KADİM KONUKLAR
Gece, yıldızlar sessizce fısıldarken, kadim bir zaman perdesi gibi üzerime çökmüştü. Odam, ay ışığının solgun parıltısıyla aydınlanırken, masamın üzerindeki eski kitapların gölgeleri duvarlarda yankılanıyor, kalbim hızla atıyordu. İçimde bir his vardı. Sanki evrenin bilinmeyen sırları, kulaklarıma fısıldanıyor gibiydi.
Ansızın, odanın ortasında altın sarısı göz kamaştırıcı bir ışık belirdi. Önce titreşti ardından insan formuna büründü. Sıcak rüzgâr, duvarları çöl kumlarının kokusuyla doldurdu. Karşımda güneşin ve bilgeliğin tanrısı Ra duruyordu.
Cildinden yayılan sıcaklık, Nil Nehri’ne doğan sabah güneşi gibi her yanı ısıtıyordu. Altın pullarla süslenmiş muazzam bir kraliyet giysisi giymişti. Şahin başlı tacı, onun kim olduğunu hiç tereddüte yer bırakmadan anlatıyordu. Omzundaki pelerinin üzerindeki işlemeler, Mısır’ın binlerce yıllık hikâyelerini taşıyordu. Ama en etkileyici olan gözleriydi; zamanın ötesine bakan, alev gibi parlayan gözleri.
Tam nefesimi yeniden kazanmaya çalışırken, odanın diğer köşesinde soğuk esintiyle ortaya çıktı. Kuzey rüzgârlarıyla gelen kar taneleri gibi, sis dalgasının arasından, uzun boylu ve heybetli bir adam beliriverdi. Geniş kenarlı şapkası, yüzünün yarısını gölgede bırakıyordu. Gümüşi sakalı göğsüne kadar uzanıyor, derin bakışları sonsuz bilgelikle ışıldıyordu. Omuzlarında Hugin ve Munin adındaki iki kuzgun sessizce duruyordu.
Bu, İskandinavların en büyük tanrısı Odin’den başkası olamazdı.
Üzerinde koyu mavi kadifeden dokunmuş bir cübbe vardı. Göğsünde ezeli rünlerle işlenmiş gümüş broşu parlıyordu. Dünyalar arasında hüküm süren ‘Gungnir’ adlı mızrağını elinde tutuyordu. Gözleri beni süzerken, sanki yalnızca bedenimi değil, ruhumun en derin köşelerini de görüyordu.
Kelimenin tam anlamıyla büyülenmiştim. Birkaç adım geri çekildim; bağırmaya çalışıyordum ama sesim çıkmıyordu. "Tanrım, rüya mı görüyorum?" diye kendimi tokatladım. Acıyordu; demek ki rüya değildi.
Ra, sıcak bir gülümsemeyle konuştu: "Rüya değiliz. Sonsuz zamanın içinden geldik. Senin çağrını duyduk."
Odin başını salladı: "Geçmiş ve gelecek, şimdiyle birleşti. Bu an büyük anlam taşıyor."
Yutkundum, inanamıyordum; benimle konuşuyorlardı, onları duyabiliyordum. "Ben sadece merak ediyorum. Neden buradasınız?" dedim şaşkınlık içinde.
Ra'nın sesi güneşin doğuşu kadar parlaktı. "Bize inanıyorsun. Bizi hissediyorsun. Bu yüzden buradayız."
Ben daha ona ne cevap vereceğimi düşünürken, Odin bir adım attı. Adımları evimi titretiyordu. Mızrağını yavaşça yere dayadı ve gözlerini gözlerime dikti: "Sende söylediklerinden daha fazlası var. Bilgelik, yalnızca bilenlerin değil, öğrenmeye cesaret edenlerin hakkıdır. Sen de onlardan birisin."
Ra elini kaldırdı. Parmak uçlarından yayılan sıcak ışık göğsüme dokunduğu an, içimde yanan ateşi hissettim. İçimde büyüyen, yayılan ve zihnimi aydınlatan bir ateşti bu.
Odin alnıma hafifçe dokundu. Gözlerimin önüne aniden sonsuz diyarların görüntüleri serildi: Savaşlar, zaferler, krallar, eski tanrılar, yıldızların doğuşu ve yok oluşu gibi…
O gece tarihin en büyük bilge ve savaşçılarından ikisiyle konuştum. Ra, bana ışığın nasıl karanlığı yendiğini anlattı. Odin, savaşın, adaletin ve bilginin sırlarını fısıldadı.
O an anladım. Bu yolculuk zaten başlamıştı. Ben artık onların mirasını taşıyan bir yolcuydum...
***
TRUVA YAYIN GRUBU YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN...
Logoya tıklayıp Youtube kanalımızı ziyaret edebilir, abone olabilirsiniz.