DÜNYA MI HASTA YOKSA İNSAN MI?
Hayatın sessiz ve masum sokaklarında dünyayı, insanları, doğayı ve hayvanları seyrederken, gördüğü manzaralar karşısında zemheri ayazlarda kalmış gibi üşüdü umutları...
Artık hayaller de avutmuyordu onu. Yüreğine çöken karamsarlıklar, inceden inceye öldürüyordu kalbindeki inancı...
“Neden?" diye sorduğu sorular hep cevapsız kalıyordu.
“Dünya mı hasta yoksa insanlar mı? Fani bir dünyanın koynunda insan ne kadar kalabilir? Kalpler, duygular, zihniyetler, sanki bin nikah ile onunla nikah kıymış gibi. Oysa insan tek ömürlük değildi. Peki neden tek ömürlük gibi davranıyor?
İnsan, hem yıkıcı hem de yapıcı bir donanıma sahip bir varlık olmasına karşın, neden sadece yıkıcı yönüyle hayata yöneliyor?
Dünyadaki tüm yıkımların, tüm tahribatların ana kaynağı insan değil mi? İnsanın hastalığı oranında dünya hasta olur... Düşünsel eksen kayması, tüm dengeleri alt üst ediyor. Rotasızlaşmanın getirdiği sonuç; yaşanabilir bir dünyayı, yaşanmaz hale getirdiği çok bariz bir şekilde göze çarpıyor.
İnsan bencil, hedonist duyguların esiri olunca; yeryüzünde merhamet dili, sevgi dili yer bulamaz.
Oysa sevgi, merhamet, diğergamlık, sosyal adalet için toplumsal güven için vazgeçilmez unsurlardır. Her şey insanla güzelleştiği gibi yine her şey onunla çirkinleşir. Mânâ ve maddeden oluşan insan; her iki yönünü doğru orantıda beslemediği sürece, güzelleşen bir dünyayı görmek mümkün olmayacaktır. Zira bencil bir aklın zalimleşeceği kaçınılmaz bir sonuçtur." diye söylendi kendi kendine.
Hayata bakış açımız yüklemlerimizle orantılı gelişip değişir. Bilmeliyiz ki yüreğimizi, aklımızı yüklemlerimizle besliyoruz. Kalpler, zihniyetler, duygular; sevgi, saygı, merhamet, diğergamlık gibi yüklemlere ihtiyacı olduğunu unutuyoruz. Bu sebeple dünya malına sahip olabilmek için tahribatlar gerçekleştiriyoruz.
Şefkatle, merhametle, sevgiyle dokunulan her şey daha da güzelleşir. Bunun çocuk, kadın, erkek olması durumu değiştirmediği gibi; çiçek, gül, doğa olması da durumu değiştirmez...
Bir çocuğun anneye ihtiyacı olduğu gibi dünyanın da iyi insanlara ihtiyacı var...
Her gün saksıdaki çiçeğe şefkatle su verildiğinde, yaprakları merhametle okşandığında, sevgi içeren sözler söylendiğinde onun daha da güzelleşmesi kaçınılmazdır. Zira sevginin iyileştirici, yaşatıcı bir gücü olduğunu unutmamak gerekiyor.
İnsan, doğa, dünya bir kare içinde buluştuğunda renkli güzelliklere şahit olabiliriz. Korunan her şey kendini güvende hisseder. Güvenin olduğu yerde huzurlu nefes alışlar olur...
İnsan insana düşman olursa, korkular hakim olur. İnsan doğaya düşman olursa, doğa tahribata uğrar. Doğa tahribata uğrarsa, hayat kurak bir çöle dönüşür. Aslında doğa hayatın nefes alanıdır. Bu minvalde insan hem nefes hem de nefes darlığı oluşturur. Ne yazık ki gelinen noktada insanların tahribat yönü, daha çok işlev kazanıyor.
Doyumsuzluk, dünyanın sonunu hazırlıyor gibi. Hayatın bütün yaşam fonksiyonları birer birer yıkılıyor. Savaşlar, yangınlar, hayvan katliamları, tüm bu yıkımlar dünyaya dolayısıyla insanlara büyük zararlar veriyor.
"İnsan zaman zaman bol ağaçların, envai çeşit bitkilerin, kuş seslerinin olduğu yerlere neden gitmek ister? Bu soru önemliydi. Zira bu bir ihtiyaç idi. Peki ihtiyaç duyulan şeyi insan neden yok ediyor?" diye düşündü genç adam.