ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 20-09-2022 05:54   Güncelleme : 20-09-2022 05:58

Güllü Lokum

Yazan: Reyhan Mete Erdoğdu - GÜLLÜ LOKUM

Güllü Lokum

GÜLLÜ LOKUM

Ahh Hulusi efendi, ahhh!
Ne vardı erkencecik gidecek, beni bir başıma  bırakacak? Hani sözümüz vardı; iyi günde, kötü günde, hastalıkta sağlıkta, neyse... Bıyık altından muzur gülümsemeni görür gibi oldum. "Ben ölmüşüm, Alahesen sen ne diyyon Güllü!'.

Bi sofa bi oda, şimdi gözümde oldu koca bi dünya. Artık sedirden inerken bile zorlanıyorum, ellerim titriyo, kaşığı ağzıma götürürken üstüme başıma döküyorum, bir komik oluyorum sorma gitsin!

Sabah ezanını duydum çok şükür, kulaklarım hâlâ iyi duyuyor ama dizlerime fer gelmedi ki kalkıp da abdest alayım. Sen olsaydın Hulusi elimi tutar kaldırırdın, sıcak suyumu hazır ederdin. Sabah sobayı da yakamadım, ev buz gibi. İyi ki şu battaniyeyi almışsın zamanında; hem sen gibi olmasa da ısıtıyo beni, hem de sanki sen kokuyo.

Zamanında çok istedik evimiz şenlensin, çicek açsın. Olmadı be Hulusi Efendi!. Vardır dedik Mevlanın bir bildiği; belki hayırsız olacaktı, arayıp sormayacaktı. O zaman daha çok üzülürdük demi Hulusi?

Doktorun kapısına kadar gitmiştik de kapıdan içeriye utanıp girememiştik. Bizim zamanımızda edep vardı, haya vardı, teslimiyet vardı, kader kısmet vardı. Bir de hayırlısı böyleymiş vardı.
Şimdi hepsi yalan oldu.

Eve getirdiğin o sırnaşık pisiği hatırladın mı? Sırf ben mutlu olayım diye getirmiştin, evladımız yoktu ya evimizi şenlendirsin diye. İşte ben onu hiç sevmedim biliyor musun? Ondan hep ürperdim.

Sanki benimle konuşuyo gibiydi. Tövbe tövbe..." 
Sen üzülmeyesin diye seviyormuş gibi yaptım. Ama sonradan alıştım. Hele o pisiği sevmeye gelen komşunun oğlu Abdullah var ya, onu görünce kalbim pır pır ediyordu. Nasıl da güzeldi Abdullah; iri iri, sürmeli gözlerinin arasına fındık burnu gizlenmişti. Saçları sanki fırça gibi dimdikdi. Bir de zehir gibi kafası vardı. O pisiği, ben de onu sevmeye doyamazdım. Senin bana getirdiğin güllü lokumları saklar ona verirdim. Ahh zavallı çocuk! Askerliğini Bingöl'de yaparken hain pusuda şehit düşmüştü. Annesi içli içli, ben gizli gizli az ağlamamıştık arkasından. 

Bak güllü lokumların tadı sanki dilime geldi.

"Güllüm" derdin, "Çay hazır mı? Sana lokum getirdim". Kısık gözlerin iyice kısılır, muzur gülümsemen belirirdi. "Lokumlar da aynı sana benziyor" derdin. Ne çok severdin de, söyleyemezdin. Ayağımı taştan, gözümü yaştan hep esirgedin. Ekmeğin yumuşağını, yoğurdun kaymağını, meyvenin tazesini, yemeğin denini, sobanın sıcağını hep bana verirdin. Her bayram kendine bayramlık almaz bana alırdın. "Öp hele Güllüm elimi" derdin, diğer elin arkada gazeteye sarılı bayramlığı tutardın. 

Yaşlılık zormuş, bir başıma bıraktın beni Hulusi Efendi. Hava iyice soğudu.

Dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Olaydın şimdi kestaneleri sobanın üzerine koyar, küçük penceremizden karı seyre dururduk yanık kestane kokusunda. Ben sana çaktırmadan karın üstünde naylondan kızak yapıp kayan çocukları izlerdim  boğazımda düğümlenen  hıçkırıkları gizleyerek, sen de göz ucuyla beni izlerdin, içime sakladıklarımı bilerek.     

Hay Allah! Bir taş oturdu sanki böğrüme. Bi ter boşandı sırtımdan aşağı. Sol kolum seğiriyor bi taraftan. Ayağa kalkabilsem, uzanabilsem ilaçlarıma. Ah Hulusim, içimden de gelmiyor. Çok yoruldum sensizlikten. Anladım ben seni Hulusi; kıyamadın sen bana,  gönlün el vermedi bu soğuklarda bir başıma kalmama. İçin ben gibi titredi. Bilmez miyim beni ne çok sevdiğini?

Kulaklarım çok iyi duyuyor demiştim ya, "Güllüm" diyorsun, "Gel" diyorsun, "Ben de görestim" diyorsun... Hiç üzer miyim ben seni? Geliyorum işte yanına.

  

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi