ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 29-01-2024 23:04   Güncelleme : 30-01-2024 00:23

Kuru Ağaç ve Kör Pencere / Kenan Gül

Yazan: Kenan Gül -KURU AĞAÇ ve KÖR PENCERE

Kuru Ağaç ve Kör Pencere / Kenan Gül

KURU AĞAÇ ve KÖR PENCERE

"Değişmem gerek, değiştirmem gerek" diye söyleniyordu yürürken. Henüz sakinleşmemişti.
Adımladığı, kendi haline bırakılmış toprak yol, son ayrılıklarını yaşıyordu sanki gizliden gizliye.

Bir an duraksadı. Etrafına bakındı. Buraya daha önce gelmiş miydi? Tanıdık şeyler aradı göz ucuyla. Her şey birbirine çok benziyordu. Sadece benziyordu. Aynı değildi.

Gayri ihtiyari kolundaki saate baktı. Saat kadranında takılı kaldı bu seferde. Hışımla evin kapısını çarpıp çıktığında, ardından gelen; "Bu saatte nereye gidiyorsun?" diyen eşinin sesine cevap vermekten kaçınıp, yine saatine bakmıştı sessizce.

İki zaman arasında hiçbir fark yoktu; “Saatim durmuş" diye geçirdi içinden. Oysa hava düşmeye başlamış, solgun güneş son çırpınışlarıyla günü terketmeye çabalıyordu. Kendini güneşe benzetti. O da evi terketmeye çalışıyordu.

Yetememe, yetişememe, yetiştirememe duygusu, her geçen gün biraz daha ağırlaşıyordu sırtında. Ezginliğini saklama çabaları üzerine, çok bol gelen elbise gibi sırıtsa da, inatla vazgeçmiyordu. Evdeki herkes onun savaşçı azmini görüyor, içten içe üzülseler de belli etmemek için, o bol elbisenin birer parçası gibi olmuşlardı. Onun oynadığı bu kimliksiz rolün ağırlığı, gün ışığında ailenin üzerine örtülmüş kara bir perdeydi sanki. Severek, isteyerek katlanıyorlardı.

Yürüyordu. Saat mi durmuştu yoksa zaman mı mola vermişti. Garip olan yol üzerinde şimdiye kadar selam alacak hiç bir insanla karşılaşmamıştı. "E, tabi herkes evinde huzurlu. Kendini yaşıyor. Niye kopsunlar ki bu mevsimde dışarıya." diye hayıflandı.

Başı önünde kayıp düşüncelerini ararken, yanında beliren duvarı son anda farketti. Artık, yağmur ve rüzgârın etkisiyle griden kırmızıya geçiş yapmaya başlamış, boya artıklarına takıldı gözleri. Ahşap bir pencereden sızan aynı tondaki ışığı, önceleri çok önemsemedi. Pencere önündeki kurumuş dallarıyla zamana meydan okuyan minik ağaç, daha çok önem kazanmıştı onun için.

"Şuna bak, aynı ben. Bu genç yaşta kurumuş. Boş dallarında bir kuş cıvıltısı bile yok. Hani ne güzel olurdu şöyle yeşil yapraklı, bol meyveli, altından geçenlere dinlence olsaydı."

Sesli söylemişti cümleleri.

"Eyvah, eyvah. Kendimle konuşmaya başladım." sözleriyse, acıyan tarafının göstergesiydi.

Yumuşak adımlarla pencereye yaklaştı. İçine bakma arzusu önlenemez bir his halini almıştı. Dayanamıyordu. Başkasının yaşam alanına girmek adeti hiç olmamıştı. Ama bu farklıydı. Kendini frenleyemez halde pencerenin camları önüne geçti. Görülürse, dileyeceği özürü bile hazır etmişti.

Daha ilk göz temasında bulunduğu anda dondu kaldı. Nefes almakta zorlanıyordu. Pencerenin ardında gördüğü her şey içinde bulunduğu ortamdan farklı değildi. Yaprakları ve meyveleri olmayan kuru bir ağaç. Aynı gökyüzü. Aynı gün bitimi...

Yorgunluktan mı yoksa düş kırıklığından mı belli olmayan nedenle yere çöktü. Aynıydı. Aman Allah’ım, aynıydı. Birden yüzü ağardı. Ayağa kalkıp gerisin geri koşmaya başladı. Koşarken bağırıyordu.

"Ben kısır değilim. Ben kurak değilim. Bacası umut tüten evimde meyvelerim var benim. Dalımda sabahlayan en güzel kuşlar bende."

Bir el omuzuna değdi. Müziği andıran ses, ürkütmeme çabasıyla kulağına mırıldanıyordu; "Hayatım kabus görüyorsun galiba. Al bir yudum su iç".

Önce anlayamadı. Kendine gelmeye çalıştı. Sonra suyu eliyle itip, eşine sıkıca sarıldı.

Editör: Ümmügülsüm Hasyıldırım 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi