ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 17-08-2024 20:28

Manolya / Mine Borazan

Yazan: Mine Borazan -MANOLYA

Manolya / Mine Borazan

MANOLYA

Uzun süredir boyamadığım saçlarım grilerden nasibini almıştı. Yüzümdeki çizgiler iyice belirginleşmişti. Eskisi gibi canlı değildi bakışlarım… 
Onlar da hayatın çarkından nasibini almıştı.

Manolya benim adım... 
Kırk beşli yaşları çoktan geçtim. Geçti gitti, güzelliğim.
Artık orta yaşlarda durgunluk mevsimindeyim. 
Hiç evlenmedim. Belki de güvenemedim hiç kimseye… 
En güvendiklerim zaten yarım kalan hikâyemin mimarları.
Şimdi ben herkesin Manolya Abla’sı, Teyze’siyim.
Sekiz yıldır kimsesiz çocukların olduğu bir yuvada müdirelik yapıyorum. yaralarını iyileştirdiğim yüzlerce çocuğum var.
Evim yakın yuvaya ama ben bazen burda kalıyorum. Çocuklarım yalnız kalmasın. Bebekler bazen ağlıyor geceleri… 
Çok alıştılar bana, annelerini koklar gibi kokluyorlar.

Yirmili yaşlarda çok istemiştim anne olmayı.
Biriyle tanışmıştım. Ama sonradan anladım ki, onda baba olacak vasıf yoktu.
Sonrasında bir mektupla beni baş başa bırakıp gitti. Ondan sonra güvenemedim hiç kimseye.
Biri var şimdilerde ama ben kaybolan güvenimden hayatıma alamıyorum onu.
On yıldır en iyi arkadaşım, dostum, sığınabileceğim en güvenli limanım.
Ama fazlası yok.
Sekiz yıldır da bu yuvada beraber çalışıyoruz.

- Kahve yaptım Manolya, beraber içelim. Gitmemişsin bu gece?
- Teşekkür ederim Serhat.
Evet, bu gece burada kalmak istedim çocuklarla…
- Çok yoruluyorsun, dinlen biraz,  gözlerinin feri kaçmış. Sen lazımsın bana, bize…
- Sen hiç vazgeçmez misin be Serhat, benim gibi bir kadını sevmekten?
- İzin vermiyorsun ki, eriteyim yüreğinin buzlarını.
İzin ver de,  sarayım yaralarını.
Ben seni sevmekten asla vazgeçmeyeceğim.
- İyi ki varsın be Serhat. Varlığın bana en güzel hediye. Zamana ihtiyacım var. Sayende yavaş yavaş iyileşiyorum.
Kahve de çok iyi geldi. Hava da iyice soğuttu. Yatalım, yavaş yavaş…

Koridordan gecenin sessizliğini bozan bir ağlama sesi geliyordu. Yuvada kalan kimsesiz çocuklardan biriydi.
“Anne!” diye ağlıyordu. 
Ela'ydı…

Ela’nın anne-babası kazada ölmüş; kimsesi olmadığı için yuvada kalıyordu. Dört yaşına girmek üzereydi. Bana “anne” diyordu.
Yıllardır onu kendim doğurmuş gibi seviyordum. Çok istedim ona bir yuva sağlamayı. Ama bekâr birine vermezlerdi. Biliyordum prosedürleri.

- Elacığım, ne oldu annecim?
-Anneciğim, korktum seninle yatabilir miyim?

O gece koynumda garip bir serçe kuşu yatıyordu. Minicik kollarını dolamıştı boynuma.
Uzun süre seyrettim onu doya doya…
Allahım, nasıl da güzel uyuyordu. Kokladım mis kokusundan.

Günün birinde Ela'dan ayrılmak korkusu sardı birden yüreğimi. Ya birisi bir gün onu evlat edinirse, ben ne yapardım? Öylesine bağlanmıştım ki ona…
Ertesi gün konuyu Serhat'a anlattım. 
“Evlenelim !” dedi birden.
“Biliyorsun sekiz yıldır hayatımın anlamısın, seviyorum seni kadın, evlen benimle! Ela'ya anne-baba olalım. Bize ihtiyacı var, bizim de ona. Gideriz buralardan, Ela’yı sevgiyle büyütürüz.”

Bir kaç ay sonra Serhat’la evlenip bir sahil kasabasına yerleşmiştik. Artık evli mutlu çocukluyduk.
Ela’nın anne babasıydık.
Artık bundan böyle mutlu gececek, her günümüz.
Gözlerim artık hep mutlu bakıyor. Yüreğim aşkla çarpıyor.
Ne güzelmiş insanın birine koşulsuz güvenmesi…

Editör: Deniz İmre

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi