ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 17-12-2023 19:43

Hazana Düşmüş Gül / Aydın Hanzala

Yazan: Aydın Hanzala -HAZANA DÜŞMÜŞ GÜL

Hazana Düşmüş Gül / Aydın Hanzala

HAZANA DÜŞMÜŞ GÜL

Loş bir oda da, odanın ortasında tahtadan eski bir masa, masanın üzerinde yıpranmış bir örtü ve masanın yanında kırılmaya yüz tutmuş bir sandalye...

Yalnız bir ev; küçücük bahçesi olan bu ev sanki, şehirden uzak bir yerde yapılmıştı ve gökyüzündeki ay misali, yapayalnızdı...

Evin bahçesi son derece bakımsızdı. Bu küçücük bahçedeki güller ve çiçekler, birer idam mahkumu gibi boynunu bükmüş, son fermanı bekliyor gibiydiler. 

Hazana mahkum olan bu evin bahçesi, yabani otlar tarafından istila edilerek bahçenin hayat damarlarını kurutmuştu...

Bu manzara karşısında Nahit, derin bir hüzne kapıldı ve içini garip bir keder sardı... 

Dışarı çıktığına ve bahçeye baktığına pişman olmuş gibi bir duyguya kapıldı...

Loş odaya geri döndü ve masaya yaklaştı, sandalyeyi çekip oturdu. Her zaman ki gibi, cebinden tütün tabakasını çıkarıp bir sigara sardı ve içmeye başladı...

Sigarasını bitirdikten sonra ağır ağır kalktı, tavan arasına gitti. Her yeri toz kaplamış, her yer kırık dökük, her yer darmadağınıktı. Şövaleyi çıkardı; bir güzel temizledikten sonra uygun bir yere kurdu. Ardından, tuvalı çıkardı ve şövaleye yerleştirdi. Boyaları, fırçaları çıkardı ve başladı resim yapmaya...

Deniz kenarında yere oturmuş siyah elbiseler giymiş, saçlarını rüzgar savuran ve elinde defter kalem olan, bir kadın resmi çizdi. Kadın, yazdığı her sayfayı rüzgara savuruyor ve buna rağmen yazmaktan vazgeçmiyordu... Sonra resmin üst tarafına kanatları rengarenk olan bir kelebek resmi çizdi ve elindeki fırçayı bıraktı... 

Sonra, resme dikkatle baktı. Neden böyle bir resim çizdiğini kendisi de bilmiyordu...

Birden bakımsız ve terkedilmiş ev ve kurumuş bahçe aklına geldi...

Terkedilmişlik duygusu, insana değersizlik psikolojisi yaşatır. Belki de, terkedilmişlik yavaş yavaş kurumak, hazana düşmektir...

Terkedilmişlik, iki ömrü kaplayacak hayalleri, düşleri bir kelebek ömrü kadar kısacık bir zamana bile sığmayacak kadar kısaltır...

Nahit, resme bakmaya devam etti. Bir gül susuz kalınca; yavaş yavaş solar, sararır ve boynunu bükmeye başlar. Artık o gülde, yaşam belirtisi görünmez. Sevmek, sevilmek her insan için büyük bir değer, büyük bir ruhsal bakımdır...

Sevmek ve sevilmek; önemsemek ve önemsenilmektir...

İnsanın insana umut, güneş olması gerekirken nedense hep hayal kırıklığı olması... Ve yüreklerdeki yaşama sevincinin, sevilen tarafından katledilmesi…
Kurulan hayallerin, kağıt tomarları gibi rüzgarlara savrulması…

Belki de, suya yazılıyordu hayaller, düşler, umutlar... 

Belki de, bundan dolayıdır insanın ruhsal savruluşu... 

Nahit; “Fiziksel ölüm mü daha acı yoksa zihinsel, ruhsal, duygusal ölüm mü? Her gün ölmek mi daha zor yoksa bir defa ölmek mi?" diye söylendi kendi kendine ve devam etti " Her gün binlerce yürek ölürken, bu yürek katilleri neden özgürce yaşıyor?" 

İnsan insanın tamamlayıcısı, insan insanın cenneti, insan insanın ruhu, huzuru, sevinç kaynağı değilse neden yaşıyor ki insan? 

Nahit, resme bir daha baktı.
"Sen bir gül bahçesi olmalıydın, yüreklerde akması gereken bir sevgi ırmağı olmalıydın, bir erkeğin yüreğinde cennet olmalıydın... Neden şimdi hazana düşmüş bir gül misali solmuşsun?
Sen kullanılıp atılan bir meta değildin, bir cinsel obje değildin, neden sadece dişiliğin dikkate alındı? oysa kişiliğin dişiliğinin çok ötesindediydi." diye sordu resimdeki kadına...

Resimdeki kadın birden dile geldi ve; "Senin diğerlerinden farkın yok ki, herkes senin gibi güzel konuşuyor, herkes senin gibi güzel bakıyor fakat ne yazık ki bu güzel konuşmaların, bu güzel bakışların altında aynı güzellikler yok. Avını tuzağa düşürmek isteyen bir avcı misali, son derece merhametsiz yaklaşımlardan başka bir şey değil bu yaklaşımlar... " dedi…

Nahit, yerinde donup kaldı, ağzına pranga vurulmuş gibi oldu...

Konuşmak için kendini hayli zorladı ve konuşmaya başladı ve; “Haklısın, bu şekilde düşünmen çok doğal. Fakat bu düşmüşlüğün, bu yaralanmışlığın seni önyargılı değil, seçici yapmalı. Aklın gören gözlerine düşünce katmalı...Unutma ki, dünya ne kadar kirlenmiş olursa olsun, bu kirlenmiş dünyada kirlenmemiş insanlar da mutlaka vardır. Sayıları azda olsa... " dedi. 

Kadın hüzünle baktı ve; "İyi insanlar birbirlerinden çok uzak. Güneş ve ay gibi, gündüz ve gece gibi, yer ve gök gibi, birbirinden çok uzak..." dedi. 

Nahit, kadına baktı ve; "Ama, gök mavisi denizde de görünüyor değil mi? Birbirlerinden uzak olsalarda aslında birbirlerinin farkındalar. Bazen bir yazıyla, bazen bir şiirle, bazen bir öyküyle, hikayeyle bir şekilde birbirlerine dokunuyorlar... dedi. 

Kadının yüreğine sanki bir umut ışığı düştü. Gözlerindeki hüzün bulutları yavaş yavaş dağılmaya başladı... 

Nahit ise, son kez kadına baktı ve kalktı. Aşağı indi. Kırık sandalyesine oturup bir sigara daha sardı ve yine derin bir nefes çekti... 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi