MEKTUP
Giriş Tarihi : 12-09-2022 01:27   Güncelleme : 14-09-2022 00:56

İşte Sevgili!

Yazan: Reyhan Mete Erdoğdu - İŞTE SEVGİLİ!

İşte Sevgili!

İŞTE SEVGİLİ! 

Gönüllü sürgünlüğümün birinci yıl dönümünü yer yer boyası dökülmüş, yılların yükünü  hantal ayaklarına yüklemiş masamda, yarı boşalmış kadehimle, titrek korkak  yanan mumum eşliğinde kutluyorum. Kadeh tokuşturuyorum şeref(sizliğ)ine.... 

Kendimi, adı sanı duyulmamış, dört tarafı dağlarla, engebeli yollarla çevrili bu küçük doğu kentinin, kaderine terkedilmiş küçük kasabasına gömeli tam bir yıl oldu.

Seni düşünmediğim tek bir zaman diliminin olmadığı koca bir yıl. Kaçtım sevgili! Ama en çokta kendimden tıpkı kuyruğunu kıstırmış köpek yavrusu gibi sığındım bu izbe dört duvarın arasına. Kendimden kaçmanın mümkün olmadığını, soğuk duvarlar eli sopalı sert bir öğretmen edasıyla başıma vura vura öğretti. Senin öğrettiklerinin yanında bu gerçek hiçliklerin arasında hiç kaldı. Bir yılda bin yıl yaşlandım. Saçıma düşen akın hesabını, yüzüme kuluçlanan çizgilerin sayısını çoktan unuttum. Tüm yaşadığım güzellikleri unuttuğum gibi...  

Savaşmak Sevgili! Aşk için, can için, canımdan vaz geçtiğim için...Savaşılacak bir durum yoktu artık benim için. Kazanılacak bir zafer, fethedilecek bir yürek olmadığı gibi...  

Bu mektubu yazıyorum çünkü mihnet duygumu bilmeni istiyorum. Sana teşekkürü borç biliyorum.   

Hani bir pazar günü sinemadan el ele çıktığımız günü hatırlıyor musun? Mutluluktan ayaklarım yere basmıyordu.

Dünya bizim başımızın üzerinde bizim için dönüyordu. O hirpani giyimli, berduş adamı görene kadar. Ah zavallı! Çöpten ekmek alıyordu. Gözümde ki sevinç yaşa dönüştü.

Sen gözümün yaşını şefkatinle silerken, dilinle teselli ediyordun. "Küçük sevgilim neden bu kadar iyisin? Bu dünyaya çoksun.

Merhametin herkese yetmez, büyümelisin
gerçeklerle yüzleşmelisin" demiştin.   

Üzerinden çok geçmedi bu olayın, zemherinin ayazıydı. Yerler kaygan, çatılardan buz sarkaçları sarkıyordu. Düşmeden yürümeye çalışıyordum. Ellerim buz, yüreğim sıcacıktı. Ne de olsa bugün sen dünyaya gelmiştin. Sanki senle birlikte bende yeniden doğmuştum. Senden öncem yoktu, sonramda olmamalıydı. Süprizlerin, hediyelerin en güzeline sen lâyıktın. Bilmezdim ki! Senin (hayatın) bana sunacağı süprizi...  

Karşımdaydın; dalgalı saçların kara gözlerinin üzerine dökülmüştü. Benim acemice örgüm ve özenle seçtiğim renklerle bezeli atkı çok sevdiğim, öpmelere doyamadığım dudaklarını örtmüştü ama gözlerinde ki mutluluğu örtmeye yetmemişti. Yanında çıt kırıldım, uzun saçlı, minyatür bir kız kaygan zeminde düşmemek için sıkı sıkıya sarılmıştı ellerine. O kadar kaybolmuştun ki kızın çekik gözlerinin içinde, yanından kayıp giden beni görmemiştin. Ya da ben silinmiştin yer yüzünden.

Dünyam başıma yıkılmış, ben altında ezilmiştim. Nefes alan bir hayaletten ibarettim artık. Sanki kıyametti ve benim ruhum göğe yükselmişti.
O günden sonra benim kalbim hep zemheri kaldı. Bakışlarım buz kesti.  

Evet Sevgili! 
Benim sürgünüm o gün başladı ve bugün bir yılı doldu.    

Kendimi kapattığım zindanımın bugün kapılarını açıyorum. Esaretimin bedelini misliyle ödedim. Sayende büyüdüm. Bütün iyi niyetimi gömüyorum bu izbeliğe...

İşte Sevgili!
Bu benim kaçış hikayem...
Büyüme hikayem...
Büyümemde emeğin çok
Mutlu ol demiyorum sana
Mutsuz ol da demiyorum
Yaşattığını yaşa diyorum
Kadehimi bize kaldırıyorum. Doğum günümüz kutlu olsun. Şeref(sizliğ)ine...

Seni sana bırakıyorum
Benimse hikayem daha yeni başlıyor....

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi