ETKİNLİK
Giriş Tarihi : 29-06-2022 21:21

Facebook Truva Kitap Kulübü Haziran Ayı Eş Zamanlı Kitap Okuma Etkinliği

Hazırlayan: Nalan Engin - FACEBOOK TRUVA KİTAP KULÜBÜ HAZİRAN AYI EŞ ZAMANLI KİTAP OKUMA ETKİNLİĞİ KİTAP YORUMLARI

Facebook Truva Kitap Kulübü Haziran Ayı Eş Zamanlı Kitap Okuma Etkinliği

FACEBOOK TRUVA KİTAP KULÜBÜ HAZİRAN AYI EŞ ZAMANLI KİTAP OKUMA ETKİNLİĞİ KİTAP YORUMLARI

SERPİL YALÇIN/AYDIN AYDIN/AYŞE DEMİRBÜKEN GÜDEN EŞLEŞTİRMESİ

AYDIN AYDIN

YAZAR :SÜNDÜS ŞAHİN

HASRET SAKLI YÜREKLER

Her şey o kadar tatlı ve o kadar gerçek ve o kadar da masum ki.

Bendeniz, bir kaç tane gurbetçi anıları kitabı okudum. 

Okudum demeyeyim de gördüm ve baktım. 

Tam olarak hiç birini okumadım. Çünkü, gördüğüm her kitap "Kedi kıçını görmüş de ne büyük yaram var" demiş kabilinden anlatımlardi.

Gurbet ne ki?

Bir kurban bayramı öncesinde özel bir TV kanalında guuya halkın çilesini dile getirmek isteyen bir yeni yetme guzelimiz, kurbanlık hayvanlari ile birlikte yatıp kalkan bir "insan"imizdan yaşadığı hayattan şikayet cümleleri almak için çok çırpındı fakat adam hiç şikayet etmedi.

Guzelimiz, baktı olmuyor. Dedi ki "Ama ne de olsa gurbettesiniz" 

Adam dedi ki... "Gurbet ne ki. Gurbet, kapıyı önden çekip de kilidi kapıdaki zirzaya takip kilitleyip de gotin kapıya döndümü, işte gurbet odur"

O gün düşündüm de hem insan olmak hem de insana ait sosyolojiyi bilmek ve bilmemek işte böyle bir şey. 

Kurban satıcısı insan ama TV muhabiri ne insanı, ne hayvanı ne de bu memleketin insanına ait sosyolojiyi hiç bilmiyor. 

Bildikleri de yanlış bilgiler.

Sündüs Hanım... Ama Sündüs hanım başka.

Hem konuyu biliyor hem konunun öznesi insanı ve insanlarımızı biliyor. 

İnsanlardan duyduğu kelimeleri o kadar güzel anlıyor ki, kendisi o güzellikler üstüne, hem de daha güzel kelimeler koyarak kelimeleri ve anlamları birbirlerine bağlıyor. 

Kitapta, gurbet ve gurbetçi konusuna dair, ele alınmamış ve akledilmemis hiç bir şey, hemen hemen yok gibi.

Ve Sündüs hanım, belki bilir belki bilmez ama yüz yıllar sonrasına çok güzel bir belge koymuş ortaya.

O günlerin ve bu günlerin aklını çok güzel bir şekilde iki kapak arasına koymuş.

Geleceğin tarihini yazmış. Yazılacak her tarih illa ki bu kitabını kaynak kitap olarak zikredecektir.  Öyle olmalıdır, eğer o tarih kitabını yazan kişi bir tetikçi değilse. Yani, gerçek bir tarih yazarı ise.

Kitapta çok hikaye var.

Salih ve Saliha Kahraman'larin hikayesi.

Aşık Senlik ile Perizat hikayesi gibi bir hikaye.

Farkı şu ki... Aşık Şenlik ile Perizat i rüyalarında üç derviş onlara bade içirip, onları birbirlerine aşık diye yazmisken, Salih ve Saliha 'nin hikayesinde, onlar, birbirlerini birbirlerine yazmışlar.

Bir de bir başka fark... Salih ve Saliha birbirlerine kavusmuslar lakin aşık Şenlik ile Perizat, hiç ayrilmamislar ki kavusalar.

Aşık Şenlik Erzurum Narman da iken, Perizat Afganistan da bir kasabada yaşamaktadır. 

O kadar birlikteler ki, Aşık Şenlik ölmüştür; öldüğünden kendi köylülerinin bile haberi yoktur ama Perizat bunu da bilmektedir.

Ah Sündüs Şahin...ah.

Hep böyle güzel kalasın. Böyle, insanımızın elinden tutmuş da onlarla birlikte mutlu yarınlarımıza doğru gidesin. 

Ne diyebilirim ki:

Siz yazmışsınız. Okumayanlar kendilerine kızsın. 

Okumadan bu dünyadan gocerlerse, edilecekleri bir sual de bu kitaptan olsun.

Dilerim .

Not: kitabı okuyanlar, kitaptan sonra, bir de rahmetli Sezai Karakoç 'un "Masal" şiirini okusunlar.

Biz bu yorumda esasen ne dedik, onu da anlasınlar.

Kitapta "Katrin=Katre" yıldız hikayesi bir bakıma bu şiirin hikayesidir. 

Katrin'in babası, masal şiirindeki yedinci oguldur.

Ve Katre: Aslında hepimiz bir Katre 'yiz de farkında değiliz

AYDIN AYDIN

YAZAR :DEMET MANNAŞ

YAKIN KORUMA

Çocukluğumda Mayk hammer ve agatha criste okumuş kişiyim ama büyümüş ve daha irilesmis olarak ve şimdi de daha büyük ve küçülmeye başlamış bir kişi olarak ilk defa bir cinayet romanı okudum.

Kitabı okurken, kitabın akışından ziyade;

Bir kalem, bu kadar usta bir kalem ve esasen dünyada herkese iyilik dağıtmak üzere yaratıldığı yüzünün her tarafından açıkça belli olan bir kalem sahibi, neden cinayet romanı yazar diye düşündüm durdum.

Kitabın ilk cinayet sahnesinde, ölen kişinin kalbine saplanan cam parçasının katil tarafından maktulenin kalbine, pabucun tabanı ile cakildigini gördüğümde, kitabın pabuç ve cam kırığı üzerinden yürüyeceğini düşündüm ama konu kitabın sonunda bile benim düşündüğüm yere gelmedi .

Yazarımız Türk yazar. Ancak kitapta Cansin ve Nermin dışında Türk yok. Dolayısıyla kitapta geçen isimlerin cinsiyetlerini, şahsen kitabın akışı içinde öğrendim ama şu anda isimlerden hangisi "bayan" hangisi erkektir, bilemem 

Bayan:... Bayan Murray ..Bayan filan...bayan feşmekan...

"Bayan değil kadın kadın" repliginin Türkiye'de insanları ne kadar gülünç duruma getirdiğini göstermesi bakımından önemli ..

Kitap, Türk isimleri ile yazilsaydi ve bir kadına mesela "Bayan Necla" denilmiş olsaydı, eminim yazarı, feministlerimiz tarafından tefe konulur ve Demet hanım için "Sen de mi Demet Mannaş Kervan" denilirdi ama bereket, kitabın kadın kişileri "gavur" olunca, onlara "bayan" denilmesi eminim hiç bir feninistimizin zihnine aykırı düşmeyecektir.

Bir yazar olarak Türk olmanın ve hele hatun Türk olmanın ne kadar büyük bir nimet veya külfet oluşturduğunu böylece görmüş olalım.

Kitap, gavuristanda geçiyor ama bir Türk aklı ile yazıldığı da çok belli. Dolayısıyla çok fazla kötülük yok. Herkes bir vuruşla ölüyor. Her ölü, çok kolay ölüyor. Yani vahşet yok kitapta. Bu yüzden de bir Türk yazar tarafından yazıldığı çok belli. Öyle ki kişilerden birisine bir başka kişi "Başınız sağolsun" diye bile diyor. Halbuki gavur dilinde bu kelime yoktur. 

Türk olmak çok ayrı bir durum. 

İnşallah İngilizceye de kitabın yazıldığı gibi çevrilir de gavurcuklarimiz azıcık bir insanlık kelimesi öğrenirler 

Neyse...

Biz kitabı konuşalım.

İlahi tecelli .. 

Amerikan polisi ve adaleti katil diye başkasına ceza veriyor fakat ilahi adalet sonunda yerini buluyor.

İlahi adalet nedir?

Kısas deriz biz bu adalet şekline... Öldüren öldürülür.

Öldüreni adalet öldürür. 

Adalet eğer öldürmez ise??

İlahi adalet illa ki tecelli eder. 

Yazarımız bunu düşünmüş müdür?

Bilemem.

Ancak, ilahi adaleti kitabın katil kişisinin ustalık bilinci ile yazarımız yerine getirmiştir. Katil, şeriatın emrini, kendisini öldürerek yerine getirmiştir. 

#YakinKoruma  adına uygun bir şekilde, kitabın içeriğinde Cansın'in yakın koruması mantığı ile yürümüş olsa bile, o kadar cinayeti işlemiş bir kişide ilahi adaletin tecelli etmiş olması ile tam bir yakın koruma konumu sağlanmıştır.

Eden kişi kendine eder işi.

Vesselam.


AYDIN AYDIN

YAZAR: DİLEK TUNA MEMİSOĞLU

ANADOLU KOKULU KADINLAR

Çocukluğumda okuduğum Kemalettin Tuğcu kitaplarini saymazsam, hikaye diye okuduğum ilk kitaplar, Rasim Özdenören 'in #Çözulme  ve #ÇokSesliBirOlüm kitaplarıdir. 

Her iki kitabın da, insanımız ile ilgili olarak hayatımda izleri vardır. 

Anadolu insanının, kimseye dokmedigi çilesi, insanlığı ve insaniyeti bu kitaplar ile zihnimde çeşit çeşit yer etmiştir.

Sonra Mustafa Kutlu kitapları... O kitaplara da hikâye diyorlar. Mustafa Kutlu 'ya da o kitapları yazdığı icin hikayeci diyorlar. Böyle dedikleri ve kendime de bir dil ve anlatım şekli aradığım için, Mustafa Kutlu 'nun kitaplarının çoğunu da hikâye niyetine okudum.

Ancak, mesela, Rasim Özdenören 'in kitaplarından aklımda kalanlar gibi bir kalıntı, Mustafa Kutlu'nun kitaplarında kalmadı.

Ve şimdi Dilek Tuna Memişoğlu'nun Anadolu Kokan Kadınlar kitabı...

Her hikayede, hem tanıdık fakat belki hiç bir zaman dönüp bakmadigim insan kimlikleri.

Niye bakmadım?

Çünkü, kadınlara bakmak yok toremizde ve kimliğimizde. Dilek hanımın anlattıkları da kadınlar.

Anadolu Kokan Kadınlar. Onlara hiç bakılmaz. 

Onlar, aileyi taşırlar sirtlarinda da ih bile etmezler. Feryatları varsa da, feryatlarıni kendileri bile ses saymazlar. Yabana, zaten ses etmezler. 

Fakat işte: Dilek hanımın kitabı ile hepsini, bazı an'lari ile gördük.

Bazıları ağlatsa da, insan hikayesi olmakla, ne hoş hikayeler. Ne kadar da güzel yazilmislar.

Her birisi şiir gibiler.  Şiir tadında hikaye, hikaye tadında şiir nasıl yazılırın ders kitabı gibiler sanki.

Dilek hanımı tebrik ederim.  Böyle nice güzel eserler dilerim kendisinden. 

Sağolsun ve varolsun.


SERPİL YALÇIN

YAZAR: SÜNDÜS ŞAHİN

HASRET SAKLI YÜREKLER
Sayfa sayısı:197
   
Başladım. Başladığım gibi sürüklendim. Sıcacık, dupduru bir anlatım ile kucaklıyor kitap resmen sizi. İnce bir kitap, iki saatte bitiririm demiştim ama öyle olmadı. Kitap okurken bilmediğim,  görmediğim yeni bilgilerden bahsedilmiş olması zaten ayrıca dikkatimi çekti. Kesinlikle dopdolu bir kitap bence 450 sayfalık bir kitap. Bitmesin diye kıyamadığım,  elimde bekletmek istediğim kitaplar olur. İşte bu kitap böyle bir kitaptı.
"Uzaklarda bir yerde" isimli  bir kitap okumuştum çok uzun zaman önce, cüzzam hastalığına yakalanan insanlar bir adaya atılıyor ve ölüme terk ediliyorlar , yazar yıllar önce yazılmış günlüklerden ve mektuplardan yola çıkarak kitabı yazmış.O kitap da beni çok etkilemişti.
Frank MCCourt duydunuz mu,  bilmem ama ben, samimi kalemini çok severim.
Hasret saklı yürekleri okurken bambaşka yerlere gidip, bambaşka düşüncelere daldım.  Ve bu kitabı ile baska bir sevdiğim yazarı hatırladım.
Kesinlikle kaçırılmaması gereken bir kitap. Her sayfada bir genel kültür bilgisi vermesi ise benim için daha da önemliydi. Severim bilmediğim yerler ile ilgili bilgileri .
Okurken canım tarçınlı badem şekeri  çekmiş olabilir :) Mozart' müzesinde gezinmiş Belgrad kalesinde dolaşmış oldum.
Ama en önemlisi,  işçi olarak yabancı memlekete giden insanların çocukları için endişelenen fedakarlık yapan, öğretmenlerimizin olduğunu bir kez daha hatırlamaktı. Zora ve darlığa düştüğümüzde birbirimize nasıl sarılıp kenetlendiğimizi hatırlamak ...
Tamam kabul burada azıcık ağlamış olabilirim.
Yolun bahtın açık olsun 
Sündüs Şahin.
Gerçekten gururlandım ve çok sevindim uzun zamandır böyle güzel bir kitap okumamıştım hele hele popüler olmak için sadece bazı konuları yazan ünlü Türk yazarların yanı sıra ; bizim olan, geçmişimiz olan ve değerlerimiz dediğimiz onca olayı böyle işleyip sıcacık bize okuyucularınıza sunduğunuz için. 

Kendinizi , Belgrad kalesinde gezerken bulup sonra"  okuyucu"  isimli kitaptan haberdar olmanız benim açımdan keyifliydi.

Çok sıcak bir anlatım ve dolu dolu , bazı yerleri iki üç defa okudum kalıcı olsun aklımda diye.

Sündüs  hanım, harika bir anlatımla sizi hikayenin ortasına çekiyor ve sizde hayat hikayelerini kayıt cihazına kaydeden Asya'nın yanına oturup Uslu uslu ve bazen puslu puslu dinliyorsunuz hikayeleri.

SERPİL YALÇIN

YAZAR :DEMET MANNAŞ

YAKIN KORUMA

Başlangıçta adapte olmakta zorlandım.
Kim kimdi, ne neydi ?
Kim öldü, niye öldü?
Baba çocuğunu niye dövdü? 
Olayları anlamaya çalışırken  yarısına geldiğinizi fark ediyorsunuz. Zaten ondan sonra kitabin başında ayrı ayrı,  anlatılan ve tanıtılan hayat hikayelerinin sebebini anlıyorsunuz. Sanırım yazar kitaba başlayıp ara vermiş,  kitabın yarısından sonra anlatım bana farklı geldi.
O kadar hızlı akıyor ki kitabin nasıl bittiğini anlamıyorsunuz.
Küçük küçük parçalar ve satır aralarına gizlenmiş bilgiler ile herkesi suçlarken buluyorsunuz kendinizi.
Cansın ve kız arkadaşı Tess, Cansın ve arkadaşları, Cansın ve hastaları en sonunda da Cansın ve annesi.
Ya hu, dedim bu kadar travmatik olmasaydı çevresindeki insanların hayatları, ama travma olmasaydı bu kadar kolay herkesi de suçlayamazdınız sanırım.

Amişleri ilk defa duydum ve kitapta anlatılıp bilgi içermesi zenginlik katmış. 
Tavsiye edilir.
Tabii ki size kitabı anlatmayacağım.
Şaşırmaya hazır ve nazır olun diyorum 
Yazarı tebrik ediyorum 
Başarılar diliyorum .


SERPİL YALÇIN

YAZAR: DİLEK TUNA MEMİSOĞLU

ANADOLU KOKULU KADINLAR

Sayfa sayısı: 117

Bir kadın,  kaç insan eder?
Bir kadın, kaç meslek yapar?
Her kadının kalbinde bir ana yatar. 
Ve ister doğursun 
İster  doğurmasın
Her kadının kalbi , 
O her bir  kadını, anne yapar.
Her kadın biraz Anadolu'dur.
Yedi ceddimizden geçen bu şefkat, bu merhamet 
Ülkenin hangi yöresine
Gidersen git.
Her kadın, 
Aynı şefkat ve acı ile yine  bağrına basar  seni.

Dilek hanımın kitabını  okudum bugün.
Yazarın kalemine aşinayım gruptan, dergiden...
Aynı sıcaklık, sakinlik ve acele etmeden sindire sindire anlatım.
Güzel yürekli arkadaşım.
Söylenecek bir şey yok. Okuyun ve dinlenin. Hayatı sessize alıp, tadını çıkartın.
Bildiğimiz, duyduğumuz hayat hikayelerini bir de Dilek Tuna Memişoğlu nun harika kaleminden okuyun.


AYŞE DEMİRBÜKEN GÜDEN

YAZAR :DİLEK TUNA MEMİŞOĞLU

ANADOLU KOKULU KADINLAR

Okudum bitti...
Şifacı 
Sedece güzel cümleler
Ninemin mektubu 
Hali
En favori hikâyelerim oldu. Yer yer yüzde tebessüm, yer yer yürek dağlamasi ve gözyaşı...
Dilek Tuna hanım;
Her kitabın bir ruhu olduğuna inanarak okurum ben kitapları 
Kullanılan yazi tipi, sayfalarin rengi, harflerin küçüklüğünde bile mutlaka anlamları vardır bende 
Kitabınızı üç dört cümle ile analiz edin deseler ,çırpınırken kutsal bir elin yüreğinizi sıkıca tutup sakinlestirmesi diye tasvir edebilirim.
Betimlemeleriniz kullandığınız kelimeler öyle samimi öyle içten ki; öyküyü okumaya başlarken bi sıcaklık sarmaya başlıyor sizi hızlı okumaya calisayim deseniz de öykülerin anlatim biçimi sizi omuzunuzdan tutup sakinleştirmeye çalışıyor.
Çok beğenerek okudum hepsini.
Dilek hanım hikayeyi yarim bırakıyor ama sizi yureginizden öyle yakalamış ki hikayelerin devamını birlikte getiriyor ve portakal çiçeklerini birlikte kokluyorsunuz.....
Emeğinize kaleminize sağlık...

*

ŞEREF KORKMAZ/TUNCAY ELYAY EŞLEŞMESİ

ŞEREF KORKMAZ

YAZAR: ZYGMUNT BAUMAN

SOSYOLOJİK DÜŞÜNMEK

Sosyolojik Düşünmek / Zygmunt Bauman

Seçerek  okuyanlardanım hatta kimi zaman seçmekle kaybettiğim zaman dilimi, kitabı okuma süremden uzun olur.
Öyle oldugu halde , bir çok kitabı okuduktan sonra hayıflandığım olmuştur.
Zamanımın çalındığı hissine kapılmışımdır.
"Herkes yazabilir ama yeterince acılarla yoğrulmayan insan kelimelere nüfus edemez!"
Diye düşünürüm hep !.

Entellektüel insanlara her zaman ilgi duymuşumdur. "Taraf olsa dahi belli başlı doğruluk standartlarını" ölçü kabul ederek  düşüncelerini söylemeleri, bu yönlerinden hiç taviz vermeden tespitlerde bulunmaları, eleştirel bakışları onlara saygı duymaya  yeter zannımca.. Z.Bauman'da bir entellektüel, Kitaba gelince; gündelik hayatta pek dikkat etmesek dahi sürekli karşılaşabileceğimiz ikilik ve karşıtlıkları çok geniş  bir bakışla inceliyor. Varsayımlarını  filozof ve  psikiyatristlerden örnekler vererek destekler mahiyette anlatıyor. Birey olma ile toplum içinde var olma arasındaki bütünlük ve çatışma; toplumların ya da insan gruplarının kendini ve karşıtını tanımlaması; birey ile grup, millet ile devlet, birliktelik ile ayrılık, bireysel varlığını koruma ile ahlaki sorumluluk arasındaki çatışmalar dikkat çeken konulardan bazıları.Giriş ve bölümlerden oluşan eserinde Bauman'ın sürekli vurguladığı, gündelik veya  toplumsal hayatımıza eleştirel bakışın önemi.Sosyolojik düşünmenin; tamamlanmış bir düşünüş biçimi değil de müphem bir bakış olduğunu söylüyor.Sosyolojik bir düşünüş  biçiminin, kendi kavrayışımıza da  zenginlik katacağını vurguluyor.İkilikleri ve çelişkileri karşılaştırıp "hayatın içinde başka bir hayat daha var" iyi bakın diyor.Sosyal bilimler birbirinden bağımsız olamaz, diğerlerini daha iyi idrak edebilmek ve doğru kavrayabilmek de Sosyolojiden geçer diye düşünüyorum.
Yazarımızın zor sayılabilecek bir anlatımı var zihnimi dürtüyor çok zaman hatta  bir ara  Psikoloji içerikli bir kitap okuyor hissine kapıldım.Yazar herkese sesleniyor ; İçinde yaşadığımız çevrenin ne kadar farkındayız,
veya her gün deneyimlediğimiz, karşılaştığımız olayların, bize her yönden dayatılan fikirlerin ne kadar bilincindeyiz. Toplum bilimi olarak kafamızda kodladığımız ve alanının o bitmez tükenmez mantık yürütmelerine, kafa yormalarına erişemediğimiz alan sosyoloji.

Yazarımız eski bir atasözünü örnek vererek, 
bir yere varmaktan daha iyisi umutla yola devam etmektir diyor. Dolayısıyla tüketim toplumlarında, önemli olan şeyin tatmin değil arzu olduğunu söyleyebiliriz diye de ekliyor. Basitçe arzunun arzuladığı şey daha fazla arzudur derken, bana Dostoyevski'nin " Kolomb Amerika'yı bulduğunda mutlu olmadı, ararken mutluydu." (Budala) sözlerini anımsattı.
Yine Z.Bauman "çıplak gerçek şudur ki, bazı insanların ötekilerden daha çok parası ve dolayısıyla daha fazla pratik seçim özgürlüğü vardır " diyerek ekonomik şartların bireyin hayatındaki her şeyde kolaylık sağlayacağını ve hayata bir adım önde başladığını, bunun acı bir gerçek olduğunu belirtiyor.
Bölüm bölüm, uzunca yorumlanabilecek  bir eser ama okuyacaklara bir ön bilgi mahiyetinde olsun ve birkaç kısa alıntı ile bitireyim.

& Bilgi edinme yollarımız dünyayı kavramak için kullandığımız çerçevelerdir ve bunlar dil ile deneyim arasındaki ilişkilerde biçimlenir.
& Sosyoloji yeni fenomenleri kavramaya ve mevcut fikirleri deneyimler ve verilere karşı sınamaya dönük süre giden bir faaliyet alanıdır.
& Bireysel yaşam öykülerimiz diğer insanlarla paylaştığımız tarihle nasıl iç içe geçer?
& Sosyalleşme asla sona ermez. Beraberinde özgürlük ve bağımlılığa dair fikirler arasında değişen ve karmaşık etkileşimler getirir.
& Önyargı insanları davalarının desteklenmesinde kullanılan araçları onaylamaya iter.
& Olduğumuz kişinin digitalleşmiş bir versiyonu bilgi üzerinde kurulmuş denetim vasıtasıyla ortaya serilir.
& Muğlaklık amaçların rasyonel bir şekilde takibine gölge düşürür; Dolayısıyla kaçınılması gerekir.
& Uzaklık coğrafi olmaktan çok zihinsel bir mesele olabilir.
& Sevilmek anlaşılmaktır. 
& Sosyoloji ve sosyolojik düşünmek;insanın özgürlük davasına hizmet eder.

Biraz zor olsa da Z.Bauman'ın kalemi,
ufkunuzu genişletebilecek birisi.

" Bilgi ışık gibi ne kadarı kafanızın içerisine girerse, dünya o kadar aydınlık görünür. "

Işığımız/ Işığınız daim olsun.


TUNCAY ELYAY

YAZAR :ZYGMUNT BAUMAN

SOSYOLOJİK DÜŞÜNMEK

Zigmund Bauman tanınmış bir sosyolog. Kitap artık çevirisinden midir nedir bilmiyorum bana sıkıcı geldi. İlk defa sosyoloji türü okumuyorum, severek okuduğum bir katagori ama bu kitabı zorlukla okudum açıkçası. Yazar kitapta sosyolojik düşünmenin neden gerekli olduğunu açıklayan geniş bir açıklamadan sonra, belirlediği sosyolojik olaylarin bölüm bölüm açıklamasını yapmış. 

Özgürlükten tutun ; Devlet, sevgi,etik, ahlâk, milliyetçilik, ulus, dil,din, ırk ve daha birçok kavramı,  sosyal medyanin insanlar üzerindeki etkisi, bilginin gücü, devlet-sivil toplum ilişkileri, kadınların karşılaştığı zorluklar, teknolojik gelişmelerin toplumdaki olumlu ve olumsuz yönleri, insanlardaki onaylanma ihtiyacı, bir topluluğu etki altına alma konusunda uygulanan çeşitli ikna yöntemleri, İnsan davranışlarının içinde bulunduğu çevreden nasıl etkilendiği, sosyolojik düşünmenin neden önemli olduğundan bölümler halinde bahsediyor.

Kitaptan beğendiğim bazı alıntıları aşağıda veriyorum:

*Bütün değişimler sancılıdır ve daha fazla fedakarlık, kararlılık ve dayanıklılık gerektirir.
Eylemlerimiz toplumun tercihleri ve kuralları ile çevrilidir. 
*Kim olduğumuz, “benliklerimiz” bizimle birlikte doğan  birer nitelik değildir, aksine başkalarıyla etkileşim içinde zamanla edindiğimiz bir şeydir.
*Ferdi benliği ne kadar güçlü olursa, çocuğun karakteri o kadar özerk olur.
*Ulusal dayanışmayı ve kişinin kendisini daha büyük bir iyilik için feda etmeye hazır olmasını dillendiren ifadeler, ulusu “annemiz” veya “ata yurdumuz” olarak adlandıran referanslarla süslenir ve bunlara çoğunlukla zaferlerle, kesinlikle dolu bir geçmişten bir şeyler çalmış ortak düşman anlatısı eşlik eder.
• Kadınlar duygusal, erkekler rasyoneldir. Sonuç, kadınların toplumsal sözleşmerden dışlaması bununla birlikte özgürlüğü başkalarına bağımlı olmama olarak belirlenmiş bir fikrin eklenmesiydi.
• Tüm sahiplik ilişkilerine dayanak olan ilke şudur: Başkalarının hakları bizim haklarımız için birer sınırdır ve bundan ötürü özgürlüklerimizin genişletilmesi başkalarının kendi özgürlüklerinden yararlanma 
şanslarının sınırlanmasını şart koşar. Bu ilkeye göre mülkiyetin olanak verme koşulu daima çeşitli türden sınırlamalarla birlikte 
gelir. Söz konusu ilke sıfır toplamlı oyun mantığıyla çözülmez bir çıkarlar çatışmasının olduğunu varsayar. Dolayısıyla 
paylaşarak ve işbirliğiyle hiçbir şeyin elde edilemeyeceği farz edilir. Eyleme geçme yetisinin kaynaklar üzerindeki kontrole 
dayandığı durumlarda, makul davranışların anlamı “herkesi kendi çıkarı için” hareket etmeye iten buyruğun uygulanması demektir. İnsanın kendisini koruma görevi bireyci kültürlerde karşımıza işte böyle çıkar.
• Google ve Facebook gibi büyük güce,erişim alanına sahip devasa şirketler tarafından satılan muazzam boyutta bilgi depolarlar. Francis Bacon bilginin güç olduğunu söylediğinde, fikri mülkiyet 
ve bu boyutlardaki bilgi işlemleri akla hayale dahi getirilemezdi
• Etik ve ahlak arasındaki farklılıklar genelde şöyle tarif edilir: İlki söz gelimi mesleklerden gelen ve herkesçe kabul edilen davranış standartlarıyla ilişkilendirilirken, İkincisi bireyin yanlış ve doğru algılarıyla ilgilidir.
• Neticede kişiler insan olarak görüldükleri 
sürece ahlaki özneler olmayı sürdürürler. Yani tek başlarına diğer insanlara gösterilen ve her insan için yapılması uygun görülen muamelelere hak sahibi kişiler olarak sayılmalıdırlar.
• Seven kişinin, sevdiğinin egemenliğini, kendi adlarına karar verme ve kendi otoriteleriyle tercih yapma haklarını kabul edip onaylaması demektir. Sevilmek aynı zamanda, “beni anlamanı istiyorum” dediğimizde veya acıyla bize “beni anlıyor 
musun? Beni gerçekten anlıyor musun” diye sorulduğunda kullandığımız anlamıyla anlaşılmak demektir. Anlaşılmaya duyulan 
arzu, birilerine kendilerini yerimize koymaları, meselelere bizim açımızdan bakmaları ve başka kanıtlara bakmadan sırf bize ait olduğu için saygı duyulması gereken bir bakış açısına sahip olduğumuzu kabul etmeleri için yapılan umutsuz bir çağrıdır. Bu 
durumlarda peşinden koştuğumuz şey şahsi deneyimlerimizin yani içsel dürtülerimizin, ideal yaşam, benliğimiz, acılarımız ve hazlarımızla ilgili imgelerin onaylanmasıdır. Onaylama, kendimizden bahsederken taraflardan birinin diğerini ciddibir şekilde dinlemeye, sempati ve empatiyle bakmaya hazır olmasında aranır.
• Twitter hesabı olan herkes haber kaynağı olarak görülecekse gerçekleri ve yalanları nasıl ayırt edeceğiz? Görünüşe göre artık 
herkes birer uzmandır çünkü aramızdaki fiziksel yakınlıktan tutun, bilgisayarlar, dizüstü bilgisayarlar ve akıllı telefonlardan 
gelenlerle geniş yelpazede bilgiye sahibizdir.
*Bu küreselleşme çağında, sosyolojinin bize verebileceği bilgiye her zamankinden çok ihtiyacımız vardır. Neticede bugün kendimizi anlamak, mevcut koşulları ve ilişkileri kavramamızı sağlar. Bu olmadığında geleceği biçimlendirme umudu kalmaz.
• Sosyoloji eylemlerle algılara yön veren koşulların kazınıp çıkarılmasıdır ve dünyaya mana kazandırmak için kullandığımız 
anlamlan incelememize olanak veren yorumlayıcı bir disiplindir. Gördüğümüz gibi bilgiye yönelttiği özgün bakıştan ötürü hiçbir 
sihirli çözüm sunmaz. Pratiktir çünkü kendimizi, ötekileri ve toplumu bir bütün olarak görmemizi sağlayan mercekler sunar, 
îçgörüleri “amacıyla” diye başlayan cümlelerden “bu sebeple” diye başlayan cümlelere geçen kavrayışlar yaratır. Bu alana girmek istemeyenler için meşakkatlidir ve sıkıntılıdır. İsteyenler içinse refleksif/dönüşümseldir ve rahatsız edici olabilir çünkü algılarımız ve sahip olduğumuz yaşam formları dünyada varoluş şeklimiz içinde iç içe geçtikçe aşinalıktan yabancılığa kayar
*Sosyoloji toplumsal ilişkiler içinde açığa çıkmış deneyimler üzerine eğilen kapsamlı bir yorumlamadır ve bu deneyimleri 
ötekilerle, insanların içinde bulundukları toplumsal koşullarla ilişkiler içinde yorumlar. Kendimizi ötekilerle birlikte ve onlar 
yoluyla anlamada yardımcı olmasıyla deneyimlerimizi zenginleştirse de, bu deneyimleri yorumlarken tüm bilgeliğin kendisinde toplandığını savunmaz.

*

AYNUR ÖZCAN/EMRAH DÜZ EŞLEŞMESİ

AYNUR ÖZCAN

YAZAR:JOSE MAURO DE VASCONCELOS

ŞEKER PORTAKALI

Okudum bitti şeker portakalı 12 günde yazdığını söyleyen yazar ama onu 20 yıldan fazla taşıdım yüreğimde sözleriyle özetlenmiştir. Zeze nin  baba mi öldüreceğim ifadesi babasını içinde öldürmesi çocukların ceza yöntemi içindeki Şeytan dürttü demesi dikkat eksikliği olan çocuklarda sonucu bilmesine rağmen yapma isteği ve dinî inancının çok yoğun yaşaması ve çocukların sevgiyle nasıl iyilese bileceklerini yazmıştır yazar. Bu kitabı bütün ebeveyn lerin  okumalarının gerektiğini kanısındayım çocukların duygu dünyasını en güzel şekilde ifade etmiştir Emrah Düz Bey'le keyifli bir okuma oldu, sevgilerimle.

EMRAH DÜZ

YAZAR: JOSE MAURO DE VASCONCELOS

ŞEKER PORTAKALI

Aynur Özcan
Hanımefendi bu kitapta bana eşlik etti. Öncelikle kendisine teşekkür ediyorum.

Şeker Portakalı okuma serüvenine başladığım kitap diyebilirim. Fakat o dönemde okuldaki öğretmenin zoraki ödev vermesiyle okumuş ve pek tadını alamamıştım.  Bu defa her sayfasını sindire sindire, her sayfasında ders ala ala okudum kitabı. Kitabın özetine yer vermeden önce, çocukların yetiştirilmesinin, onlara karşı ebeveyn ve toplumun yaklaşımı, hitabetinin me kadar önemli olduğunu görmüş olduk. Ailesinden sevgi görmeyen hatta şiddet gören çocuğun hayal dünyasında mutsuz bir şekilde yaşamasına sebebiyet veriyor. Kitabımızın kahramanı kendisi küçük, düşünceleri büyük Zeze. Çok yaramaz çocuk olan Zeze yaptıkları veya yapmadıkları yüzünden sürekli aile büyüklerinden, komşulardan dayak yemektedir. İşin en kötü yanı 5 yaşındaki bu çocuğun yaşam sevinci ile dolu olması gerekirken kendini fazlalık görmesi ve ölmek istemesi. Daha sonra önce düşmanı olan sonra dostu olan arkadaşının tren kazasında ölmesi ile bir türlü kendine gelemez. Zeze'nin tek sırdaşı ise bir şeker portakalı fidanıdır. Hayaline göre konuşuyor ve oyunlar oynuyorlar.
Değerli arkadaşlarım, hepimiz yaşadığımız günden şikayetçiyiz. Belki gelecekte olmayabiliriz fakat geleceğe güzel fidanlar ekebiliriz. O fidanlar çocuklarımız olacaktır. Geleceği güzelleştirmek bizim elimizde.

*

MUSTAFA YILDIRIM/BURCU EKİNCİ EŞLEŞMESİ

MUSTAFA YILDIRIM

YAZAR: ERDAL ÖZ

YARALISIN

“İşkence, insanlık suçudur”

Böyle bir slogan vardır. Çoğunuz duymuşsunuzdur. Haklı ve doğru bir sözdür. 

İşkence, gerçekten de bir insanlık suçudur. Ama maalesef ki, insan adı verilen mahlûkatın vazgeçemediği, vazgeçemeyeceği bir utançtır işkence.

İşkence, güç sahiplerinin suçlu gördüğü ya da şüpheli gördüğü insanlara, fiziksel ve ruhsal olarak acı verecek yöntemleri akıl ve vicdan dışı ve de psikopatça uygulayarak, uygulanan kişiyi çözme, itiraf ettirme yöntemidir.

Güç sahipleri vazgeçmezler bu yöntemden. Devletlerin, istihbarat teşkilatlarının, suç örgütlerinin ve mafyanın acımasız cezalandırma şekillerinin en başında gelir, işkence.

Suçlu ya da şüpheli insanları çözebilmenin pek çok psikolojik yöntemi varken, psikopatça yöntemlerden neden medet bekler ki insan? Gerçi bunun cevabı, tarihin en doğru sözünde gizlidir. “Güç, herkesi bozar. Mutlak güç, mutlaka bozar.”

Erdal Öz’ün ünlü romanı ‘Yaralısın’ı okudum. Burcu dostumla eş zamanlı okuduk.

Ve, beğendim.

Bence, tam bir psikolojik roman…

Politik bir roman sanılabilir, ama roman daha çok psikolojik ağırlıkta.

12 Mart 1971 askeri muhtırası sonucu tutuklanan solcu bir gencin, işkencedeki ve hapisteki günlerini konu ediniyor roman…

Yaralısın,
Can Yayınları’ndan çıkıyor. Türü, roman. Sayfa sayısı, 247.

Kitabın arka kapak yazısı:

“İyi bir romanın yaşamdan daha gerçek olabileceğini, Erdal Öz'ün romanını okuduktan sonra bir daha anladım... Ve insan bu romanı okurken insanlığından, yaşamından, konuşmaktan, görmekten, soluk almaktan utanıyor. Bu romanı okuduktan sonra savaşsa savaşa eyvallah, ölümse ölüme eyvallah, ama işkence!.. Bu roman direnen adamın destanıdır. Kendi bedeninin güçsüzlüğünü yenen, aşağılanmayı yenen, iğrençliğini yenen, hastalıklarını yenen, gücün bile üstünde bir gücün destanıdır bu roman... Bir şey daha söylemeliyim bu roman için: anlatılan ne kadar gerçekse ya da gerçekten daha gerçek duygusunu veriyorsa, dil de o kadar güzel olur. Gerçeğin dili güzel oluyor. Erdal'ın dibe çökmüş, mayalanmış ustalığı burada... "Yaralısın", romanımızın unutulmazları arasına girecektir” –Yaşar Kemal


BURCU EKİNCİ

YAZAR :ERDAL ÖZ

YARALISIN
247 sayfa

Okur eşleşmesi etkinliği kapsamında sevgili dostum Mustafa Yıldırım 'la beraber okuduğum kitap Erdal Öz'den Yaralısın.

Bu kitabı okuduktan sonra normal kalan insan varsa emin olun o normal bir insan değildir. Hatta insan bile olmayabilir!

Kitap adı gibi yaralayan cinsten.
12 Mart 1971 muhtırasında evinde kitap bulunduğu için gözaltına alınan siyasi mahkumun başına gelenleri anlatıyor.

Siyasi mahkum deniyor adına ama siyasi mahkum  ne demek onu kendi bile bilmiyor adam.  Hatta suçunu bile bilmiyor. Biz her şeyi biliyoruz anlat, diyorlar. Bilmiyorum, cevabını alınca da yapmadıklarını bırakmıyorlar.

Bu kitap  siyasi mahkum kabul edilen  bir insanın yine adına insan denem mahlukatlarca maruz bırakıldığı işkenceleri anlatıyor. Tanrım dişlerimi sıka sıka, gözyaşlarıyla okudum o satırları. 

Işkence insanlık suçudur ve maalesef bu toprakların bir gerçekliği. Yahu bir insan bir insana nasıl bu kadar kötü şeyler yapabiliyor? Karşıdaki başka türde bir hayvan olsa dersin ki, hayvandır, dersin ki, onun da fıtratında bu vardır ama yok! Karşıdaki de insan, senin gibi insan(!)

Üstelik bu işkenceyi yapan yaratıkları kim nerede yetiştiriyor? Karpuz tarlasında yetişmiyor ya bunlar? Niye kimsenin sesi çıkmıyor? Kimsenin önünde iliklenmesin diye düğmesi  olmayan cüppeleri giyen o adalet sağlayıcılar(!) bunu bile bile nasıl susuyor?
Ya bunlar nasıl insanlar ya? Bunlar insan mı?

Offf! 
Insan en tehlikeli hayvan gerçekten!

Nuriler var bir de bu kitapta. Diğer siyasilerin bulunduğu koğuşlar dolu olduğundan kahramanımızı içinde siyasi mahkum olmayan bir koğuşa veriyorlar. Nuriler diyor o koğuştakilere anlattıkları ile okuru yaralayan yaralı.
Nuriler her biri farklı hayat hikayeleryle farklı insanlar olsa da aynı çarkın dişlileri olan Nuriler. Herkes gibi, hepimiz gibi!
Kaçımız farkındayız çevremizdeki Nurilerin?

Kitabımız anlatıcının kendi yaşadıklarını  ikinci  tekil şahıs diliyle anlatması yönüyle de özgün bir eser.
Iki günlük bir süreci ele almasına rağmen geriye dönük anlatılarla bir yaralı hayat hikayesi sunuyor bize.

Insanı alçaltmak için yapılan tüm işkencelere alçalmamak için direnenlerin kitabı bu.
Bir insan bir kitabı okuduktan sonra insan olduğu için utanır mı? Ben utandım!
Yaralıyım! Yaralısın! Yaralıyız...

Çav bella!

*

DEMET MANNAS/NALAN ENGİN EŞLEŞMESİ

NALAN ENGİN

YAZAR: AHMET ÜMİT

PATASANA

Öncelikle sevgili Demet Mannaş'a bana bu kitabı okumamda eşlik ettiği için teşekkür ederim. Farklı kitaplar da tekrar buluşmak dileği ile.

Sevgili okur ;

Okumuş olduğum bu kitaba dair söyleyebileceğim şeyler pek iç açıcı değil malesef. 

Bir kitabın çok fazla konuşuluyor olması o kitabın gerçekten iyi olduğu manasına gelmiyor elbette.Beklentimin çok  altında bir kitaptı.Kitapta geçen bir haftayı  428 sayfaya yaymanın ne demek olduğunu az çok tahmin edersiniz.Gereksiz ve aşırı betimlemelerin çokluğunu siz düşünün artık. Şöyle yapalım ben direk kitaba geçeyim. 

Eski Mezopotamya uygarliklarina ev sahipliği yapmış olan Fırat Nehri'nin çevresinde geçen bir konu. Yazar ,Hititler dönemine ait oldukça yoğun bir araştırma yapmış fakat verdiği tarih bilgilerinde ki aşırı detaylar tarih seven biri olmama rağmen betimleme fazlasından sebep çok boğucuydu. 

Arkeologların yaptığı kazılar neticesinde saray yazmanı olan "Patasana"nın bulunan tabletleri yer yer ilgimi çekti. 

Arkeologların arasında ki iletişim gereksiz diyaloglardan öteye pek gidemedi. Aslında senaryo olarak yüzeysel bakarsanız Ilgınc bir konusu varmış gibi ama işleniş olmamış. Olaylar işlenmiş olan cinayetler çerçevesinde dönerken gereksiz cümleler dikkat dağınıklığına sebebiyet veriyor . 

Birşey daha var ki asıl önemli olan o bence. Kitabın için de yer yer Ermeni soykırımı altında Türk'lere atıfta bulunurken öte yandan da durumu toparlama olayı söz konusu.Nasıl derler; "Çevir kazı yanmasın!" yahut "Ne şiş yansın ne kebap" Yani kitabın başından sonuna okuyucunun kulağına kar suyu kaçırmak istercesine aslında tamamen konunun alt yapısını bu mevzu oluşturmuştur. 

Burada derinceee  tarihi bilgilere girmek lazım elbette... Şunu söyleyelim o halde. Vaktiyle Osmanlı Devleti'nin yıkılmasını fırsat bilen ve Mondros 'ta ki madde gereğince,Anadolu topraklarının bütünlüğünü bölmek isteyen azınlık gruplar; tarafını savunduğunuz  topraklar üzerinde isyan ve bozgunculuk çıkarsaydı sizler ne  yapardınız diye sormak lazım ? Kurulan zararlı cemiyetler içerisinde sadece Ermeni kökenli azınlıklar yoktu. Yunan ,Ermeni ve Yahudi etnik kökenli cemiyetler de mevcuttu. Neden ?? sadece Ermenilere indirgeniyor mevzu bir de buradan bakmak lazım...

Elbette ki savaşlar ,ölümler,yıkımlar hiç olmasaydı. Bu başka birşey!.. Ama bunu sadece belirli bir kitleye lanse etmek taraf olmak demek.

Sevgiler!


DEMET MANNAŞ

YAZAR :AHMET ÜMİT

PATASANA

Etkinlik partnerim Nalan Engin e teşekkürlerimle...
Sizinle okumak bir keyifti.

Güneydoğuda yapılan bir arkeolojik kazıda, yazılı olmayan tarihin ilk belgeleri ortaya çıkmıştır; Hitit saray yazmanı Patasana'nın itiraf tabletleri... 

Dünya çapında önem taşıyan bu buluş kazı ekibinde büyük bir coşku yaratırken o bölgeden bir kişi, kazı ekibiyle iyi ilişkiler kurmuş Hacı Settar isimli bir zat öldürülür. Tabi ki üzücü bir durum ama kazı ekibindeki herkes işine gücüne devam ederken, bizim kazı lideri Esra karakteri tutturur: vayy bu cinayet bizim kazıyı tehlikeye düşürecek... Yöre halkından olanlar, kolluk kuvvetleri; " Yok yahu, ne alaka?!Sen işine bak," dese de fayda etmez. Esracık kendiyle alakası olmayan, üstüne vazife olmayan bu konuda nedense dedektifliğe soyunur. Polis; "Şöyle olmuştur" dese de inanmaz, "Yok öyle değil böyle olmuştur," diyerekten ortalığı velveleye verir.

Uzun lafın kısası; Esra'nın bu paronayaklığı içimi sıktı da sıktı. Ama tabi Esra böyle histerik,  başkasının işi olan şeyleri üstüne vazife alan, paronayak bir kadın olmasa kitap ilerlemeyecek... Yani yazar da haklı! 
Olay kurgusunu ilerletmek için zorlama bir karakterin anlamsız vesveselerine sığınmak, kendine dokunan birşey olmadığı halde konuyu deşmesi üzerinden yürümek kitabın zayıf noktalarından biri olmuş. 
Ayrıca karakterler arasında da bir yakınlık sağlanamadığı gibi, okuyucuya da geçmiyor. 

Zorlama kurgunun yanı sıra Esra karakterinin düşüncelerindeki sığlık da okuyucuyu çok rahatsız ediyor. O kadar sığ kalmış ve genişleyememiş ki, defalarca ve defalarca aynı yörüngede dönen düşünceler silsilesini okuyoruz.
Kitap 428 sayfa yerine 250sayfada toparlanabilecekken uzatılmış da uzatılmış

Kitapta bir de nobel kokan hareketler göze çarpıyor. Ermeni meselesi gibi... Yazar, Türk karakterlerle Ermeni yanlısı karakterlerin çatışması üzerinden, güya tarafsız kalarak, konuyu vermeye çalışsa da, tarafsızlık ilkesinden ziyade "Ne şiş yansın ne kebap" korkusu hissediliyor.

Mekanın darlığı, karakter sınırlılığı, düz anlatımı daha çok klasik polisiye tarzında olsa da Patasana dokunuşuyla modern polisiyeye taşınmış bir roman. Katili perdeleme şeklini sevdim. 

Patasana'nın yaşadığı dönemi nakledişini de sevdim. Patasana, verdiği mesaj açısından sonunda anlamsız kalsa da yolun sonuna değil tamamına bakarsak; insanların o dönemde de tanrılar, krallar, liderler adına kendi hayatlarını hiçe saymalarını okuduk.

Eski zaman ile günümüz ayrı bölümler halinde ele alınsa da, ortak kelime kullanımlarıyla geçişlerde bir ahenk yaratılmış. 

Kitap bize ne anlattı derseniz; cahil halkı kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmek isteyen farklı grupların güç mücadelesine  bir bakış, diyebilirim. 

Kitaptaki bir karakterin dediği gibi; yaşanan vahşet, katliamlar, ölümler, acılar ne kadar anlatılırsa anlatılsın bir işe yaramıyor, insanoğlu öldürmeye devam ediyor. Tıpkı, kitaptaki katilin "öldürme sebebi"nin de bir işe yaramayacağı gibi...

Okuyun derim, okumak iyidir.

*

AYLİN ÖZGÜR/NİSA GÜNSOY EŞLEŞMESİ

AYLİN ÖZGÜR

YAZAR:JOSE MAURO VASCONCELOS

ŞEKER PORTAKALI

Sayfa :183
Türü: Roman/Otobiyografik Kurgu

Eş zamanlı kitap okuma etkinliğinde Haziran ayına özel sevgili Nisa Günsoy  ablamla aynı kitabı okuduk. 
Çok teşekkür ediyorum bana bu süreçte eşlik ettiği için. İyiki de bu kitabı seçmişiz.

Kitaba başlarken acaba Zezenin hangi maceraları bekliyor bizi diye düşünmedim değil. 
Haklı da çıktım 
Çünkü kitapta hayattan yalın ve gerçek örnekler vardı 
Biraz araştırınca, Yazarın kendi hayatını anlatmış  olduğuna tanıklık ettim. 
Bu arada anlatma diline bayıldım
Ne çok abartı vardı ne çok ayrıntı ne de betimlemelerle boğuyordu. 
Kısaca Bay Vasconcelos gayet kıvamında herkese hitap eden efsane  bir kitap yazmış. 

Kitaba gelirsek, Zeze 5 çocuklu bir ailede sondan bir önceki çocuk olarak dünyaya gelmiş. 
Ailesi tam yoksul olmasa da oldukça yoksul bir aile, ekmeklerini kahveye banarak karınlarını doyurduklarını sayfalarda bir kaç kez gözünüze çarpabilir. 

Zeze çok akıllı bir çocuk, gerçek dünyasının küçük olmasına nazaran, hayal dünyası o kadar büyük ki, insan ister istemez hayran kalıyor. 
Portakal ağacıyla bütünleşip hayatlar yaşıyor, onunla konuşuyor ve umudunu portakal ağacından alıyor, ona kendince isim bile takıyor. 
Kitabın  bana göre en göz alıcı yeri, babasının yerine Portuga yı koyduğu yer. 
Ailelesinin geçim derdiyle uğraşmaktan asıl çocuklarının ihtiyaçlarını görememeleri bu kitapta en acı haliyle göze çarpıyor. 
Zeze Portugadan önce nefret ediyor 
Ama sonra aralarında öyle bir iletişim gelişiyor ki, Zeze baba yerine koyuyor Portugayı. 
Zeze evden kurtulmak adına yaşı küçük olmasına rağmen okula da başlıyor, başarılı da oluyor. 
Arada sırada normal bir çocuk yaramazlıkları oluyor ama hepsi ilgi için. 
Birde çocuk muyum yoksa yetişkin mi rollerinde gel gitler yaşarken bazen taşkın davranışlar gösterebiliyor, sonuç dayak. 
Yetişkinleri anlamaya çalışarak meşgül oluyor  küçücük dünyasında. 
Zezenin kafasındaki  hayal dünyası  o kadar büyük ki, kimse onu pek anlamıyor 
Bu yüzden şiddete mağruz kalıyor, haksızca ve pişman ederek. 
Kitabın sonları hem trajedi hem de umut dolu. Zezenin kurtarıcısı ve ona iyilik aşılayan Portuga kaza geçiyor ve ölüyor, Zeze bu olaydan kötü etkileniyor ve hasta oluyor, yatağında  ölümü bekleyerek geçiriyor ve yine  Portakal ağacı onu hayata döndürüyor...

Kısaca kitaptan herkesin alacağı muhakkak dersler ve nasihatler var... Bu kadar spoiler yeterli, herkes mutlaka bu kitabı okumalı! 

Not: "Ya hayatı olduğu gibi küçücük ve sıkıcı olarak algılayacağız, ya da ucu bucağı olmayan hayallerimizle güzelleştireceğiz."
Saygılarımla Aylin Özgür.


NİSA GÜNSOY

YAZAR :JOSE MAURO VASCONCELOS

ŞEKER PORTAKALI

Okuduğum kitapları aklımda tutamıyor, hep unutuyordum.
Nasıl bir çözüm bulurum diye bir arayış içerisine girmiştim ve bir arkadaşla birlikte okuyup değerlendirme yaparsak belki hafızamda yer edinir düşüncesiyle kitap kulüplerine üye olmuştum. Lakin düşüncemi Aylin hanımla eşleşene kadar hayata geçirememistim. 
Bu kitapta bana eşlik ettiği için, Aylin hanıma çok teşekkür ederim. 

Şimdi geçelim kitap hakkında kısa yoruma: 

Günün birinde acısını keşfeden küçük bir çocuğun hayat hikayesi. 

Hayata ilk önce nesneleri keşfederek başlıyor ve bu süreçte ağabeysi Totoga yardımcı olmaya çalışıyor. 

Evde yaptığı hatalardan dolayı sürekli dayak yediği için, sokakta eğitim almaya çalışıyor.
Baskılardan dolayı bastırılmış duyguları görüyoruz, öyle ki şarkıları bile içinden söylüyor sesi çıkmıyor.
Mutluluğunu, acısını içinde yaşıyor. 

Korkularını dile getiremeyen, yapılan baskıları hak ettiğini düşünüyor.
Yediği dayakları, hor görmelerini bile hak ettiğini, büyüklerin dövmesini normal karşılamaya başlıyor. 

Babası ve Annesi geçim sıkıntısından dolayı, çocuklarına zaman ayıramıyor.
Zeze hayatı dayısından ve ağabeysinden öğrenmeye çalışıyor.
Zaman zaman dayısı ve ağabeyisinin çatışmalarının ortasında kendisini buluyor.
Dayısının kafadan çatlak olduğunu, onun her dediğinin doğru olmadığını ağabeysi Zezeye aşılamaya çalışıyor.
Çocuk ruhuyla hangisinin doğru olduğu hakkında kafasında soru işaretleri doğuyor. 

Çocukların iyi bir gözlemci olduğunu, bizim her yaptığımızı taklit ettiklerini bazen farkında olamıyoruz... 

Güzel bir söz vardır; "Çocuklar ailenin aynasıdır, nasıl biri olduğunu öğrenmek istersen aynaya bak" 
Çocuklar bizim yürüdüğümüz yolları takip ediyor, dilimizle değil, daha çok haraketlerimizle örnek olmalıyız.
Kitap sürükleyici ve aynı zamanda eğitici.
Özelikle ebeveynlerin okuması gereken bir kitap.
Keyifli okumalar dilerim.

*

ŞÜKRÜ DORUK/MEHMET YETEK EŞLEŞMESİ

MEHMET YETEK

KAZIM KARABEKİR

GAZİ MUSTAFA KEMAL'E CEVAPLAR

 Kitabı bir gecede okudum.
Doğu cephesinin komutanı olarak bilinen Kazım Karabekir'le ilgili kaleme alınan bu eseri okurken şaşkınlıkla okumadım desem yanlış olur.Kazım Karabekir'le ilgili ilk defa bir eser okudum ve okuduğum bu eser beni inanılmaz derecede şaşırttı.Kitapta kaynak olarak gösterilen belgelerin doğruluğu ile ilgili de ayrıca kafamda soru işaretleri var.
Sanırım Kazım Karabekir ile ilgili başka kaynakları da okumam gerekiyor.
Kitap şu sorulara yanıt veriyor dercesine hazırlanmış bir eser;
- Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele'ye hevesli değil miydi? 
- Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'ya İngilizlerin gönderdiğini Karabekir neye dayanarak söyledi ve yazdı? 
- Doğu Harekatı'na Mustafa Kemal Paşa neden izin vermemişti? 
- Karabekir, Erzurum Kongresine kabul edilmeyen Mustafa Kemal Paşa'nın kongreye katılması için neler yaptı? 
- Paşaların kendi aralarında yaptıkları toplantılarda hangi kararlar alındı?


ŞÜKRÜ DORUK

İSTİKLAL HARBİMİZİN ESASLARI

1933 yılında, bir gazetede İstiklal Harbi öncülerini hedef alan ve milli mücadele tarihini okuyucuya yanlış anlatan yayınlar üzerine Kazım Karabekir Paşa hakikatleri ortaya koymak için bazı belgeler gönderir ve bunların bir kısmı gazetede yayınlanır. Paşa'nın Nutuk'ta verilen bazı bilgilere de (Karsın kurtuluşu gibi) itirazı vardır!  Bir süre sonra Karabekir Paşa'nın gönderdiği belgelerin yayını durdulur ama diğer yalan yanlış yayınlar devam eder.

 Bunun üzerine K.Karabekir Paşa bir matbaa ile anlaşarak İstiklal Harbimizin Esasları kitabını yazar. Kitap basılır. Ama henüz dağıtımı yapılmadan matbaaya baskın düzenlenir,  kitap formları yakılarak imha edilir.  Matbaacıya başka basılı nüsha var mı, diye sorulur. Ondan, "Paşa her formdan beşer nüsha kendisine alırdı" bilgisi alınınca; Karabekir Paşa'nın evine günün erken saatinde baskın düzenlenerek  diğer nüshalar aranır ama bulunamaz.

Kazım Karabekir Paşa'nın bu eseri; milli mücadelemiz hakkında resmi tarihimizdeki  bir çok bilginin uzun yıllar tartışılması sonucunu doğurmuştur. 

Eski Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel öldüğünde, yanındaki komodinin çekmecesinde Mustafa Kemal Paşa'nın bu esere ilişkin itirazlarını belirten el yazısı notları bulunmuştur. Bu notlar dokuz sayfa olup kitabın son bölümüne eklenmiştir.

Mustafa Kemal Paşa'nın dokuz sayfalık notlarında "külliyen yalan" dediği Karabekir Paşa'nın kendisini (hasta yatarken) evinde ziyaret edip "milli mücadeleye katılmaya teşvik ve ikna ettiği bilgisi" olayın tanığı olarak bahsedilen Ruşen Eşref'e sorulur. Ruşen Eşref Karabekir Paşa'nın Mustafa Kemal Paşa'yı evinde ziyaret ettiğini doğrular! Ama K.Karabekir Paşa'nın yazdığı M.Kemal Paşa'nın kendisini dışarı çıkarıp K.Karabekir Paşa ile konuştuğu bilgisini yalanlar!

Bu kitap sadece bir hatırat değil. Verilen bilgiler belgeleri ile desteklenmiş tarihi bilgiler içermektedir.

*

SEÇKİN EROLER/UĞUR UKUT EŞLEŞMESİ

SEÇKİN EROLER

YAZAR:EMİLY BRONTE

UĞULTULU TEPELER

Emily Brontee'nin ölümünden bir yıl önce tamamladığı romanındaki karakterlerin hayal ürünü olmadığı, çevresindeki gerçek kişilerden izler taşıdığından bahsediliyordu kitapla ilgili verilen bilgilerde. Kitabı bitirince olabilirliğine inancım daha da arttı. Yaşadığı dönemde kadın yazar ve şairlere hoş gözle bakılmadığı için, erkek ismi kullanarak şiirleri yayınlamış, iki kardeşten birisi olan Emily Brontee ilk ve tek romanı olan eserde belki de kendi hayatından kesitleri bu şekilde anlatmayı uygun görmüştür diye düşündüm. 
Catherine ve Heatcliff'in aşkla nefret arasında gidip gelen çalkantılı yaşamının anlatıldığı eserde Catherine’in babasının bir akşam, yanında küçük bir çingene çocuğu olan Heatcliff'i getirmesiyle başlıyor hikaye. Bu iki çocuğun aralarında kurdukları dostluk, yıllar sonra güçlü, takıntılı ve marazi bir aşka dönüşüyor. Heatcliff'in getirildiği evde Catherine ve babası dışındaki herkes tarafından aşağılanması ve sevgisizlik, pırıl pırıl bir insan olabilecekken, takıntılı, duygusuz, ve intikamdan başka bir şey düşünmeyen kötü biri haline dönüşmesini sağladı.
Bana göre yaşam denen olgu, gelecekte ne olacağını bilemesek bile bizim seçimlerimizle şekilleniyor. Sevgiyi mi seçiyoruz, sevgisizliği mi? Kötü bir insan olmayı mı seçiyoruz, yoksa kötülük gördüğümüz insanları bile şaşırtacak kadar iyi biri olmayı mı? Intikam peşinde koşan biri olmak ve vaktimizi boşa harcamayı mı seçiyoruz, ya da tüm insanlığa faydalı olabilecek işler yapmayı mı? Tüm bu sorulara verdiğimiz cevaplarla şekillendirdiğimiz hayatımız da, bunun karşılığını veriyor bize. 
Olayın kurgusu, karakterlerin ince ince işlenişi, olayların başından beri içinde bulunan kâhya kadın Mrs. Dean ve kiracı Mr. Lockwood tarafından en ince ayrıntılarına kadar anlatılması sürükleyiciliği artıran öğeler arasındaydı. 
Sevgi, kin, nefret, intikam, tutku ve  marazi bir aşk hikayesi. Öğretileri, alt mesajları ve herhangi bir yerinde kendinizi de bulabileceğiniz yalın ve akıcı çevirisiyle sevdiğim kitaplar arasında yerini aldı. Tavsiye ederim.


UĞUR UKUT

UĞULTULU TEPELER

Merhaba arkadaşlar. Yine okumakta geç kaldığım bir kitabın yorumuyla buradayım.  Otuz yıllık hayatında böyle güzel bir kitabı bize bırakan yazara teşekkürü borç bilirim. Okumayanlara geciktirmeyip bir an önce okumalarını tavsiye ederim. Hep diyoruz ya klasik olmak kolay değil, boşuna da klasik olunmuyor.
Eser 19. Yüzyılın başlarında, İngiltere’de geçiyor. Bizim hala konuşup tartıştığımız, inatla çözüme kavuşturamadığımız şeyleri adamlar iki yüzyıl önce gündeme alıp çözümlemiş ve noktayı koymuşlar ki şimdi attıkları her adımda büyük işler başarıyorlar. Ben kendi adıma bu kitabın ana fikri olarak bunu kabul ediyorum. Elbette kitabın ana fikri başka ama şu anki ülke durumumuz nedeniyle bizim için bu biraz daha ön plana çıkıyor. İngiltere nere, Rusya nere? Aynı şeyi Anna Karenina’da da düşünmüştüm.
Sonradan hayatınıza giren, önemsiz biri neleri değiştirebilir derseniz inanın bana her şeyinizi değiştirebilir. Ömrünüz bile kısaltabilir. Siz ise onu çılgınca severken öyle bir nefrete düşersiniz ki öldürmeniz bile sizi tatmin etmez. Yan yana üç mezar bunu size kitabı okursanız anlatacaktır.
Benzer hayatları aynı yerde yaşayanların samimiyetsiz ve başına buyruk ilişkilerini öğreniyoruz. Herkes bir şeyleri diğerine yıkma ve kendi menfaatini temin etme yolunda. Birazcık imkân ve yetki de bulunca bunu nasıl kendisi için değerlendirdiğini görüyoruz.  
Başından sonuna kadar akıcı bir dili var. Tabi biraz da bu çeviri ile ilgili. Uzun olmasına ve tüm olumsuzluklara rağmen benim için güzel ve değerli bir okuma oldu. Hep diyorum ya güzel kitaplar hakkında konuşmak gerçekten zor diye, yine aynı durumdayım. O nedenle çok da uzatmadan bitirmem gerek. Selam ve dualarla arkadaşlar. Okuyun okutun okuyana yardımcı olun.

*

HAMİYET SU KOPARTAN /SEYFETTİN GÜLTEKİN EŞLEŞMESİ

HAMİYET SU KOPARTAN

YAZAR :DİLEK TUNA MEMİŞOĞLU

ANADOLU KOKULU KADINLAR

Truva Kitap Kulübü Haziran ayı eş zamanlı kitap okuma etkinliğine Nalan Engin Hanımın davetiyle Seyfettin Gültekin Beyle Dilek Tuna Hanımın çok merak ettiğimiz Anadolu Kokulu Kadınlar adlı kitabını okumaya karar verdik. 

Kitap kapağında, kalınca bir kitabı okuyup bitiren ve bir hazine sandığı saklar gibi üst üste tuttuğu iki eliyle sanki hayatta çâresiz kalan bir kadın duruşu fotoğrafı ile resmedilmiş. 

Kitap, Truva Yayınları'ndan çıkmış. On altı hikayeden oluşan kitap, 117 sayfa. Kitapta bahsedilen kadınlar, hepimizin yakından tanıdığı "Anadolu Kokulu Kadınlar". Hikayeleri okurken bizzat ben yaşamasam da etrafımda olan, tanıdık bildik kadınlar. Bu anlamda, kitabı okuyan herkesin kendinden veya yakından bir parça bulacağına eminim. 

İlk hikaye "Madenci". Kocası maden işçisi olan bir kadının madenden güzel haber beklemesiyle başlıyor. Layt motif dediğimiz geri dönüşlerle anlık bir hikaye anlatmış yazar. Bu arada Zonguldak, Soma ve birçok maden ocağı patlamasında hayatını kaybeden şehitlerimize (görevi başında oldukları için umulur ki şehit olmuşlardır) Allah'tan rahmet, geride kalan yakınlarına baş sağlığı ve sabırlar dilerim. 

Yazar, kitaptaki hemen hemen tüm hikayelerini Çehov tarzı dediğimiz durum hikayesi olarak anlatmış. Yazar, birçok hikayesinde kesin bir sonuca bağlamamış; okurların yorumuna, hayal gücüne ve bence gönlüne bırakmış. 

"Otobüste" hikayesini beklediğimiz gibi değil, çok farklı tamamlamış. Bu hikayeden alınacak hisse şu: Yazarın başında da dediği gibi "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir".

Dilek Tuna Hanımın kitabı sipariş verir vermez göndermesi üzerine kitap aslında ertesi gün Nevşehir'e ulaşmış. Ne çare ki kurye beni evde bulamamış (!) Pazartesi günü telefonuma gelen mesaj üzerine postaneden aldım. Pazartesi günü Nevşehir'de pazar günüdür. Bizimkiler pazardayken kargoyu açıp okumaya başladım. "Bulantı" adlı hikayeyi okurken yağmur çiselemeye başladı. Birçok kadının kocasından yediği dayaklara gökyüzü ağlıyor mu desem birçok kadını döven erkeğin yüzüne tükürüyor mu desem, bilemedim. 

Anadolu Kokulu Kadınlar bir çırpıda okunacak yalın, sade ve akıcı diliyle etkileyici bir kitap.

 

SEYFETTİN GÜLTEKİN

YAZAR : DİLEK TUNA MEMİŞOĞLU

ANADOLU KOKULU KADINLAR

Dilek Tuna hanımın
"Anadolu kokan kadınlar" isimli öykü kitabını okuduk ve bitti. 
Hamiyet Su Kopartan hocamla beraber bu ay kitabın analizini yapacağiz dedik ve sağolsun hocamiz paylaşımını yapmış.

Yazarımız
TRUVA KİTAP KULÜBÜ nün çiçeği burnunda yazarlarindan.
Ve kitabımız onaltı öyküde oluşuyor.

Herbir öykü anadolu kadının yaşamış olduğu sıkıntılardan bir kesit anlatıyor. 

Kitapta ki simalar/ karakterler her  ne kadar günlük yaşamda ķarsimiza sıkça çıkmış olsa da,yazarımızın sade bir dille yaptığı vurgu ,bu duyguyu daha da bir yoğun hissetmemizi sağlamış. 

Burada " Anadolu" kelimesi "her ne kadar ülkemizde belki belli bir coğrafyayı ifade etmek için kullanılsa da ,aslında köyden kente ve hatta ülkelerden ülkelere göç edilnesi sebebiyle çok daha geniş bir hinterlandı ifade eder.

Yazarımızın öyküleri de aslında, bir yerde bu vurguyu da tam olarak yerine getirmiştir.

Şöyle ki:
Bir öykü anadolunun bir köyünü bizim önümüze sererken ,başka bir öyküde bir de bakiyoruz ki batıda bir metropolde aynı problem farklı bir versiyonuyla önümuze serilmiş. 

Acının cografyasi,sınırı yoktur,bunu da öykülerdeki yaşam  tarzindan ve sosyal statülerinden anlıyoruz. 

Her ne kadar bazı örnekler ekstrem kalsa da keyifle okuyacanıza kesinlikle eminim.


HÜLYA AYAZ/MEHMET SÖNMEZ EŞLEŞTİRMESİ

YAZAR:HARUKİ MURAKAMİ

SPUTNİK SEVGİLİM

Hülya Ayaz hanım ile okumaya başladığımız ve en çok Hülya hanımın emekleri geçen Haruki Murakami,  okumalarımızdan....

Haruki Murakami

Kitapları 50'den fazla dile çevrilen, ilk kez yazmaya bir Beyzbol maçından sonra (aydınlanma yaşadığını söyleyerek ) başlayan usta yazar... Yazılarında gerçek bükücü bir üslup göze çarpar: Gerçek/üstü/dışı/ötesi, büyülü gerçeklik vb.

Sputnik Sevgilim

Kitabı tek cümleye sığdırmak gerekirse: Yalnızlık ve büyülü bir aşk kavramı gerçek ve düş düzleminde harflere dökülüyor denilebilir.

Kitabın konusu özetle:
Aşk ve gerçeklik kavramları sorgulanmaktadır. Kitaptaki erkek kahraman aynı zamanda anlatıcı, Sumire adında bir kıza aşıktır. Sumire kendine özgü, biraz tuhaf yazar olmayı isteyen yazma aşkı nedeniyle üniversiteden ayrılan bir kızdır. Önceleri ailesiyle - çok yakışıklı babası ve üvey annesiyle- yaşarken sonra evden ayrılır ve kendisini yazmaya verir. Sumire’nin annesi ölmüştür ve yakışıklı babası- ki buna romanda sık sık değinilmiş- yeniden evlenmiştir.
Sumire kendisine âşık olan anlatıcı (belki de yazarın kendisi) erkek arkadaşını sever ancak ona âşık değildir. Bir gün düğünde rastlaştığı Myu adındaki kadına âşık olur. (Yıldırım aşkı ) Myu evlidir ve yaş olarak çok büyüktür. Sumire’ yi sever ancak o da ona âşık değildir. 

Sumire aşkı İçin pek çok alışkanlığından vazgeçer ve Myu’nun iş teklifini kabul ederek onunla çalışmaya başlar. Myu’ya olan aşkı onu Japonya'dan, Yunan adalarına kadar götürür ve burada Myu’nun büyük sırrını öğrenir ardından da Sumire... Burdan sonrasını yani etkileyici finali kitaptan okumak için yazmıyoruz.

  Roman son derece kolay okunan, insanı meraklandıran bir dille yazılmış. Zaman zaman içinde felsefi cümlelerin, özlü sözlerin geçtiği bu yapıt soluksuz okunacak türden...

Zaten yazarın büyüklüğü (ustalığı) hangi kitabına yansımaz ki değil mi? Diğer kitaplarını da okumalı.
Keyifli okumalar.

Truva Edebiyat Dergisi

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi