İSTANBUL TRAFİĞİNDE
Anneler kızlar uzak yaşıyorlarsa birbirlerinden sık sık ve uzun uzun telefon konuşmaları kaçınılmazdır. Benim evlatlardan da birisi dünyanın ta öbür ucunda, diğer ikisi de İstanbul trafiğinin en yoğun olduğu bölgede. Doktor, evde arabaları yatar bırakıp, motosikletle hallediyor trafiği. Küçük kızımın böyle bir seçeneği olmadığından her sabah Güngören, Mecidiyeköy, Balmumcu arasındaki trafik keşmekeşini çekmek zorunda. Ama aklını seveyim insanoğlunun. Sıkıntılı durumlardan kurtulmak için illa bir çözüm yaratıyor. Benim kızım da bir çözüm buldu.
Yola çıkıp da yoğun trafiğin ortasında kaldığında açıyor bana telefonu. Başlıyoruz ana kız sohbetine…
Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz.
Trafik açıldığında:
- Hadi anne ben işe geç kalıyorum, hoşça kal.
Dilimde lafım yarım bile kalsa kapatıp telefonu gidiyor. Bu sabahki telefon sohbetimizi size de anlatmak istedim. Telefon, kızımın adını anons ederek çalmaya başladı.
“Tamam” dedim “benim küçüğüm trafikte kaldı” yine ve açtım.
- Alo anne..! Nasılsın, ne yapıyorsun, İyi misin?
Sorular peş peşe geldi.
- Yoğun trafikteyim, işin gücün yoksa biraz laflayalım mı?
- Hay hay kuzum, konuşalım, ben de mutlu olurum. İşim senden önemli mi? Olsa da bırakırım dursun. Eskidendi iş güç kaygısı. Neydi o gençlik günleri? İş yapacağız diye hayatın nasıl geçtiğini anlamadık. Kırdık geçirdik kendimizi telaştan, İla her şeye yetişmeliydik, her şey tam olmalıydı. Titiz, temiz, düzenli, en iyisi, en güzeli, başarılı, mükemmellik çabası, herkesi mutlu etmek kaygısı…
Öf be! Sayması bile yoruyor şimdi… Hayatı gerektiği gibi özgürce yaşayamadık. Şimdi acısını çıkartıyorum. Özgürüm, istediğimi istediğim zaman yapıyorum. Öyle işin gücün ya da başka şeylerin tutsağı değilim.
- Anlat birtanem sen nasılsın?
- Anneciğim, bir daha dünyaya gelsen farklı mı yaşardın?
- Olmayacak şeyi düşünmem, yaşamın tekrarı yok, seçeneğim yok. Ama madem sordun düşüncelerimi söylerim. Öyle bir şansım olsaydı, gereksiz şeylere yaşamımdan vermezdim. Önceliğim kendi mutluluğum olurdu.
- Bazı söylentiler var ki, öldükten sonra başka bir yaratık olarak dünyaya gelme ihtimali varmış. Mesela kedi, köpek, kuş ya da başka herhangi bir canlı…
- İnanmıyorum. Ola ki var, yine insan olarak gelmek isterim…
- Ama anne, düşünsene sevimli bir kedi, sevimli bir kuş, sevimli bir köpek olmuşuz.
“Sus!” dedim; “sus abuk, sabuk konuşma, asla istemem!” (Arada gülüyoruz, kahkahalarımız yükseliyor.)
- Sevimli bir kedi olsam insanlar beni yerli yersiz okşamaya sevmeye kalkar, istemezsem tırmalar, canlarını yakardım. Sonra beni döverler kaçar sokak kedisi olurdum. Fareden tiksinir karnımı doyuramazdım, açlıktan ölürdüm. Köpek olmanın başka sıkıntıları var. Kuş hiç olmak istemezdim, onun korkaklığını, güçsüzlüğünü yaşamak istemezdim. Ben kaç kez dünyaya gelecek olsam yine hep insan olarak gelmek isterim. İnsan olmanın ayrıcalığı hiçbir başka yaratıkta yok çünkü. Mutsuzluğu bile soyludur.
Konuşup konuşup bol bol gülüyorduk…
Bu arada zaman anlamadan geçmiş, sıkıntı dağılmış, trafik açılmış olurdu. Dudaklarımızda tebessüm, kulaklarımızda kahkahalarımız, yüreklerimizde sevgi, vedalaşır telefonları kapatırdık.
Ya! İşte, trafik sıkıntısının da böyle güzel yanları olurmuş…
Hayat, insan olmak her şeyiyle güzel, önemli olan bunu farketmektir…
Sizelere de öneririm değerli dostlarım. Öfke, küfür, bağırıp çağırmayla ömre zarar bir zaman yaşamaktansa, buna benzer bir çözüm bulabilirsiniz.