ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 16-04-2024 00:55   Güncelleme : 16-04-2024 02:52

Kesik Kulak / Yusuf Yıldız

Yazan: Yusuf Yıldız -KESİK KULAK

Kesik Kulak / Yusuf Yıldız

KESİK KULAK

Kaşının üstündeki derin yarık, çökük alnı ile yüzlerce metre öteden tanınıyordu. Sadece bu yara izi yoktu. Kulağında küpe gibi duran yırtık kulak memesi, eğri baston gibi duran yayvan burnu, kopmuş serçe parmağı ile sanki, beceriksiz bir marangozun tezgahından çıkmış, budaklı ahşap oyma çirkin heykelleri andırıyordu.

Hepsi çocukluğundan ona hatıra kalan acı dolu izlerdi. Yerinde duramaz, yeri göğü taşlar, kaldırılan her taşın altından çıkardı.

Görenin bir daha görmek istemediği, ne olur ne olmaz ya karşıma çıkarsa diye, onun geçtiği yoldan bile kimsenin geçmediği, çocuklar onu görünce annelerinin eteğinin altına saklandığı kesik kulaklı, kısa boylu tıknaz adam, ister istemez, köyde büyük bir korku ve paniğe neden oluyordu

Girişten çıkışa yüz elli adımda biten, toprak, kerpiçten örme eski teneke çatılı, irili ufaklı ellinin üzerinde, hanenin olduğu çorak, kuş uçmaz, kervan geçmez bu köyde doğan Cemalettin; karısı Necibe, annesi Gürsün Hala’yla bir eli yağda bir eli balda yaşıyordu.

Köyde en çok sürüsü olan oydu. Yirmiden fazla büyükbaş dana ve inekle elliye yakın koyun besliyor, köyün tek geçim kaynağı olan hayvancılıkla uğraşıyordu.

Hozan olmuş tarlalar, adam belinden kalın ahlat ağaçları, dikenli griye çalan meraları ile hayvancılığa bile uygun olmayan bu köyde buğday ve arpadan başka da bir ekin yetişmiyordu.

Üstünden yaz kış eksik olmayan, kalın kareli "v" yaka el örgüsü yün ceket kazağını hiç çıkarmayan karısı Necibe'nin de güzellikten yana Cemalettin'den  bir farkı yoktu.

Başında oyalı karbeyaz yemenisini, her gün bir başka temiz yemeni ile değiştiren, ayağından hiç çıkaramadığı topuklu lastik cızlavatları, ince leylek gibi uzun boynu, çenesinin tam ucunda koyu kahvengi büyükçe beni ile olabildiğince çirkin lakin bir o kadar da temiz, hamarat bir kadındı.

Gece gündüz ayakta, uyku nedir bilmeyen, hiç durmadan ahırdan eve, evden ahıra mekik dokuyan bu kadını çirkin diye, kimse almamış, istemese de zorla kaderine razı gelip kesik kulaklı Cemalettin'e  "he" demişti. Fakir bir ailenin kızıydı. 'Hiç olmazsa babamın evine süt, yoğurt girer.' diye düşünmüş; "Babama bir inek, bir eşşek verirseniz he derim" demişti.

Bir inek, bir eşeğe peşkeş çekilen Necibe, zamanla kesik kulağa alışmış, biraz da varlığın içine düştüğü için, ne zaman ne yapacağı belli olmayan bu çirkin adama kurban edilmişti.

Zoraki utanma belasına selam verilen köyde bastığı yere, uğursuzluk getirir, diye ayağını bile basmayan köylülerin çoğu, Cemalettin'in çocukluğunu biliyorlardı. Oldum olası, Cemalettin'i ta çocukluğundan beri sevmiyorlardı.

Cemalettin'in rahmetli babası Akif Ağa çok sevilen, sayılan otoriter bir adamdı. Cemalettin daha çocuk yaşlarda, yaramaz, haylaz mı haylaz bir çocuk olduğu için babasından defalarca dayak yemişti.

Alnındaki derin çukur, babasının eseriydi. Sürünün başında uyumuş, koyunlar ekin tarlasına girmiş, mahsule zarar vermişti. Bunu gören babası, belinden çıkardığı eski kemerle Cemalettin'i saatlerce dövmüş alnında büyük bir yara açılmış, kaşı boydan boya yarılmıştı.

Babası aklına geldikçe; "Mezarında yatmıyasıca domuzun adamı." der, ölmüş babasına; "Cehennem narında yanarsın inşallah(!)" diye beddualar ederdi. Babasından hâlâ nefret eder, yediği dayakları her seferinde dillendire dilendire önüne gelene anlatır, kuyu gibi derin kapkara gözlerinden kin ve nefret kusardı.

"Ne olmuş yani ha ne olmuş, gidip radyonun içini açtıysam, saatin kapağını söküp içine baktıysam ha!.." diye, içinden kendi kendine konuşurdu. "Çocuğum ya, daha beş on yaşında çocuk" der, kafasını gözünü patlatan babasına; "Boyu posu devrilesice gaddar Akif, gaddar Akif..." der dururdu.

Cemalettin'in annesi Gürsun Hala; "Konuşma sen de az değildin hani, illallah ederdim illallah, senin gibi çocuk düşman başına, heç de bilem rahmetliye beddua okuma, sen o dayakları hak ediyordun Cemalettin." der Cemalettin'e bakarak hıkır hıkır gülerdi.

Ne yaptığını bilmiyormuş gibi; "Ne yapmışım da gız ana?" diye soran Cemalettin'e annesi; "Daha ne yapacan? Hangi birini sayyım, yepyeni radyoyu söktün darmadağan ettin, evde kilit koymuyordun içine bakacağım diye, Geruk Hilmi'nin ambarında ne işin vardı? Gece gece gittin adamları kan uykusundan ettin. Neymiş kaç çuval ekini çıkmış, sana ne kaç çuval çıkarsa çıksın elin ekininden. İyi ki Hilmi seni vurmadı,  o da babağan hatırına yoksa, çoktan eşşek cennetini boyladıydın diyor, daha ne yapacan domuzun dölü?" diye Cemaletin'i paylıyor, azarlıyordu. "Hele hele senin ne işin vardı? Köyün karılarının banyo yaptığı gün yunaklıkta ha!.. Bak Cemalettin bayramlık  ağzımı açduma, elin cıbıldak karılarını yunağın duvarının deliğinden gözle, sende heç ar namus yoğudu, bak geldi seni duvarın dibine yıktı gıllu Arif, kulağını kesti, keşke boğazını keseydi, elin namusuynan oynanu mu?” diyordu. Gürsün Hala, oğlu Cemalettin'in yaptıklarını bir bir sıralıyor hâlâ o günkü gibi ağzı burnu köpürüyor; "Seni domuzun dölü seni domuzun dölü" diye "Ah seni gidi yanbaz seni gidi hokkabaz(!)?" diyor ahlar çekiyor feryat ediyor Cemalettin'i yerden yere vuruyordu; "Sus ana sus gı,sus Necibe duyacak o bilmiyo sus, sus duyacak, karıları gözledüğümü bilmiyo sus gız.." diye anasını susturmaya çalışıyordu. Gürsün hala bu, çenesi açıldığında dur durak bilmezdi.

"Neye susacağamışım yalan mı bak adın kesik kulak kaldı, köyde sana Cemalettin diye seslenen biri var mı, herkesin dilindesin kesik kulak aşağı, kesik kulak yukarı, kapını bacanı açan var mı aradan seneler geçti bak kimse unutmuyor, onun evine gir, bunun evine gir, kimsenin kapısına varamıyom senin yüzünden, ne düğünde ne de bayram da..." diyor, elinde ki bastonu kaldırıp kaldırıp tıkır, tıkır yere vuruyordu.

"Hep senin yüzünden senin o çirkin yüzün gara tahtıya gelsin, böyle adamın gızı alunu mu? Dediler, torunlarım gurbete düştü gurbete, çehrelerini unuttum yavrularımın." diyor torunlarının civar köylere gelin gitmesinden Cemalettin'i  suçlu buluyor; "Kim bilür kimin neyini gözlüyon kim bilür kimi merak ediyon, sen gene hırlu durman yedisinde neysen yetmişinde de aynısın, bir de milleti suçlama kalk şu yanımdan davar geldi, Necibe bakracı koluna dakdı, yörü yörü şu davarı, ineğa sağ yörü kesük kulak yörü diyordu.

Gürsün Hala’nın dediğinden daha da fazlası vardı. Kesik kulak hâlâ eski günlerdeki gibi, hiç değişmemiş, aynı tas aynı hamam, açmadık kilitli kapı bırakmıyor, nerede bir şey görse duysa, muhakkak iki eli kanda da olsa gidiyor inceliyor, bakıyor, işine yarar bir şey bulursa, nerede bulursa bulsun, kimin olursa olsun alıp götürüyordu.

Köylünün çöpü onun hazinesiydi. Farkında olmadan atılan paslı çivi, bir kaç vidaya bile tenezzül eder, bir fırsatını bulur gider olduğu yerden alırdı.

Köyün kedileri, köpekleri bile uyur o uyumazdı. Küçük yaşta bir çobanı vardı. Onu gündüz sürünün peşine katar, gece olunca koyunları kendisi otlatmaya çıkarırdı. El ayak çekilince sürüyü köyün hemen yanıbaşındaki harmanına getirir, gece boyunca beş on eve tıpkı bir hayalet gibi görünmeden sinsi sinsi sürünerek girer, ahırda, samanlıkta ne var ne yok bakar eder, gözüne kestirdiği alet edevat ne varsa alıp giderdi.

Çaldıklarını, gece arazide gözden ırak kuytu yerlere saklar, gömebildiklerini elinden düşmeyen küçük saplı kazması ile çorak toprağa gömerdi. Araziye irili ufaklı bir çok eşya gömmüş, çoğunu nereye bile gömdüğünü unutmuştu.

Birinin ufak bir kaşığı kaybolsa bunu yapsa yapsa kesik kulak yapmıştır deseler de, gidip ondan hesap soramazlar, evini, samanlığını arayamazlardı. Evini defalarca arayan jandarmalar, kesik kulağın evinde çalınan kaybolan hiç bir şeyi bulamaz, çaresizce elleri boş dönerdi.

Jandarmada her geçen gün artan sonu gelmeyen şikayetlerden bıkmış, köylüyü kendi kaderi ile baş başa bırakmıştı.

Çaldığı çoğu şey işine yaramayan, basit, değersiz ufak tefek eşyalar olsa da, çalarken yaşadığı haz, gizlice evlere, ahırlara  girerken duyduğu heyecanı iliğine kemiğine kadar hisseder, bundan aldığı büyük sevinci, onu ağlatan hazzı unutamazdı. Geceyi iple çeker; 'Bugün kimin evine girsem?' diye ta gündüzden düşünmeye başlar, içi içine sığmazdı.

Birkaç yıl öncesine kadar, girdiği evlerden ahırlardan bir çöp bile çalmıyordu. Kuytu gizli yerlere saklanarak, kocasının yanında uyuyan kadınları, yalnız tek bir odada yatan yetişkin kızları, gizlendiği yerden gün doğana kadar izler, kapı kapı dolanır, iplerde asılı iç çamaşırları, öper, koklar saatlerce eline alır bakar, tekrar yerine asar, ufak bir çıtırtı sesi duysa oradan hemen görünmeden kaçar. Evde karısına selam bile vermeyen kesik kulak, bitmek tükenmek bilmeyen merakına; "Engel olamıyorum, içimdeki heyecanı ne yaparsam yapayım bastıramıyorum..." diyordu doktora.

Bir kaç aydır yattığı akıl hastanenin vizite odasında, kesik kulağın soluksuz anlattığı hikayesini defalarca dinleyen psikiyatr doktor, ağır bir tedavi uyguladığı hastasına; "Yarınki viziteye yine seninle başlayacağım, hadi şimdi yemek saatiniz, anonsu duydun doğruca yemekhaneye." demiş, muayene odasının önünde bekleyen ağır siklet boksörlere benzeyen, iri yarı pala bıyıklı hastabakıcıların kolları arasında Cemalettin'i muayene kapısından uğurlamıştı.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi