ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 13-10-2022 20:04

Sus...

Yazan: Merve Yurtsever - SUS

Sus...

SUS

Annesi henüz on yaşındayken ölmüş bir kız için tek acı gerçek sevdiği adam tarafından değersiz hissettirilmekti. Herhangi biri olmak, öylesine bir teferruat gibi hayatında var olmaya devam etmekti. Onun dışında her şey çekilebilir dertti. Dert bile değildi belki.

Parasızlık, anlaşılmamak, yorgunluk, hastalık, hatta ölümün bile hissettirdiği ıstırabın önemi yoktu. Yaşamın içinde dineceği bir zaman diliminin olduğu bilgeliğine erişmiş vaziyette beklerdi. Katlanılası gerçekliklerdi tüm bunlar. Geçerdi… Tüm sabrına inat çekilmesi en zor dertle baş başaydı ve hazırlıklı değildi bu duruma.

Ne yapacağını bilemeden yalpalıyordu. Yola çıksa sözcüklerden barikatlar kurulmuş önünde… İlerleyemiyordu. Gel diyordu sevdiği, gidiyordu her seferinde. Küsmeee diyordu, sonunu da uzatarak daha etkili kılsın diye. Gülüyordu küsmemişçesine. Ruhunu kendine küstürüyordu gün geçtikçe. 

Gitse gidemiyor, kalsa katlanamayacağı onca eylemin içinde yok oluyordu. Oysa o var olma çabasında yaşadı hep. Var olduğunu hissedemeden geçen bir ömrün içinde sıkışmış kalmıştı işte. Bilmiyor, bir adım ötesini de öngöremiyordu. Yıllar, kaybolmamak için her bir adımını önceden hesaplayan, alternatif yollar belirleyen ve o yolların olası sonuçlarını değerlendiren bir karaktere büründürmüştü onu. Kıymet görmemesi olasılık dışıydı, hayal penceresinde izlediği bu değildi. 

Sevda şevki kırılmıştı bir kere. Zihnini yokladı. Geçirdiği onca badire hiçbir ipucu barındırmıyordu. Daha önce âşık olmamış, böylesine yanmamıştı.

Değersizliği hissetmişti evet. Ancak önem mahiyeti şu haliyle kıyaslanamayacak kadar silikti. Bu bambaşka bir acı tat. Çıktığı zihin yolculuğunda anılar bir rüzgâr gibi geliyor, hafif saçını başını dağıtıp gidiyor. Etkisi bu kadar. Belki de bu kadar olmamalıydı. Böylesine önemsizleştirmeseydi, kafasında kurup büyütseydi geçmişin dertlerini, şu ana hazırlıklı bir ruha sahip olurdu. Ama değil… Geçti artık.

Geçmişten bir anı uçuştu o an zihninde…
Otobüs durağında bekliyor o ve babası. Okuldan çıkmış, henüz lise yılları. Alınacak kitaplar var. Hepsi masraf, hepsi yük babasının üstünde. Bir gün öncesi artık alınması gerektiğinin mecburiyetinden bahsedince çıkan tartışmayı düşünmüyor mesela o durakta. Bu anımsadığı bir netlik şu an hafızasında. Biraz da pişmanlık tabi. Düşünseydi o zamanlar, bugünle baş edebilme yöntemi bulurdu belki de.

Geride duruşunu babasının yükünü hafifletme arzusu olarak yorumluyor şu anda. Biliyor ki varlığı masraf sebebi… Yapabileceği bir şey olmayışı, görünmez duruşuyla katlanılabilir olma çabasında sırıtıyor ama acıtmıyor bu günde. Bir araba yaklaşıyor durağa, beyaz bir şahin. Şoför koltuğunda oturan sürücünün gözlerini dahi hiç unutmamış. Kır saçlı, yuvarlak yüzlü. Hafifçe dolgun yanaklarıyla ufak bir göbeği olduğu imajında, kahverengi ama yumuşak bakışlı birisi. “Gümüş Düğün Salonu nerede? Biliyor musunuz?” diye soruyor babasına. Ona değil babasına… Acaba gerçekten de bakışlarındaki yumuşaklık karakterinde de var mıydı? Çünkü onun babası da herkese çok sıcaktı. Neyse… O çok şey istiyordu.

Ona esen rüzgâr ondandı. Babası önce şöyle bir düşünür oldu, sonra, “Bilmiyorum kardeş” dedi. Yumuşak bakışlı adam anlayışla başını sallarken tüh ya der gibi dudaklarını birleştirip birbirine bastırdı. O an sesi ondan bağımsız çıktı sanki.

Selamsız sabahsız attı kendini ortaya. “Düz ilerleyin. İkinci sağdan girince görürsünüz.” deyiverdi. Adam memnuniyetle teşekkür etti. O neden yaptığını anlamlandıramadan, kendine şaşkın, Rica ederim, dedi. Biraz önce adını yeni duyduğu, nerede olduğuna dair hiçbir fikre sahip olmadığı salonu tarif etmişti. Birazcık suçluluk hissediyordu ki babasının ona baktığını “ Aferin” dediğini duydu. Suçluluk hissinin kayboluşu, o an ki gülümsemesinin ve biraz dikleşen bedeninin sebebi. Şu an o yumuşak bakışlı adamı bulup, özür dileme arzusuyla devşiriliyor içinde… 

Takılıp kalmamalı pişmanlığa. Amacı geçmişten bu gününe bir çıkar yol bulmaktı ya zor olmuyor sıyrılmak bu duygudan. Bir çıkar yol yok geçmişte.

Yaşamamış ki sevdaya dair tecrübe. Eksilte eksilte getirmiş kendini bu güne. Eksildikçe eskimiş belki de. Bunun da yeni varıyor bilincine. Bütün yollar çıkmaz da işte. Gitse gidemiyor… Kalsa ölüyor…

Sevmek böyle bir şey değil, olmamalı diyor. 
Bazı şeyler için geçti geçmesine de şimdiki yaşadıkları nasıl geçer bilmiyor ki. Sonda gibi.

Acının sonu gelmiyor da ömrün sonu yakın gibi gelmekte. Belki de dilemekte. Biraz güç bulabilse giderdi dönmemecesine. Bilinen tüm diyarlardan bilinmez bir memlekete. Yakınlardan uzağa. Ellerin değmeyeceği, dillerin ulaşamayacağı yeni başlangıçlara. Söylemek ne kolay. Oysa yapmak büyük bir gözü karalık istiyor. Onun hayattaki tek bildiği gözü karalığı sevilmeden sevmek, değer görmeden tüm gücünü adanmışlıkla sunmak. Ötesini bilmez. Ötesini beceremez.

Bunca zaman sonsuz süreceğini düşlediği evlilikti varış noktası. Katlanılmazları katlanılır kılan motivasyon sebebi. Hepsi yerle yeksan olmuşken ne yapacağını bilmemenin hüznünde ezildikçe eziliyor. Benliğini kaybediyor. 
Sevdiğini düşündüğü, sevildiğini düşlediği adam giriyor kapıdan…

Sözler fışkırıyor eşinin dilinden. Kulaklarında uğultu, beyninde çınlama, hayal kırıklığının tam ortasında. Haykırıyor gücü yettiğince.
“Susss”  
“ Sus ki soluklarım güçlensin. Sus ki nefesim bana yetsin. Sus ki yaşayabilecek gücüm gelsin. Sus ki hatıralarımda güzel bilinesin.” 

Susmayan eşinin sesi kalp atışlarına hükmediyor. İnsanın kalbi bedenini sarsarak çarpar mı?

Çarparmış o gün, orada öğreniyor. Yaşamaktan vazgeçse de ruhu onu terk etmiyor. Artık akıl hastanesi dedikleri mekânda huzuru bulacaksın diyorlar. Düşünüyor, huzuru düşlüyor ancak kimseye söylemiyor. Kaybedilen tekrar bulunduğunda geçmişin izleri olmaz mı omuzlarında? Umursamak istemiyor. Umurların acısı değil miydi buranın kapısını aralayan. Konuşmaktan vaz geçişi de burada başlıyor. Muhatabı olduğu her sözcüğe cevabı tek hece…
“SUSS”

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi