RÖPORTAJ
Giriş Tarihi : 31-08-2022 15:13   Güncelleme : 31-08-2022 20:38

Truva Edebiyat Dergisi 5. Öykü Yarışmasını Kazanan Hakan Cucunel: Hiç Kimseye Önermezdim

Truva Edebiyat Dergisi 5. Öykü Yarışmasını kazan eğitimci - yazar Hakan Cucunel ile Truva Edebiyat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Yazar Ayfer Güney'in röportajı.

Truva Edebiyat Dergisi 5. Öykü Yarışmasını Kazanan Hakan Cucunel: Hiç Kimseye Önermezdim

HAKAN CUCUNEL: HİÇ KİMSEYE ÖNERMEZDİM 

Truva Edebiyat Dergisi 5. Öykü Yarışmasını "YAĞMUR YAĞARKEN CEVRİYE" isimli öyküsüyle kazanan Hakan Cucunel ile Truva Edebiyat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Yazar Ayfer Güney'in röportajı...

***

Truva Edebiyat Dergisi’nin düzenlediği 5. Öykü Yarışması’nın birincisi olan yazar Hakan Cucunel’i gelin yakından tanıyalım:

- Truva Edebiyat Dergisi 5.Öykü Yarışmasının birincisi olan Sn. Hakan Cucunel öncelikle sizi tebrik ederim. Bize kendinizden bahseder misiniz? 

"Çeşitli Yarışmalardan Dereceler Aldım" 

​​​​​​- Doğma büyüme İzmirliyim. Liseyi İzmir’de bitirdim. Liseden sonra bir yıl Trakya Üniversitesi Maden bölümüne devam ettim. Sonra bu bölümü bırakıp Hacettepe Türk Dili Edebiyatı bölümüne geçtim. Ardından Ankara Üniversitesi Türkçenin Eğitimi ve Öğretimi Ana Bilim Dalında yüksek lisans yaptım. Tez konum Türk Dil Devrimiydi. Doktora programını bitiremedim. Aynı dönemde Polatlı ve Altındağ’da öğretmenlik de yapıyordum. Ardından doğu görevi için Iğdır Tuzluca İlçesine gittik. Şimdi Bursa Karacabey’de çalışıyorum.

Uzun zamandır yazmaya çalışıyorum. Yarışmalara da katılmaya çalışıyorum. Çeşitli yarışmalardan, çeşitli dereceler aldım. Bunlar yazmak için beni yüreklendiriyor.


- Birinci olan ''Yağmur Yağarken Cevriye'' isimli eseriniz de bizlerin dikkatini öykünün anlatım atmosferi çekti. Juri yorumladı bir de sizden dinleyelim temasını...

-Kullandığınız motif ve imgeler nelerdir? Sentaksa özen göstermişsiniz sebebini açıklar mısınız?

"Aşk İnsan Ruhunun Güneşi Kabul Edilmeli" 

- Yağmur Yağarken Cevriye, öyküsünün teması bence “Aşka Uzanma”ydı. İnsanın yaradılıştan getirdiği aşkın, ilk, acemi ama aslında gerçek uzanışı ve aranışıydı. Aşk, insan ruhunun güneşi kabul edilmeli. Bütün bitkilerin arayışı ve uzanışı nasıl ki güneş ise, İnsan da aşka uzanmaya ve ulaşmaya çalışıyor. Bu uzanış insanı büyütüyor. Bu arayış nispeten “Ham” olan insan ruhunu inceltir. Elbette her arayış, bir kavuşma olmuyor ve olmamalıdır da. Bu yönüyle de aşkı aramak, bu eylemin öznesini inceltiyor ve eylemin kendisine de işçilik katıyor.

Cüneyt’in uzanışı da bir vuslatla bitmeyecek bir uzanıştı. Ancak süreç hem Cüneyt’i inceltti hem de onun hayata söyleyeceği sözlere işçilik kattı. Bu işçilik çok önemli bence. Ama belki biraz da şu vardı: Ruhun ilk deneyimi en derin, en gerçek deneyim olmalı ki her insanın ilk aşkı, ruhunda derin ve silinmez izler bırakıyor.

Cevriye’ye yönelmiş aşka tezat İbrahim’in varlığı, aslında hayatın da biraz kendisiydi. Birinde varoluşundan gelme bir güzellik, diğerinde varoluşundan gelme ama yaşadığı yıllarla artan bir güzellikten uzaklık. Bütün bunlar bitmeyen ve bitmeyecek gibi duran bir yağmur ile var oluyorlar. Mekandaki eşyaların bütün ruhsuzluğunun yanında seven ve bu sevgiyle acı çeken –belki de pişen- Cüneyt’in ruhu vardı. Ve tabi ki Cevriye’nin mekanda varlığının verdiği yaşam gücü. Ona duyulan dipsiz derinlere uzanan hayranlık.


- Neden öykü? Modern öykü yazarlığı hakkında düşünceleriniz...

- Çünkü Öykü, şiirden daha anlayışlı, daha hoşgörülü. Çünkü şiir, aşkın var olduğu “an”ların anlatısı. Yaşanmakta olan bir “uzanış” varsa ya da bu “uzanış”ın acıları tazeyse ruha doluyor şiir. Şiir yıkıcı, kuralsız. Cümleleri bile deviriyor. Çünkü “uzanış” dediğim “aşk” da Yunus’tan beri, Karacaoğlan’dan beri; İnsani de olsa Ulvi de olsa kuralsız gibi görünüyor. Yeri geliyor “ar namus şişesini taşa çalıyor” yeri geliyor “Küfür içinde iman vardır” diyor.  Karacaoğlan, gelinlere aşık olmaktan hiç bıkmıyor, adeta aşık olmak için yaşıyor. Topluma ve değişmez olana bir isyan gibi şiir. Terbiye edilmez, evcilleşmez en insan yanımız. 

Şiir; zamana, mekana, insana, topluma... Hiçbir matematiksel gerçeğe itaat etmiyor. Oysa, Öykü; bitmeye duran her duygunun, her anın anlatısı olabiliyor. Öykü, bitmiş ağrıların, solmuş acıların anlatısıdır belki de. Yaşam boyu şair olunmuyor da yaşam boyu öykü yazılabiliyor, demek pek yanlış görünmüyor.


- Edebiyatın topluma kazandırdığı nitelikler nelerdir
?

- Edebiyat, topluma kimi dönemlerde doğrudan kimi dönemlerde dolaylı olarak bir katkı sunar. Dönemine ve anlayışına göre değişen bir durum bu.

Tanzimat’ın ilk dönemlerinde elbette edebiyat, topluma çok şey katmıştır ki zaten dönem sanatçılarının amacı da buydu. Aynı dönem Rusya’sı da bu kapsamda kabul edilebilir. Edebi bir akım olarak Romantizm, topluma doğrudan etki etmeyi hedeflemişti. 1910’larda Milli Edebiyat da aynı amaca dönük eserler vermiş ve hem toplumu hem de siyaseti biçimlendirmişti. Milli Edebiyat bu yönüyle ayrıntılı incelemeyi hak eden bir sanat anlayışına sahipti. Sonuç olarak, edebiyat; toplumu biçimlendiren, dönüştüren bir olgu olarak kabul edilmelidir. Değişen sanata anlayışlarıyla, etkileme düzeyi dönemden döneme değişse de edebiyat toplumu değiştirmiş ve dönüştürmüştür.

"Hiç Kimseye Önermezdim."

- Herkes; '' Yazmaya nasıl başladınız? '' diye sorar. Biz de ''Niye yazıyorsunuz, yazmakta ki amacınız nedir?'' diye sormak istedik.

​​- Yazı yazmaya başlamak, yazıyı bir ifade etme aracı olarak kullanmak galiba bir yaradılış hatası. Önerilecek bir yöntem olsaydı, hiç kimseye önermezdim. Ancak sonuçta birilerinin de bu hataya düşmesi gerekiyor demek ki. Yazan kişinin bir sorunu var. Bu sorunun kişiye verdiği rahatsızlığı, geçici olarak unutabilmesi için oturup yazması gerekli. Sorun; yazılanın okunup okunmaması.  Ölümlü oluşuyla mutsuz edilen ruh, değiştirilemez olan bu insan gerçeğinin verdiği acıyı yazarak azaltmaya çalışıyor. Bir tür tutunma, kalma, iz bırakma güdüsü denilebilir. Yazan kişi, ölümlü oluşunu en derin biçimde bilincinde canlı tutan kişidir, diye düşünüyorum.


 

- Bir yazar hayata nasıl bakar? Kalemini neyle besler? Neyle açar?

- Bir yazar, -özellikle öykü yazarıysa- hayata, anlatılacak ayrıntılar görmek için bakar. Bu ayrıntıları göreceğim derken kendi yaşantısını elinden kaçırmanın acısını çeker. Ancak bu konuda seçeneksizdir. Sait Faik gibi yazmama yemini edip düzenli aralıklarla, bu yemini bozar durur.

Tutamayacağı sözler verip, kalemi her bırakışında, “Haritada Bir Nokta” öyküsünde olduğu gibi gücü tükenip, konuşmak hiçbir şeyi çözmez olduğunda koşup bir kalem edinir, yontar ve sonsuzluk gibi duran boş sayfaya saldırır. Yazmak da yaşamak da “İmrenme” ve “kıskanma” larla devam edebilir. Bu öyküyü ben yazmalıydım, demek, buna hayıflanmak yazan kişilerin en belirgin ortak noktasıdır. Bu durumu, yalnızca okuyucu olanlar anlayamazlar.

"Dijital veya basılı, DERGİ; ülkemiz koşullarında büyük bir saygı hak ediyor" 

- Günümüz dergiciliği, matbu ve dijital dergicilik hakkındaki görüşleriniz...

- Dijital veya basılı, DERGİ; ülkemiz koşullarında büyük bir saygı hak ediyor. Dergicilik de ayrı bir gönül işi. Ülkemizde değeri bilinmeyen emeklerin başında edebiyat dergileri geliyor. Dergiler, yazarların tutanabilecekleri en temel yerler. Dergiler olmadan yazarlar, gelişemez. Edebiyatın kuluçka makineleri gibi düşünüyorum dergileri. Onlar olmadan Edebiyat, gelişemez. Bu işe gönül verenlerin emekleri ödenmez. Dergi, marifetin olmazsa olmaz iltifatlardır. Yazanların, penceresi, açık havası ve balkonlarıdır. O balkonlar olmazsa, yazarın kaçınılmaz sonu derin mutsuzluklar içinde boğulmak olurdu. Önceden böyleydi bundan sonra da böyle olacaktır. Kendini var etmeye çalışan bütün büyük ustaların yetkinleşme ve yeşerme alanı dergilerdir.

"Truva Edebiyatı yarışma duyurusu ile fark ettim."

- Yarışmamızdan nasıl haberiniz oldu? Dergimiz ve grubumuzla ilgili düşüncelerinizi öğrenmek isteriz

- Yarışmadan internet ortamında, tesadüfen haberim oldu. Başlarda e-dergi, bana anlamsız ve gerçeklikten uzak geliyordu. Ancak bunun kaçınılmaz olduğu anlaşılıyor. Yine de sarı kağıda basılmış olan her metin daha sıcak ve gerçek olsa da önümüzdeki yıllarda, dergilerin yaşama alanları dijital ortamlar olacak. Truva Edebiyatı yarışma duyurusu ile fark ettim. Bir yerlerde kendisi gibi insanların olduğunu bilmek, kişiye yazma gücü veriyor. İyi ki dergiler var, iyi ki bu işe gönül verenler var. İyi ki Truva Edebiyat topluluğu var ve var olsunlar.

"Jüri değerlendirmesini şaşırarak izledim." 

- Jüri değerlendirmesini nasıl buldunuz?

- Jüri değerlendirmesini şaşırarak izledim. Bildiğim kadarıyla, bu biçimde değerlendirme sonucu açıklayan başka bir edebiyat çevresi yok. Öncü olacağını tahmin ediyor ve umuyorum. Önceki yıllarda yapılan videoları da izledim. Jüri üyelerinin yaptığı değerlendirmelerden çok yararlandım. Bir tür canlı edebiyat ders gibi olmuştu. Tarafsız olunduğu çok net anlaşılıyor. Tarafsız davranılmış olması her şeyi daha da anlamlı ve değerli kılıyor.

- Bize diğer eserlerinizden bahseder misiniz? 

- Bir öykü kitabım yayınlanmıştı. Genellikle en büyük tutkumu ŞİİR olarak düşünürdüm. Yine de yazıyorum. Ancak son yıllarda anladığım kadarıyla, hayata öykü yazabilmek için karışıyorum. İnsanlara, öykü yazabilmek için bakıyorum veya onları öykü yazmak için izliyorum.  İyi bir okur olduğum söylenebilir.

- Son olarak okuyuculara neler söylemek istersiniz?

- Oğuz Atay söylemiş aslında okuyucuya söylenmesi gerekeni. Ama ben de bir okur olarak tanımadığım, referans almadığım bir yazara karşı çekingen oluyorum. Öyle olmamalı ve tanınmayan yazarlara da şans verilmeli. Marifet, iltifata tabidir. Ve okunmak, geri bildirim almak iltifattır.

- Sizinle bu söyleşiyi yapmaktan büyük memnuniyet duydum. Başarılarınızın devamını dilerim. Öykü ve şiir yolculuğunuzun daim olmasını temenni ederim.

***

TRUVA EDEBİYAT DERGİSİ 5. ÖYKÜ YARIŞMASI BİRİNCİSİ "YAĞMUR YAĞARKEN CEVRİYE" İSİMLİ HAKAN CUCUNEL'İN ÖYKÜSÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN...

 

​​​​

                                                                 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi