TOPUKLU AYAKKABI
Geçtiği zamanın içinde nereye varacağını bilmeden süslü topuklu ayakkabılarından vazgeçmeden yürüdüğü yolun sonunda kendini ucu bucağı olmayan tarlada maydanoz biçenlerin arasında buldu. Sarı saçları rüzgârda savruluyordu. Emek verenlerin, alın teriyle kazananların, küçük görünen ama koskoca yüreklerin oluşturduğu bereket sofrasıydı burası.
Hayatın ağız tadı denen yerinde gülümseyen gözlerin, mutluluğun çeşmeden akan suyun berraklığı kadar saf dokunduğunda acıtmayanların olduğu. Her mevsimin tonunun ağaçların dallarında resmedildiği, çerçevenin en güzel köşesinde yaşayanların biriktirdiği anılar ve yaşanmışlıklar; acısıyla tatlısıyla hüznüyle neşesiyle harmanlanmış. Meraklı gözlerden uzak. Ocakta kaynayan çayın demindeki ahenk gibi tutarlı.
Havayı saran maydanoz kokusu rüzgârla daha da artıyordu, bedenleri yorulan nasır tutan yeşile boyanan ellerin ağaç altında dinlenme vakti geldiğinde, topuklu ayakkabılarıyla tarlada yürümeye çalışan kadına bakıyorlardı. İstifini bozmamaya çalışsa da zorlanıyordu yürümekte, “Hey, diye!” seslendiklerinde işine gelene cevap veriyordu.
Sarı saçlarındaki tokası toprağa düştüğünde, koşup almaya çalışan çocuğu itip tokayı eline aldığında, çevredekilerin şaşkın bakışlarına aldırmadan, biçilen maydanozların üstüne basa basa yürümeye çalışıyordu.
İyilikle mayalanmışların arasına girip sadece topuklarını göstermeye çalışmıştı. Boşluklarını doldurmak için küçük büyük demeden ezip geçmenin normal olduğunu zannediyordu. Belli ki insanlık denilen nasipten pay almamıştı.
Dalların arasında saklanan gerçekliğin ne olduğuna bakmak isteyen kelebek uçarak tarlaya ulaştığında, sevgiyle kenetlenenlerin arasındaki kara çalıların barınamayacağının memnuniyeti içinde kanatlarını çırparak adını topuklu koyduğu kadının savrulan saçlarının arasından geçerek iyiliğe yol aldı.
Editör: Nezihat Keret