SİNEMA / TİYATRO
Giriş Tarihi : 10-12-2024 23:38   Güncelleme : 11-12-2024 08:07

Bahçevan / Serhan Poyraz

Serhan Poyraz -BAHÇEVAN

Bahçevan / Serhan Poyraz

BAHÇEVAN

Bir varmış, bir yokmuş...

Develerin tellal, pirelerin berber olduğu zamanların içinde bir zaman, güzel bir bahçede dünya üzerindeki en zarif ve büyüleyici bir gül yetişmekteymiş. Yalnız, güzelliği herkesi kendine hayran bırakan bu gül, sessiz, gururlu ve yalnızmış. Bahçeye gelen herkes gülün eşsiz güzelliğine hayranlıkla bakar fakat kimse ona yaklaşmaya cesaret edemezmiş…

Bir gün, aynı bahçede yaşamakta olan bir bülbül, sessiz, yalnız ve diğerlerinden farklı olan bu gülü görür görmez aşık olunca, her gün gülün etrafında dolanıp onun güzelliği için şarkılar söyler olmuş. Fakat gül, bülbülün bu saf ve tutkulu aşkına hiçbir zaman karşılık vermeyip hep sessizliğini korurmuş.

Bülbül ise, gülün ilgisizliğine rağmen ona olan aşkından asla vazgeçmemiş. Gülün dikenlerini bile bir güzellik işareti görmüş ve onun aşkı için her türlü acıya katlanmaya razı olmuş. Ve günlerden bir gün bülbül, aşkının büyüklüğünü göstermek için kendini gülün dikenine feda etmiş. Kanayan kalbinden dökülen kanlar, gülün yapraklarına damlamış ve o günden sonra gül kırmızı renge bürünmüş…

Bülbül yani aşkı uğruna her türlü fedakarlığı yapan, sevgiliye ulaşmak için çabalayan âşık…
Onun şarkıları, aşkın coşkusunu ve aynı zamanda acısını dile getirir.

Gül yani aşkın idealize edilmiş, erişilmesi zor olma hali…
Gülün sessiz, gururlu ve yalnız olması, aşkın ulaşılmazlığını ya da aşkın zorluğunu simgeler.

Gülün dikenleri yani aşkın acı veren, fedakarlık isteyen yönünü simgeler. Ancak çekilen acılar, aşkın güzelliğini daha anlamlı hale getirir.

Kan ve kırmızı gül yani bülbülün gül uğruna döktüğü kan, aşkın bedelini ve tutkunun yoğunluğu simgeler. Ve bu fedakarlık, aşkı ölümsüz ve kutsal bir hale getirir.

Bülbül ile gülün hikâyesi, aşkın sadece bir mutluluk kaynağı değil, aynı zamanda sabır, fedakarlık ve acı dolu bir yolculuk olduğunu anlatır. “Bülbül ile Gül” metaforu aşkın doğasını ve özellikle tasavvufta insanın hayatındaki derin anlam arayışını, güzelliğe ve mükemmeliyete ulaşma çabasını ifade eder. “Bülbül ve Gül” metaforunun edebiyat ve sanattaki yerini düşününce ise, melodramdan bahsetmek gerekir.

“Melodram,” yüksek dozda duygusallığın olduğu, karakterlerin acı, mutluluk, fedakarlık ve aşk gibi güçlü duygularla hareket ettiği bir edebiyat ve sanat türüdür.

Melodramlarda sınıfsal farklılıklar, toplumsal baskılar, aile çatışmaları, yanlış anlamalar gibi dramatik çatışmalar ve trajik olaylar oldukça güçlü duygusal anlarla ön plana çıkar. Karakterler genellikle keskin çizgilerle “iyi” veya “kötü” olarak tasvir edilir. “İyi” karakterler masum, dürüst ve fedakârken; “Kötü” karakterler zalim ve bencil olarak genellikle anılmakta olan bir aşk hikâyesinin merkezinde yer alırlar. Duygular o kadar abartılı bir şekilde ifade edilir ki, bu da melodramın izleyiciyi derin bir duygusal etkiye maruz bırakmayı hedeflemesinden kaynaklanır.

“Melodram” kelimesi, Yunanca “melos (şarkı)” ve Fransızca “drame (drama)” kelimelerinin birleşiminden türemiş bir kelimedir. Melodram 18. yüzyılda müzikle desteklenen tiyatro oyunlarını tanımlamak için kullanılırken, aynı yüzyıl içinde ve takip eden 19. yüzyılda popüler bir tiyatro türüne evrilmiştir.

Melodram 20. yüzyılda ise edebiyat ve sinema dünyasında popülerlik kazanmıştır. Hollywood’da melodram özellikle Douglas Sirk gibi yönetmenlerin filmlerinde dikkat çeker. Örneğin, Douglas Sirk’in 1955 yılında çektiği “All That Heaven Allows (Cennetin Kendi Gerekçeleri)” önemli bir melodramdır. Başrollerini Jane Wyman ve Rock Hudson’un oynadığı bu film, 1950’lerin Amerika’sında toplumsal normlar, sınıf farklılıkları ve aşk arasındaki çatışmayı duygusal bir dille işler.

“Elmayı alan bilir
(oy, oy)
Şeftali satan bilir
(oy, oy)
Güzel kızın kıymetini
(oy, oy)
Kimsesiz yatan bilir
(oy, oy)

Bahçevan geldi, bahçevan geldi

Deh deh, dül dül deh deh, dül dül
Sen düldülsün, ben bülbül
Deh deh, dül dül deh deh, dül dül
Sen düldülsün, ben bülbül”

Türk Sineması’nda ise 1960 ve 1970’lerde melodram filmler altın çağını yaşamıştır. Bu filmler genellikle sınıf farkları, imkânsız aşklar ve toplumsal baskılar üzerine yoğunlaşmıştır. İşte bu filmlerden biri de, Nejat Saydam’ın 1963 yılında çektiği “Bahçevan” filmidir.

Zeki Müren, 1960’larda hem müzikte hem de sinemada zirvede olan bir sanatçıydı. Yeşilçam’ın “Küçük Hanımefendi”si Belgin Doruk da o dönemin en popüler aktristlerinden biriydi. Daha önce de “Son Beste” filminde birlikte oynayan o dönemin bu iki popüler ismi bu kez Nejat Saydam’ın “Bahçevan” filminde buluştular. Bu filmde Zeki Müren ve Belgin Doruk’a eşlik eden oyuncular arasında Vahi Öz, Ali Şen, Melahat İçli gibi önemli Yeşilçam figürleri de vardı.

Hani “Bülbül ile Gül”ün hikâyesinden az önce bahsettim ya, işte şimdi sıkı durun...

Bu filmde “Bülbül Ali” zamanın yaklaşık iki milyon nüfuslu İstanbul’undaki tarlasından ekmeğini çıkarmaya çalışan fakir ama çalışkan ve gururlu bir bahçıvandır. Aynı zamanda da son derece duygusal ve fedakâr bir kişiliğe sahip yakışıklı bir gençtir. Mahallenin kızlarının kendisine olan hayranlıklarının farkında olan Bülbül Ali, daldan dala konmaktadır ta ki bir öğretmen olan “Gülsen”i görene kadar.

“Ayvalarım sarardı
(oy, oy)
Deli gönlüm karardı
(oy, oy)
Yarime nar yolladım
(oy, oy)
İçinde kalbim vardı
(oy, oy)

Bahçevan geldi, bahçevan geldi

Deh deh, dül dül deh deh, dül dül
Sen düldülsün, ben bülbül
Deh deh, dül dül deh deh, dül dül
Sen düldülsün, ben bülbül”

Gülsen, İstanbul’a yeni gelmiş bir öğretmendir, hem de Bülbül Ali’nin küçük kardeşi Ömer’in öğretmeni. Gülsen, Ömer’in ağabeyi Bülbül Ali’yi tanıyınca, onun saflığından etkilenir ve aralarında naif bir ilişki başlar ancak Bülbül Ali çoktan gönlünü kaptırmış Gülsen öğretmene, onun bundan haberi olmasa da…

Hikâye ilerledikçe, melodramın gerektiği “iyi” ve “kötü” karakterler sahne alırlar. Film, bu karakterler üzerinden o dönemki Türk toplumunun sınıfsal, kültürel yapısına ve kentleşmeye dair ahlak temelinde eleştirilerini yapar.

Zeki Müren, oyunculuğunun yanısıra söylediği şarkılarla da hikâyenin duygusal yoğunluğunu arttırır. Özellikle filmde söylediği bu şarkı, hayran kitlesi tarafından çok beğenildi ve o dönem çok popüler bir şarkı oldu.

“Şu dağlar bizim olsa
(oy, oy)
Yaprağı kızım olsa
(oy, oy)
Yarin uykusu gelmiş
(oy, oy)
Yastığı dizim olsa
(oy, oy)

Bahçevan geldi, bahçevan geldi

Deh deh, dül dül deh deh, dül dül
Sen düldülsün, ben bülbül
Dül dül, dül dül
Sen düldülsün, ben bülbül”

Filmin finalinde Bülbül Ali, aşkını açıklayacakken Gülsen öğretmen nişanlısının da tayininin İstanbul’a çıktığını söyleyerek yakında onunla evleneceğinin müjdesini Bülbül Ali’ye verir ve nikahına davet eder.

“Şu dağlar olmasaydı
(oy, oy)
Çiçeği solmasaydı
(oy, oy)
Ölüm Allah'ın emri
(oy, oy)
Ayrılık olmasaydı
(oy, oy)

Bahçevan geldi, bahçevan geldi

Deh deh, dül dül deh deh, dül dül
Sen düldülsün, ben bülbül
Deül dül, dül dül
Sen düldülsün, ben bülbül
Deh deh, dül dül deh deh, dül dül
Sen düldülsün, ben bülbül”

Evlendirme dairesindeki tebrik seramonisinde Bülbül Ali gelinlikler içindeki Gülsen’i tebrik etmek istediğinde şapkasını elinden düşürür ve şapkanın içinde kendi resmini gördüğünde Gülsen her şeyi anlar.

Gelin arabasıyla evlendirme dairesinden ayrılan Gülsen, yol kenarında kendilerine bakmakta olan Ali’yi görür ve arabayı durdurduktan sonra koşarak Ali’nin yanına gider. Onu sarılıp öptükten sonra elindeki kırmızı mendili Ali’ye verip arabaya geri döner. Ve Ali, ters yöne doğru sessizce yürümeye başlar mendili koklayarak.

“(oy, oy)
Felek vurdu taş ile,
(oy, oy)
Gözüm doldu yaş ile,
(oy, oy)
Nerelere gideyim
(oy, oy)
Bu sevdalı baş ile
(oy, oy)”

Sonrasında da kırmızı mendili denize atar ve bir sonraki son sekansta kırmızı mendil beyaz mendil olarak suyun üstünde yüzmektedir.

Filmdeki bu son sekanslar, oldukça güçlü ve çok katmanlı bir sembolizm içerir. Bülbül Ali film boyunca Gülsen Öğretmen’in sevgilisi olma hayaliyle tutkulu bir aşk yaşamış ancak bu aşk karşılıksız kalmıştır. Ali’nin mendili koklaması hissettiği duygulara olan saygıdır ancak içinde bulunduğu durumu da kabullenmesi gerekir. Mendil bir vedalaşmadır bu yüzden. Deniz ise, sonsuzluk ve arınma gibi temaların sıkça ilişkilendirildiği bir metafordur. Bu yüzden Ali, mendili denize atar.

“(oy, oy)
Bülbül bu devran gider,
(oy, oy)
Yel eser yuvan gider,
(oy, oy)
Yarını kaybedenin
(oy, oy)
Evine figan girer
(oy, oy)

Bahçevan geldi, bahçevan geldi.”

Bülbül’ün kendini feda etmesiyle kalbinden akan kan ile kırmızıya dönmüştü gül hatırlarsanız. Gülsen artık başkasının eşiydi ve Ali mendili denize attığında kırmızı olan mendil, kısa bir süre sonra beyaza dönüşür.

Bilmiyorum bana katılır mısınız ama ben, yönetmen Nejat Saydam’ın burada vermek istediği mesajın; “Aşkın insan hayatındaki geçiciliği ve aşığın geçmişi geride bırakarak hayatına devam etmesi gerektiği” olduğunu düşünüyorum.

“(oy, oy)
Ağlarım gülerim yok,
(oy, oy)
Göz yaşımı silenim yok,
(oy, oy)
İşte ben gidiyorum
(oy, oy)
Gel gitme diyenim yok
(oy, oy)

Bahçevan geldi, bahçevan geldi…”

Hayatın içinde bir zamanda bir yerde aşık olursunuz, dünyanız renklenir bir anda. Sonrasında yaşanmışlıklarla törpülenen duygular kaybolup gittiğinde her şey geçmişte kalır ve nostaljik, siyah-beyaz bir anı olarak hafızanızın derinliklerine iner.

Siyah-beyaz demişken, bu film siyah-beyaz bir film ancak filmin sadece on iki dakikası renkli. Bunun da ilginç bir nedeni var.

O yıllarda Türkiye'de yatırım yapmak isteyen “Siemens” firmasının Zeki Müren'e reklam teklifi yapması ile bu filmin renkli çekilmesi gündeme gelmiş. Ancak film için ayrılan bütçe, renkli çekim için yeterli olmamış. Renkli kameranın yaklaşın 12 dakikalık sahne kullanım bedeline karşılık Zeki Müren Siemens'in radyo reklamında yer almayı kabul edince, sadece filmin boğaz, kız kulesi manzaralı görüntüleri, Bahçevan Ali'nin hayal gördüğü sahneler ve filmin final sahnesi Siemens’ten kiralanan kameralarla renkli olarak çekilmiş.

Filmde siyah-beyaz devam eden akışın; boğaz manzarası, Bülbül Ali’nin hayal gördüğü sahne ve son sahne ile birlikte renklenmesi filmin önemli sürprizleri arasında yer alır.

Gerçekten de çok anlamlıdır bu sürpriz.

Neden mi?

Bahçe, insanın iç dünyasını; duygularını, düşüncelerini, hayallerini ve karakterini simgeleyen bir metafordur.

Bahçevan ise, bu içsel bahçeyi düzenlemekten ve geliştirmekten sorumlu olan bilinçli bireyi ifade eden bir metafordur.

Yani, her insanın kendi ruhunun bahçevanı olması, bireyin kendi iç dünyasını, duygularını ve düşüncelerini bilinçli bir şekilde yönlendirme çabasını ifade eden derin bir metafordur.

“(oy, oy)
(oy, oy)

Bahçevan geldi, bahçevan geldi…”

Gönül bahçeniz size özel duygularla bezenmiş, alabildiğine renkli ve mutlulukla dolu olsun…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi