ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 22-09-2022 03:12   Güncelleme : 22-09-2022 15:12

Kuru Beyaz Gül

Yazan: Aylin Özgür - KURU BEYAZ GÜL

Kuru Beyaz Gül

KURU BEYAZ GÜL 

Bilge yıllar sonra şehrini göreceği için çok mutlu oldu. 

Yıllardır gitmemişti ve çok özlemişti.
Eline geçen bu fırsatı iyi değerlendirmeliydi az çok korkusu da vardı ya her şey bıraktığı gibiyse ya yine hesap sorarlarsa....? 
Bu düşünceler zihnini kemirip durdu bir süre. 

Nihayet büyük gün, yanına alması gerekenleri aldı bir de yol üzerindeki bir mağazadan fotoğraf makinesi satın aldı. 
Aklında belki eski şehrindeki yerleri çekmek olsa da, anılarını, hissettiklerini çekemezdi hiç bir  makine. 

Mevsimlerden ilkbahar, hava ılık ve hafif lodos esiyordu ve her yer yeni yeni yeşillenip çiçekleniyordu. 

Yolculuk esnasında yine "neden?"sorusuyla başlayan eski yaşanmışlıklar geldi aklına. 
Oysa şehri küçük ama huzur doluydu bir zamanlar taa ki o güne kadar. 
Belki de huzursuzluk önceden başlamıştı o farketmemişti. 

Herkes belki her şeyin farkındaydı sadece o farketmedi o zamanlar çocuk sayılırdı daha. Hayatı okuduğu kitaplardan ibaret sayardı.

Şehrine vardığında ilk gözüne çarpan şey eskiden neredeyse hiç çıkmadığı kütüphane oldu. 
Ayakları hiç bir  komut almadan onu oraya götürdü. 
Merdivenleri ağır adımlarla tek tek çıkarken eski günler aklına geldi. 
Kütüphaneye ulaştığında bir teyze karşıladı onu, teyzeyi tanımıştı Bilge. 
Teyze onu tanımadı. 
Kütüphanenin kapısı açılınca burnuna  buram buram eski kitap kokusu geldi. 
Bilge'ye hem eskiyi hayırlatıyordu hem de biraz huzur etmişti bu tanıdık koku. 
İçeri buyur etti. Kütüphaneci teyze ona; "Özellikle aradığı bir kitap var mı?" diye sordu. 
Bilge direkt en sevdiği edebiyat bölümünü göstererek, gerek duyarsa soracağını söyleyiverdi sessizce. 

Edebiyat bölümünde göze çarpan şey hala eski kitapların orada olduğu idi. 
Bir anı canlandı birden gözünde eli ister İstemez bir kitaba uzandı. 

Kitap oldukça kalın eski bir romandı.
Asıl merak edilen roman değil içinde unuttuğu bir şeyin hala orada olup olmadığı. 
Evet oradaydı, başkaları farketmesin diye o gün kitabın arasına koyduğu beyaz gül hala oradaydı. 

Çok tuhaf duygular yaşıyordu o an. 
Hayatı geçti  film şeridi gibi gözünün önünden. 
O günü hatırladı. 
Yaşı daha 13 idi, orta son sınıfta başarılı bir öğrenciydi. 
Boş vakitlerini hep kütüphanede geçirirdi.
Kütüphaneci teyze onu bir gün görmese merak ederdi, o kadar merak ederdi ki okula telefon açar sorardı. 
Bilge bunları bilmiyordu. 

Beyaz gülü ona o gün kütüphaneden çıkınca bir genç vermişti bir iki cümle edip. 
Zaten asıl hikaye orada başlamıştı. 
Bilge bir şey diyemeden çocuk yine görüşeceklerini belirtip kayboldu. 

Elinde beyaz gülle meydanda kalakalan Bilge etrafına hızlıca bakıp, gülü elindeki kitabın rastgele seçtiği bir sayfasına koyup yürümeye devam etti. 
Kafasında bir sürü düşünceyle. 

Daha önce kimse ona çiçek vermemişti, kimse ona sevdiğini söylememişti. 
Kimdi bu genç? 
Bilge eline aldığı kuru güle bakıp yaşadıklarını ve o gün hissettiklerini düşündü bir an. 

Bir an elindeki kitapla kendini teyzenin çalıştığı masanın önünde buldu. 
Kitabın direkt fiyatını sordu, belki buna izni yoktu. 
Teyze şaşkın şaşkın ona baktı ve ekledi: "bu kitabı, bu şehirde tek bir kişi okudu adı da Bilge'ydi, maalesef o artık bu şehirde değil çünkü ona iftira attılar ve çok zengin bir akrabası da onu yanına aldı okutmak için" deyiverdi hızlıca. 

Bilge daha fazla tutamadı kendini, ağlamaya başladı, "benim o" deyiverdi sessizce. Teyze ona sarıldı; 
"Hoşgeldin! Bilge" diyerek. Sohbet etmeye başladılar o kadar hızlı hızlı konuşuyorlardı ki, zamanla yarışır gibi. Anlatacak çok şeyleri vardı. 
Hem sözler hem de duygular sel gibi akıyordu. 
Son olarak şimdiki hayatından bahsetti hala kitap okuduğunu belirtti. 
Teyzenin bir sorusu onu çok sarstı. 
Evlenmemişti kendini aşka kapamıştı o olay sonrası. Tüm şehrin ona düşman olduğu günü unutamamıştı henüz. 

Ona çiçek veren delikanlı onun beşik kertmesiydi ama  Bilge bilmiyordu. 
Çocuk Bilge'nin okulunu bitirmesini bekliyordu hemen evlenmek istiyordu ona çok aşıktı. 
Okulu bitince resmi kız isteme merasimi düzenlendi. 

Bilge hayır dedi doğal olarak çünkü o daha eğitimine devam etmek  istiyordu. 
Evlilik için çok küçüktü. Hiç kimse onu ikna edemedi.

Bir gün yine kütüphaneden çıkarken delikanlı yine yolunu kesti; "Seni bekleyeceğim" dedi. Bilge ise; "Bekleme sana umut vermedim" dedi. 

Delikanlı bu haber karşısında dalgın dalgın eve doğru yürürken araba çarpınca olay yerinde vefat etmişti. 
Tüm şehir Bilge'yi suçladı. 
Onun da tek çaresi şehri terketmek oldu. 
Uzun yıllar geçti Bilge aşka kalbinin kapılarını kapatmıştı çünkü 13 yaşında  yaşadığı olay onu oldukça üzmüştü. Ama kimse ona neler hissettiğini sorma zahmetine girmemişti, zehirli dilleriyle onun ruhunu yaralamışlardı. Susmak da bilmediler aynı zamanda da Bilgenin  vicdanı da susmuyordu. O günleri hatırladıkça üzüntüsü yine  artmıştı. 

Kütüphaneci teyze Bilge'ye şehre geri dönüp dönmediğini sordu 
Bilge ise sadece; "Ailemi görmeye geldim" diyebildi. 
Ailesi şehirde ama o hiç gelmemişti 15 yıldır hep ailesi gelirdi onu ziyarete. 

Okulunu bitirmişti güzel bir işe başlamıştı aslında. Hayatında her şey tam gibiydi ama değildi, bir şeyler eksikti. 

Hala yaralıydı, kendini lanetli gibi hissediyordu. Bu yüzden kendini aşka kapatmıştı. 
Soran olduğunda ise; "Benim sözlüm var askerde" diyordu bu sayede herkesi kendinden uzak tutuyordu. 

Elindeki kitabı sıkıca tutan Bilge tekrar sorusunu yineledi, satın almak istiyordu kitabı. 
Teyze  ise;"Eski bir kitap bir şey vermesen de olur" dedi ama Bilge cebinden çıkardığı bir meblayı kütüphanenin bağış kutusuna atıp teşekkür etti ve teyze ile vedalaştı. 

Aslında ailesi onu almaya gelmek istedi o ise cadde ve sokaklardan yürüyerek gitmek istedi belki de eski hatıraları düşünerek onlarla yüzleşecekti. 
Biraz hüzün ve acı verecekti bu. 

Okul yolunda  bir park vardı oraya oturdu ve kitabı tekrar eline aldı içinden beyaz gülü çıkararak onu incelemeye başladı çok dikkatli olmalıydı yoksa tüm gül yaprakları dökülürdü. Ne kadar oturdu oracıkta sanki zaman durmuştu, rüzgarın daha sert esmeye başlaması onu kendine getirdi. Elindeki kuru beyaz gülden bir kaç yaprak kopmuştu rüzgarda onları alıp tüm gücüyle uzaklara üfledi; "Hadi vedalaş!" der gibi. 

O güne kadar hiç aklına gelmeyen bir soruyu sordu kendine, ya tam tersi olsaydı; "Evlenseydim onunla?"
Farkında olmamıştı yıllardır insanların zehirli dilleri onu öyle içten yaralamıştı ki kendini hep lanetli gibi hissedip suçlayıp durdu. 
Bir çok başarı elde etmişti ama mutlu olamamıştı hiç. 
Belki bu yüzleşme sonrası her şey daha farklı olacaktı. 
Mutlu olmak onun da hakkıydı. 


          

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi