ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 22-07-2023 22:00   Güncelleme : 22-07-2023 23:35

Ölüm Kilidi / Güneç Aydın

Yazan: Güneç Aydın -ÖLÜM KİLİDİ

Ölüm Kilidi / Güneç Aydın

ÖLÜM KİLİDİ

Sırtı karaya dönüktü. İki aya yakın zamandır kürek çekiyorlardı. Gemide yüz on kişi vardı. Yüz on savaşçı, kürekçi, marangoz ve çoban. Ve yüz on kâşif. Onlardan yüzlerce yıl sonra anlatılacakları şekilde yüz on barbar.

Tek gemi onlarınki değildi. Yola altı gemi çıkmışlardı ama karşılaştıkları büyük fırtınada iki tanesini gözden kaybetmişlerdi. Açık denizde uzak kıyıya ilk varan seferden geri dönen, onlara oraların güzelliğini, bereketini, zenginliğini anlatan önceki savaşçılar gibi olmanın hayaliyle bir sonraki sefere hazırlanmışlardı. Dile kolay iki sefer arasında on yıl vardı. Babası ilk gemiyle gitmiş ama dönmemişti. İlk yerleşenler orada bir düzen kurmuştu. Sonra bir kısmı geri dönmüş ve yeni orduyu hazırlayıp yola çıkmıştı.

Henüz on beş yaşındaydı. Çok iri sayılmazdı. Ama güçlüydü. Ömrü boyunca odun kesmişti. Babası dönmek yerine Valhalla’ya kabul edilince odun baltası onun olmuştu. Belki babasının gidişine dair ona mutluluk veren tek şey buydu. Savaş baltası da odun baltası kadar uzundu ama daha hafifti. Ama savaş baltasının bıçak kısmı daha dardı ve her zırhta delik açabiliyordu.

Geminin ön tarafında bir ayağını küpeşteye dayayıp eli belinde ufku gözleyen adam bağırmaya başladı. Karayı görmüşlerdi. Ordu içindeki konuşmalardan hedeflerinin ilk seferin daha kuzeyi olduğunu duymuştu. Yani karaya çıktıklarında o toprağın eski ama geçici sahipleriyle karşılaşacaklardı. Öncekiler gittiklerinde köye varana kadar kimseyle karşılaşmadıklarını söylemişlerdi. Ve bir kurt sürüsü gibi köye girişlerini, gördükleri herkesi --kadınlar hariç - kılıçtan geçirişlerini anlatmışlardı.

En çok da büyük evden bahsetmişlerdi. Güneş vurduğunda kırmızı, yeşil, sarı ışıklarla aydınlanan büyük ev. Köye girince herkesin koşarak içine saklandığı, içinde büyük ağaç adamın olduğu ev.

Dönenlerin hepsinin kilolarca altın, gümüş ve renkli taşları ve hepsinden daha değerli olan uzun hiç tükenmeyen kahramanlık hikayeleri vardı. Köydeki büyük salonda savaş yaşına gelmiş bütün erkekler toplanmıştı. Kral gitmek isteyenleri görmek istediğinde hep beraber el kaldırmışlardı. Elbette köy savunmasız kalacağı için bu mümkün olamayacaktı. Bu yüzden iki kardeşi evde kalacaktı. Ama odun kestiği arkadaşları onunlaydı. Beraber kürek çekmişlerdi. Çok az kalmıştı. Batının zenginliğine sahip olacaklar, gümüş, altın, güzel kadınlar, şöhret ve itibar onların olacaktı.

Başaramazsa Odin’in büyük sofrasına kabul edilecek, onunla kadeh tokuşturup, sarhoş olacak ve büyük savaşı bekleyecekti. İçten içe Valhalla’ya kabul edilmek istiyordu ama bu dünyanın zevklerini de yaşamak istiyordu. Tamamen Odin’in iradesi olduğunu bilse bile ölüm kilidinin henüz kırılmamasını diliyordu.

Gemi komutanının talimatıyla kürek çekmeyi bıraktılar. Kürekler içeri çekildi. Ve hemen kenardaki kalkanlarına uzandılar. Eline aldığı kalkan ve baltasını tarttı. Kolları çok ağrıyordu. Diğerlerinin görmemesine dikkat ederek kalkanı yere dayadı. En azından bir kolu dinlenecekti. Diğer üç gemi yaklaşmışlardı.

Aralarında yaklaşık dört gemi boyu mesafe vardı. Onların gemisi en öndeydi. Batı toprağına çıkan ilk gemide olmak, ilk canı alan savaşçılardan biri olmak, ganimetten pay almak. Bu onun için büyük savaşçı olma yolunda önemli adımlardı.

Karşılarında uzanan sahili gördü. Uçsuz bucaksız uzanan kum ve arkasında bulunan yer yer otlar gözünü almıştı. Güneş arkalarındaydı ve kumlara vuran ışıkları az sonra üzerinde koşacakları toprağı altın rengine bürümüştü. Bu toprağın büyüklüğü ve bereketi belki anlatılandan çok daha fazlaydı. Talimat olmadan coşkuyla çığlıklar atmaya başladılar. Ellerindeki baltaları kalkanlarına vuruyorlardı.

Gemi karaya oturunca önde gemi kaptanı olmak üzere hepsi suya atladı. Su sığ değildi ve buz gibiydi. Denizde nefesi kesildi. Dibe battı. Yukarı çıkmaya çalışıyordu ama beceremiyordu. Ayakları yere değdi. Kendini yukarı atmaya çalışırken sırtındaki ayakları hissetti. Tekrar zemine bastı. Elindeki kalkanı bırakarak yükünü hafifletti. Ve yukarı atıldı.

Kafasını sudan çıkarınca ileri doğru can havliyle yüzmeye başladı. Karaya çıktığında artık kalkanı yoktu. Yine de bağırmaya devam ediyorlardı. Ortada kaptan olmak üzere sağa ve sola doğru açıldılar.

Onlar çığlık çığlığa bağırırken diğer gemilerde karaya çıktı. Hepsi sırayla yerlerini aldılar.
Daha şimdiden yorgun düşmüştü. Nasıl dövüşeceğini düşünüyordu. Hiç gücü kalmamıştı. Baltasına baktı. Yanındaki savaşçıyı gördü. Gözleri dönmüştü.

Kaptanın ilk adımıyla birlikte yürümeye başladılar. Sürekli çığlık atıyorlardı. Birden o yeşil çizginin üstünde at başları gözükmeye başladı. Sayıları çok fazlaydı. Belki onlar kadar. Yüksekteydiler. At üstündelerdi ve görebildiği kadarıyla giyiniklerdi. Kendisine baktı ve yanındaki diğer savaşçılara. Çok azının üstünde zırh vardı. Hepsi ıslaktı. Üşüyordu.

Aralarında bayağı bir mesafe vardı. Tekrar çığlık atmaya başladılar. Ya zafer kazanacaktı ya Valhalla’ya kabul edilecekti. Bu savaşın sonucunda her şekilde kazanmış olacaktı.

Diz çöktü. Ayaklarının altındaki kumu ellerine aldı. Göğsüne sürdü. Yüzünü yere yaklaştırdı. Kumu koklamaya çalıştı. Artık bağırmıyordu. Yanındakiler kendilerinden geçmişti. Eve dönmek istedi. Evinde taşa, toprağa dokunmak, yeniden odun kesmek istedi. Ama buradaydı. Kaçacak bir yer yoktu. Sadece ileri gidebilirdi. Ayağa kalktı ve kendini bıraktı.

Çılgınlar gibi bağırmaya başladı. Bir süre sonra çığlıkları haykırışa, haykırışı hıçkırığa dönüştü. Ağlıyordu. Çok korkuyordu. İlk defa evinden uzaktaydı. Anlıyordu ki düşündüğü ve olmak istediği kadar güçlü değildi.

Sonra tepenin üstündeki adamların ellerinde meşaleler gördü. Meşale ateşinden çok daha büyük alev topları aşağı doğru yuvarlanmaya başladı. İlk dört beş top aralarından geçerken savaşçıları da denizin dalgalarına karıştırdı.

Tekrar toplandılar. Liderlerinin belinden çıkarttığı baltayı kumun üzerine fırlatmasıyla hep beraber koşmaya başladılar. Hesapsızca koşuyorlardı. Birden yanındaki arkadaşı düştü ve önündeki. O koşmaya devam etti. Sonra atlar onlara doğru koşmaya başladı.

Burnundan soluyan bir atın üzerine doğru geldiğini gördü. Atın üstünde zırh vardı. O ise çıplaktı.

Ölüm veya zafer karşısında çıplak. Gözlerini kapattı. Önünde şölen odasının büyük kapısı duruyordu. İçeride kurulmuş uzun sofrayı hayal etti. Ve en ucunda oturuşunu ve elde ettiği savaş başarıları sayesinde diğer cesur savaşçılarla birlikte Odin’in emrinde savaşacağı anı düşündü. Gözlerini tekrar açtı. Artık atı göremiyordu.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi