   Güncelleme : 24-12-2022 23:00

Nazlı

Yazan: Ümmügülsüm Hasyıldırım -NAZLI

Nazlı

NAZLI 

Yere ateş yakmış, kazanı ocağın üzerine kondurup, içerisini suyla doldurmuştu. Altını ateşleyip suyu kaynatınca da çökerttiği küllü su ve beyaz sabunla önce gömleklerin yakasını çitiledi. Yüreği kıpır kıpırdı. Neşe mi yoksa başka birşey mi mana veremedi.

Nazlı henüz otuz yaşındaydı. Kendisini deliler gibi seven bir eşi, dünyalar tatlısı beş çocuğu vardı. Güzeller güzeli Nazlı mutluluğu gökyüzüne yazmıştı adeta. Yüzü al aldı. Neşesi sevgisinden olmalıydı.

Şarkı söylermiş gibi mırıldanarak leğenin başına çöktü. Elini suya daldırdı. Dumanı üzerindeki leğeni çalkaladı, çalkaladı. 

Elleri sıcak suyun ve sabunun etkisiyle bembeyaz buruşuk gibi olmuştu. Kemiklerine kadar hisseti suyun sıcaklığını ancak umrunda bile değildi. Üç oğlu, iki kızı vardı. En büyüğü on bir, onun küçüğü dokuz, en küçük oğlansa yedi yasındaydı. Kızlar onların küçüğü. Birisi beş, diğeri bir buçuk yaşında. Bahçede oynayan oğullara emirler yağdırıyor, büyük kızını bir buçuk yaşındaki kardeşine bakması için uyarıyordu. Eşi gelmeden çamaşırları bitirmek istiyordu.

Kendini kaptırmış çamaşırını yıkarken karşı komşusu koşarak geldi. Nefes nefeseydi. Ağzından kelimeler çıkmak bilmiyordu. Derdini anlatamıyor ha bire çekiştiriyordu  Nazlı'yı. Sözcükler düğüm düğümdü boğazında. "Hasan" dedi, "Hasan amcan kaza yapmış." Başından kaynar sular boşaldı. Ne yapacağını, nereye gideceğini bilemedi. Gözlerinden yağmur tanesi gibi yaşlar akmaya başladı. Her şeyi ortada bırakıp komşusuyla düştü yollara. Ablasına gidecekti. Yolda karşılaştılar ablasıyla, "Sana geliyordum." dedi Nazlı'ya. "Bılla emmim" dedi. Ablası, "Tamam hadi eve gidelim" dedi ve tuttuğu gibi eve getirdi Nazlı"yı. Sakinleştirmek istiyor ama nasıl yapacağını bilmiyordu.   

Gözlerinde yaş, dilinde buruk bir tad, kulaklarında uğultu gittikçe artıyordu. 

Nazlı'nın başı dönmeye başladı. Mana veremiyordu.  Çamaşırlar ortadan kaldırılmış, çocuklar komşulara bırakılmıştı. Ne oluyor diye aptal aptal bakındı. Boğazına düğümlenen nefesi her an biraz daha büyüyor, nefes alamıyordu. Ev ana baba gününe döndü. Hiçbir şey duymak istemiyor, duyacaklarından korkuyordu. 

"Oğluuuummmm!!!!"
Olduğu yere çivi gibi çakılıp kaldı Nazlı. Bu alt katta oturan kayınvalidesinin sesiydi. Koşmak istedi. Ayakları tutmadı. Bütün bedeni isyana durdu. İç çekti. "Emmim!" dedi. Ablası gözyaşlarıyla "Sakin ol. Emmin değil" diyebildi.  "Anam!" dedi genç kadın. "Anam oğlum!" diyor

Herkes dilsiz, herkes sessizdi. Uğultu aldı evin içerisini. Herkesin iki gözü iki çeşmeydi. Diller lâl olmuş, sükûtu çıkış yolu bulmuşlardı. 

Konduramıyordu Nazlı,
"Yok yok olmaz!" dedi kendi kendine. Evin içerisine baktı. Yer yarılmış insan çıkmıştı sanki. Ben neredeyim, bu insanların ne işi var der gibi bakındı. Düşünmek istemiyordu. Korkuyordu. İçine oturan boşluk git gide büyüyor, uçuruma dönüyordu. Tıkandı. Nefes alamadı. Olduğu yere yığıldı. Konu komşu kucaklayıp yatırdılar divana.

Kocasını bütün köylü çok severdi. Sülâlenin göz bebeğiydi. Herkesin yardımına koşar, her yaralı parmağa sargı bezi olurdu. Gönüllere taht kuran sevdiği hakkında kısık sesle konuşulanları rüyada zannediyordu. 

Öğleden sonraydı. Dışarıda gürültü koptu. Yerinden fırlayan Nazlı, merdivenlere koştu. Kayınvalidesinin yürek yakan sesine, eşinin, can yoldaşının, hayat arkadaşının kan kokusu eşlik etti. Battaniye indirdiler evden. Dokunmaya kıyamadığı eşi, sabah evden dağ gibi çıkmıştı. Oysa şimdi battaniyeye upuzun koymuşlar, öyle çıkarıyorlardı eve. Kan revan içinde merdivenlerden yukarı çıkardılar can yoldaşını. Boylu boyunca uzatıverdiler bembeyaz tahtalar üzerine. 

Ayaklarının önüne uzatılan sevdiceğinin üzerine eğilip, yüzünü açmak istedi Nazlı. Ordan bir ses "Göstermeyin, tomruk düşmüş başına, ezilmiş. Kafa yok." dedi. 

                                           

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi