Yine bir yemek... Bir dernek yemeği...
Rolls Royce'u alıp onunla gitmeye karar vermiştik. içimden geldi, tabii biraz da muziplik olsun diye Barış Ağabey'e: "Sen patronsun şöyle arkaya otur, ben şoförün olayım. Gideceğimiz yere gelince de senin kapını açayım." diye yine senaryo yazmaya başlamıştım. Ama oldukça da ciddiydim. Tabii Barış Ağabey saçmalama demeye başlamıştı.
Ben deneyelim diye ısrar ediyordum. insanlar zaten kapıda karşılayacaklardı onu. Israrıma dayanamadı ve kabul etti.
Hilton'un önüne geldik. Kapıda kadınlı erkekli on beş, yirmi kişi vardı. Ben hemen Barış Ağabey'in kapısını açtım. Arabayı garaja götürdüm. Tabii Barış Ağabey de beni bekliyor; ama insanlar şaşkın, adam şoförünü mü bekliyor diye bakınıyorlar...
Bir şey soramıyorlar da... Neyse ben arabayı park edip geldim, yemeğe geçtik. Yemek bitince yine aynı şekilde Barış Ağabey'in şoförlüğünü üstlendim ve kapısını açtım. Ama Barış Ağabey sıkılmıştı, haydi bırakalım bu oyunu deyip duruyordu. Ama muziplik işte bırakılır mı böyle bir oyun!..
Hilton'dan böyle çıktık, Barış Ağabey arka koltukta...
Nişantaşı'na doğru ilerlemeye başladık, sokaklar kalabalıktı. Ben kolumu cama koymuşum, altımda Rolls Royce, arkada Barış Manço, keyfime diyecek yok yani...
Ama biz yol alırken Barış Ağabey dayanamadı öne geçmek istedi. Ban hâlâ patronculuk oyununu sürdürüyorum tabii.
"Başlatma patronundan!" deyiverdi bir anda. "Öne sen oturmuşsun hava atıyorsun, ben burada gömülmüşüm koltuğa hiç görünmüyorum." demez mi!..
En sonunda ben de dayanamadım, arabayı kenara çektik; hemen geçti ön koltuğa, bir güzel kuruldu yerine..
Bazen öyle şeyler yapar, söylerdi ki çocuktan farkı olmazdı.
Onca ülke gezmiş, onca iş yapmış, birçok önemli insanla bir arada bulunmuş bir sanatçı olmaktan çıkar yaramaz bir çocuğa dönüşürdü...