ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 13-01-2023 17:59

Lavanta Vadisi

Yazan: Şeyma Aktepe -LAVANTA VADİSİ

Lavanta Vadisi

LAVANTA VADİSİ

Uçsuz bucaksız, ot bitmeyen bir çölün ortasında kum fırtınasından kaçarcasına hızla yürüyordum. Her adımım kızgın kumlara değdiğinde demir gibi eriyor, keskin bir acı bırakıyordu. 

Koluma astığım hasır sepetim hızıma yetişemeyip bir oraya bir buraya sallanıyordu. Varmak istediğim yere gitmek için üç gündür yollardaydım. 

Lavanta vadisi bu zamana kadar hiçbir insanoğlunun yaklaşamadığı, ararken kaybolduğu, efsanelerde geçen bir masal diyarıydı. Oraya ulaşmak ve topladığım lavantaları geri götürüp “Bakın başardım, lavanta vadisini ben buldum.” demek en büyük dileğimdi. 

Çöl bitmedi, kum fırtınası gölgemi kovaladı ve en sonunda küçük bir mağaranın önünde buldum kendimi. 

Mağaranın önünde sivri kulaklı, kambur bir cüce uyukluyor, cırtak sesiyle, “Bir varmış bir yokmuş” diye mırıldanıyordu.

Bir süre orada bekleyince varlığımı hissedip hareketlendi sonra ise kocaman pörtlek gözlerini üzerime dikti 
“Lavanta vadisine gideceğim.” dedim kararlı bir sesle.
“Bunca zaman herkes oraya gitmek istedi yolcu, lavanta vadisine giden yol çetrefillidir. Azgın sulardan geçersin, ateş dolu nehirlerde yüzersin, bittiğinde işkencen, varırsın mutlak sonsuzluğa. 

Lavanta vadisinin ucu yoktur. Mutluluk, huzur saklıdır kalbinde. Kararlıysan yolun sonuna ulaşmaya, cehennemin içinden geçmen gerek oraya gitmek için. Bu mağaranın sonu vadinin girişine çıkar.”

Mağaranın taş kapısını ittirdi minik bedeniyle, uyukladığı yere geri uzanıp arkasını döndü.

Karanlığa adım attım, her adımda mağaranın dibinden gelen kahkaha sesleri kulaklarımı çınlattı. Gözlerim kördü, kulağımın duyduğu tek ses benimle dalga geçercesine yükselen kıkırtılardı. Hasır sepete daha çok yapıştım derine indikçe. 

Kıkırtılar yerini su sesine bırakınca merakla etrafıma baktım. Dalga sesleri mağaranın duvarlarına vurup geri gidiyor gibiydi.
“Doğru duydun yolcu, önünde durduğun göl işkence gölüdür. Buraya gelen kimse olmadı bu güne dek, ben ise belki biri gelir de kayığıma binmek ister diye bekler dururum.” dedi kalın bir ses.

“Öyleyse izin ver bineyim kayığına, ben lavanta vadisine gidiyorum. Götür beni oraya.” dedim, sabırla cevabını bekledim.
“Öyle kolay binemezsin kayığa, feda etmen gerek bir şeyi.”
“Yanımdaki tek şey hasır sepetim.” dedim umutsuzlukla.
“Öyleyse onu feda et.”
“Bu sepet çok değersiz değil mi?”
“Sen sepetini değil hırsını feda edeceksin.”
dedi gür bir sesle. 

Sepet karşılığında kayığa binip yol aldık birlikte. Sesin sahibinin yüzü görünmüyordu, tek duyabildiğim suyun alttan ocak yanıyormuş gibi fokurdayışıydı.
“Sıkı turun kayığa .” dedi. “Düşersen lavantayı da unut vadiyi de.”

Bir süre devam etti yolculuğumuz, o kayığı durduruncaya kadar süzüldük suyun içinde. En sonunda durduğumuzda beni kayıktan indirip kaçarcasına gitti. Yolun sonuna yaklaşmış olmalıydım ki mağaranın bu yanında tatlı bir melodiyi yankılanıyordu. 

Sesi takip ettim, en sonunda gözüm açıldı sonsuz mor bahçeye.
Lavanta vadisi önümdeydi. Vadi canlıymış gibi melodiyi rüzgarında taşıyor, yanıma kadar getiriyordu. Mis kokusunu içime çektim huzur dolu vadinin. Az ilerine lavantaların ortasına konulmuş beyaz piyano ve bu melodiye hayat veren genç bir kız vardı.

Hayat lavanta vadisinde sonsuza dek yaşanacak kadar güzeldi, hava berrak ve rengi iç açıcıydı.
Lavantalardan birine uzanıp kokladım, ardından onu koparıp geri götürme fikri geçti aklımdan. Kimse inanmazdı bu vadiyi bulduğuma.
Evet evet onu yanıma almalıydım.
Kopardım lavantayı kökünden..
Lavanta vadisi sararıp çürümeye başladı. Melodi artık yoktu, onu çalan kız ise yere devrilmiş. Masmavi gökten lavantaların ölü ruhları üzerimize yağıyordu.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi