SİNEMA / TİYATRO
Giriş Tarihi : 01-11-2024 13:49   Güncelleme : 07-11-2024 09:17

Kayıp Ruhlar: Heneke ve Kubrick Sinemasında Kötülüğün Anatomisi / Turgay Adlım

Turgay Adlım -KAYIP RUHLAR: HANEKE VE KUBRİCK SİNEMASINDA KÖTÜLÜĞÜN ANATOMİSİ

Kayıp Ruhlar: Heneke ve Kubrick Sinemasında Kötülüğün Anatomisi / Turgay Adlım

KAYIP RUHLAR: HANEKE VE KUBRİCK SİNEMASINDA KÖTÜLÜĞÜN ANATOMİSİ

Perdeye düşen gölgeler, sadece görüntüler değil, ruhumuzun derinliklerine işleyen birer aynadır. Michael Haneke, bu aynanın ustasıdır.

Toplumsal yaraları deşen bir şifacı gibi, acıtır ama aynı zamanda iyileştirir de. Beyaz Kurdele, masumiyetin lekelendiği bir dünyada, kötülüğün filizlendiği toprağı gösterir. Görsel bir şiir gibi akan filmde, kadrajın dışına itilenler, aslında hayatın akışından koparılan, ipleri başkalarının elinde olan kuklalardır. Çocukların yaşadığı fiziksel ve duygusal istismar, toplumun karanlık yüzünü ve geleceğin potansiyel canavarlarını besleyen bir ortamı gözler önüne serer. Haneke, seyirciyi rahatsız ederek, bu çarpık döngüyü sorgulamaya ve altında yatan nedenleri anlamaya zorlar.

Stanley Kubrick ise, bu kuklaları sahneye koyan görünmez elleri arar. “Otomatik Portakal” da Alex, Beethoven'ın senfonilerinde ruhani bir haz bulurken aynı zamanda şiddetin girdabında kaybolur. Klasik müziğin zarafetini vahşetle birleştirerek yarattığı tezat, insan doğasının karmaşıklığını ve içinde barındırdığı çelişkileri vurgular. Kubrick, Alex'in şiddet dolu eylemlerini estetize etmez, aksine onları tüm çirkinliğiyle göstererek seyirciyi rahatsız eder ve bu rahatsızlığın kaynağını sorgulamasını sağlar. Haneke bizi gerçekliğin keskin yüzüne çarparken, Kubrick distopik bir geleceğin kabuslarında dolaştırır. İki usta, aynı soruyu fısıldar bize: "Kötülük, insanın kaçınılmaz kaderi midir?" Yoksa Nietzsche’nin dediği gibi "Tanrı öldü" ve ahlaki pusulamızı kaybettik de ondan mı bu haldeyiz? Modern toplumun değerleri ve inançları erozyona uğramış, bireysellik ve özgürlük arayışı, ahlaki bir boşluğa yol açmıştır. Bu boşlukta, kötülük kök salar ve serpilir.

Modern dünya, sirenlerin şarkısıyla bizi mutluluk vaadiyle dipsiz bir kuyuya çeker. Tatmin canavarları, etik değerleri ayaklar altına alarak, haz peşinde koşarlar. Funny Games'in soğukkanlı gençleri, ellerinde silahlar ve sadistçe gülümsemelerle, bu canavarların en korkunç yüzüdür. Seyirciyi doğrudan muhatap alarak, filmin gerçekliğine dahil ederler ve bu rahatsız edici deneyim aracılığıyla şiddetin doğasını ve medyanın rolünü sorgularlar.

Otomatik Portakal'daki Alex ise, şiddeti bir sanat eserine dönüştürür, Beethoven’ın ihtişamlı müziği eşliğinde vahşete teslim olur. Bu ironik birliktelik, kötülüğün çekiciliğini ve estetize edildiğinde nasıl tehlikeli bir hale gelebileceğini gösterir. Peki, bu haz uğruna neleri feda ediyoruz? İnsanlığımızı mı? Vicdanımızı mı? Yoksa bizi biz yapan özümüzü, ruhumuzu mu?

Haneke ve Kubrick, sinemanın karanlık dehlizlerinde dolaşırken, bizlere toplumun çarpık bir portresini sunarlar. Ekonomik faydanın kutsandığı, tüketim çılgınlığının hüküm sürdüğü bu dünyada, her şeyin bir etiketi vardır ama hiçbir şeyin değeri yoktur. Doymak bilmeyen arzular, insanı bir labirentte kaybolmuş, anlam arayan bir çocuğa dönüştürür. Beyaz Kurdele’deki çocuklar, yetişkinlerin ikiyüzlülüğü ve baskısı altında ezilirken, Otomatik Portakal’daki gençler, sistemin yarattığı boşlukta şiddete sığınır. Her iki film de, toplumun birey üzerindeki etkisini ve bu etkinin nasıl yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini gözler önüne serer.

Ancak Beyaz Kurdele, karanlığın içinde bir umut ışığı da yakar. Sorgulamak, düşünmek, eleştirmek ve en önemlisi kendi içimize dönmek... İşte kötülüğe karşı koymanın yolu. Bu yol, zorlu ve dikenlidir. Çünkü kafamızı kuma gömmek, kendimizle yüzleşmekten daha kolaydır. Acı verir gerçeklerle yüzleşmek. Ama Haneke ve Kubrick'in filmleri, bize ayna tutar, rahatsız eder, uyandırır. Bizi düşünmeye, sorgulamaya ve kendi içimizdeki karanlıkla yüzleşmeye davet ederler.

Bu tatmin girdabından nasıl kurtuluruz? Algımızı, dünyayı ve kendimizi nasıl yeniden tanımlayabiliriz? Kendi içimizdeki karanlığı nasıl aydınlatabiliriz? Gerçek mutluluğu nerede aramalıyız? Bu soruların cevapları, belki de insanlığın geleceğinin ve kurtuluşunun anahtarını saklıyor. Belki de cevap, dışarıda değil, kendi derinliklerimizdedir. Belki de kurtuluş, gözlerimizi perdedeki gölgelerden ayırıp, kendi içimize bakma cesaretini göstermekte gizlidir.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi