RÜZGARIN GETİRDİKLERİ
Rüzgârın da aheste estiği sokakta yürüyorum, kimseler yok! Halbuki vakit ikindi.
Sözleşmiş gibi oyun oynayan çocuklar bile görünmüyor sokak aralarında.
Rüzgâr, alanı boş bulmuş taylar gibi bir sağa bir sola savuruyor dökülmüş yaprakları.
Nerede kuytu bir köşe var oraya topladığını görünce, insanların kirlettiği sokağı rüzgâr bir hamlede topalayıverdi, “demek ki insanlar olmasa da doğa kendini temizler.”diye düşünmeden edemedim.
Yürüdüğüm yol kenarlarında kerpiç evlerin arasında kendine yer bulmaya çalışmış dört katlı binayı sevmemiş eski evler.
Sanki yer vermek istemez gibi sıkıştırmışlar avlu duvarlarıyla.
Biraz ilerlediğimde terk edilmiş eski evin yarı kırılmış camlarını ve girilmesin diye kapısına zincirle koca kilitler vurulmuş halini görünce; “kim girebilir ki terk edilmiş harabe evlere?” derken rüzgâr kırık camdan içeri bir hışımla girip, küf kokan eskimiş duvarların ve tozdan rengi kaybolmuş tahtaların tozunu kokusunu alıp çıkıyor kırık kapının aralığından.
Geri çekileyim derken ayağım takılıyor yerde kurumuş üzüm asmasının gövdesine. Kimler uzandı vakti zamanında meyve veren dallarına, altında ne sohbetler yapıldı, yaz sıcaklarında gölgelik oldu gelen misafirlere, ev sahiplerine…
Çok ilgimi çeker eski evler, sahipsiz bahçeler, sessiz ve eski toprak sokaklar.
Bir iz ararım geçmişe dair, bana ait olmayan tanımadığım, belki de bir daha ne zaman geçeceğim belli olmayan bu sokaklarda.
Aradığım sakinliğin, huzurun buralarda olduğuna inandım.
Rüzgârı da arkama alıp anılarla dolu bu sokaktan, koca şehrin arasına sıkışmış geçmişin izlerinden uzaklaşıyorum, zaman içinde yaptığım bu yolculuktan, hiç görmediğim insanların, bilmediğim anılarını toplayıp gidiyorum.
Belki de rüzgâr getirdi dört duvar arasında özlediğim anıları. Geçmişin izlerinde, geçmiş olan izlerimi…