FABL
Giriş Tarihi : 25-10-2022 21:12

Diyâr-ı Gülizya

Müslüm Işıklar - DİYÂR-I GÜLİZYA

Diyâr-ı Gülizya

DİYÂR-I GÜLİZYA

​​​​​​1.
Gülizya kentinde başlıyor hikâyemiz
Gülünü arayan bülbül
Efkârını zikretmekte âhlarla, vahlarla
Burnunu hissetmiyor derbeder bülbülümüz
Gülü olmayınca
Dünyası kokmuyor,
Gülizya sanki yok olmuş gözlerinde…
Kalbinin yollarını
Depremler titretmişçesine 
Feryâdu figan içerisinde
Artçılarıysa çatlatmış
Can damarlarını
Bir merhem, derhal bir ilaç bulunmalı
Ne etmeli?
Ne yapmalı?
Fütursuzca yükseliyor semaya
Kanatlarını Garb’a öte
Çırpıyor Şark’ın bülbülü
Bir çâre gelir diye

2.
Yolda baykuşla karşılaşır
Birçoğuna göre bu
Kötüye, şer’e delalettir
Delici bakışlarıyla baykuş
Bülbülü etkisine alır
Bülbül bunun farkında değildir
O sadece içini dökmek istiyordu
Lâkin utanırdı, sıkılırdı, çekinirdi
Nasıl anlatmalıydı
Birilerine bu derdi?
“Senin” diye başladı söze
“Bir derdin var besbelli”
Bunu bekliyordu bülbül zâten
Donmuş terleri eridi 
Tetikte hazır bekleyen
Tereddütsüz, mâsumca döktü içini
Kalbini kemiren kurtların kendisini
Öldüreceğini düşündüğünden
“Bu muydu derdin?” diye sordu
Baykuş sonunda konuşturmuştu
Güçlü bir kahkahayla tekrarladı
“Bu muydu? İlacın bende bülbül kardeş”
Bülbül kıpır kıpır oldu
Kanatlarına yenileri takılmış gibi
Canlanıverdi âniden
Son cümle kulaklarında çınladı
“İlacın bende bülbül kardeşşş”
“Nerede baykuş kardeş gülüm, hangi ellerde?”
“İşte orada”
Diyerek kuzeyi gösterdi
“Oralarda, şimâlde”
Duyarduymaz yönünü değiştirdi
Baykuşa şükrânlarını sunarak
Şimâle kanatlarını çırptı umut ile

3.
Bir hayâli oldu yolda
Uçsuz, bucaksız…
Kanadını hayâlinin gerçekleşmesi ümidiyle dalgalandırdı
Kurtulacaktı gülünü bulmasıyla
Her bir yan rengârenk olacaktı
Gökkuşağına çalacaktı kâinat
Kırmızı, sarı, beyaz, pembe gülüyle…
Ve gülü de uçacaktı
Kendisi gibi yüreklere…
Ne olmuştu ki 
Çöle düşen bir Mecnûn vardıysa?
Bir Ferhat dağları deldiyse?
Onlar hayâldi üstelik
Kendi ise gerçek
Attı bir kenara Mecnûn’u, Ferhat’ı
Her âşık gibi
Kendi hislerini farklı sandı
Bir türkü tutturdu
İşleyerek tane tane
“Derdim çoktur hangisine yanayım…”
Devamını unuttu
“Burası soğudu mu ne?”
Titreyiverdi birden bebek gibi…
Kanat çırpışlarını arttırdığında
Isınacağını düşündü
Çırptıkça çırptı
Lâkin tüyleri eksiye vurdu
“Bir gelecek”
“Huzûrlu bir gelecek”
Zihninde yineliyordu
“Güzel, huzûrlu bir gelecek”
“Gülümle güzel, huzurlu bir gelecek”

4.
Hayâli ısıtmamıştı bedenini
Nârin bülbülümüz 
Buzullarda açtı gözlerini
“Neredeyim ben?”
Cevâbını beklemeden
Yeniden kapattı perdelerini
“Belki de bir rûyadır gerek kalmaz cevâba”
Açılır bir daha gözler
Lâkin değişmez manzara
Çâresiz yanıtını bekler
O vakit bir kırlangıç ciyakladı heyecânla
Kıyı kırlangıcıydı bunlar
Seslenir:
“Emin ellerdesin korkma”
Diğer kırlangıç sordu:
“Ne işin var bu soğukta?”
Güvenemedi bu sefer
Hesâplaştı içinden
“Söylesem mi, söylemesem mi?”
Bu cümle beyninin en ücrâsında
Kararsızca aksediyordu
Bir o yana bir bu yana dalgalanıyordu
“Söyle hadi” dedi birinci kırlangıç
“Bu kırlangıçlara güvenmeli mi?”
“Yok, yok dememeli”
“En iyisi kanatları çırpıp birden”
“Uçup meçhule gitmeli”
Gözlerini iyice araladı
Öyle ki bülbül gibi değil
Şahin gibi,
Birden palazlanmak istedi
Yavru kartal misâli,
Olmadı, başaramadı
Gülüne kavuşacağı meçhullere uçmayı…
Boş bir çuval gibi hissetti kendini
Hem rûhsuz hem de boş bir çuval…

5.
İkinci kırlangıç:
“Boşuna uğraşma, kalkamazsın yerinden”
Birincisi:
“Kalkamazsın sıcak bir çorba içmeden”
Kaderine râzı oldu sıska bülbül
Sıcak bir çorba;
Kanatlarına can, 
Damarlarına kan oldu Tundralarda
Hıncından baykuşun kulaklarını 
Sağır etmek istercesine
Bir ötüş saldı
Kuşdilinde bu ötüş bedduâydı
“Anlat bakalım şimdi bülbül kardeş”
Dedi ikinci kırlangıç
Açtı ağzını, yumdu gözünü kederli bülbül
“Şimdi nerede bulur kardeşler”
“Yâri bu deli gönül?”
Birinci kırlangıç biraz daha iyimserdi
“Hâline şükret yine de” dedi
“Ya angut kuşu olsaydın ne olurdu?”
Bülbül düşündü:
“Nesi var ki angut kuşunun?”
“Ne geveliyordu bu kıyı kırlangıcı?”
Sormak istedi, soramadı
Câhil denilmesinden korktu
Oysaki kendisine düstûr:
Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptı
Bilmeyip de biliyormuş görünmekse
Budalalıktı
“Dök içini aptal bülbül” dedi kalbine
Kaybedecek neyi kalmıştı ki?
Canlıyı yaşama bağlayan âşktı
Gülünü kaybettikten sonra ne yazardı?
Sordu:
“Ne olmuş angut kuşuna?”
İkincisi girmişti araya:
“Angut kuşu kaybedince sevdiğini”
“Ölene dek beklermiş mezârında”
Birincisi müdâhil oldu
“Şükret ki yine de sevdiğini arıyorsun”
“En azından uçma gücünü buluyorsun”
İşte buydu
Hikâyesi angutun
“Bence bu daha kötü”
Oldu cevâbı dertli kuşun
İki kırlangıç baktılar birbirlerine 
Şaşkın şaşkın
Birincisi düşündü:
“Ne diyordu ki bu?”
“Çorba içince sarhoş mu oldu?”
Bülbül konuştu:
“Yâri ölse dahi bırakmayan angutun”
“Yanında lâfı mı olur gülünü sağken”
“Bulamayan ben kuşun?”
İkincisi tavsiye etti:
“Seven, sevdiğinin kokusunu alır her yerden”
Bülbül bu sözle canlanmıştı âniden
“Çık semâya, aç kanatları”
“Al kokusunu sevdiğinin”
Birincisi kanat çırptı sevinçten
Dedi:
“Seven bulur gülünü nâçarsa bile”
“Kalp hangi yöne atıyorsa oraya gitmeli”
“Mıknatıstır sevenlerin kalpleri”
“Bulurdu yürekler yolunu”
“Adımlar olsa da iki ileri, bir geri”
Doğru söylüyordu kırlangıç kardeşler
Uçmalıydı
Uçsuz, bucaksız diyârlarda da olsa
Sevgiliyi bulmalıydı
Bir ses işitti ötelerden
Rûhunu çekti sesin yankısı
Azrâil’in can alışı gibi…
Bir bulut gördü sonra 
Cenûb’a doğru giden
Âheste bir kümülüs…
Gölgesini önüne katmış,
Düşmüş uzak ellere
“Kırlangıç kardeşler görüşürüz”

6.
Bülbülümüz bulutun üzerinde,
Kendini çağıran sesin peşinde
Gülünü aramakta…
Bulut ilerledikçe buzulları eriyordu
Tüyleri donmuş bülbülün…
Gül kokulu özlemi
Kanatlarını şâhlandırdı
Sonradan açılan Arap atı misali…
Bulut üstünde mutlu ve şendi
Gülüne kavuşacağı ân için
Neşeyle şevklendi
Mutlu kişiler için söylenilen
Bulutlar üstünde gezmek
O günden kalma bir deyimdi…

7.
Bir koku geldi burnuna nûrânî
Müteâkip çarptı ziyâsıyla
Gözlerini kamaştıra kamaştıra
Geçmiş geldi hâtrına
“Nûr masallarda değildir yavrum” demişti 
Bülbüle annesi
“Bazen görürsün bazen de alırsın kokusunu “
Kokusunu aldı nûrun, sonra da gördü ışığını
Tecessüs içerisinde 
Bulutun gölgesini tâkibe aldı
Gördüğü manzara karşısında
İnci gözlerine inanamadı
Bulut, gülünü gölgesine almıştı
Kanatlarıyla ovuşturdu gözlerini
Bir daha denedi
Bir daha, bir daha
Sonra ses
Ses de oradan gelmekteydi
Yumuşakça, pâkça…
Sese yaklaştıkça
Kalbine bir ipeğin işlendiğini hissetti 
Bülbülümüz adeta…
Yaklaştıkça kokusu çoğaldı
Yakınlaştıkça nûru…
Yaşattıkça kalbinde gülünü buldu
Yaşattıkça umudunu…
İstemek başarmanın yarısıydı
Annesi kuralı böyle koymuştu
Sese yoğunlaştı
Raks ederek, şakıyarak
Âhenklerin üstünde
Bir sağa, bir sola yalpalayarak
Sesin çıktığı kaynağa doğru uçtu
Sesi içine almak istedikçe 
Ses onu kendine dâhil etti
“Sen de kimsin?” diye sordu
“Ben Bilâl” dedi esmer ses
“İyi ama sen siyahsın”
“Zaten onun için buradayım”
“Gülümün yanında ne yaparsın?”
“O benim de gülüm, senin de…”
“Her beşerin gülü o”
“Hem dünyâda hem âhirette”
Bülbül hakîkatı anladı
O da ne? Üstelik bura Diyâr-ı Gülizya’ydı
Bülbülümüz kalbindeki gülünü
Oysa uzaklarda aramıştı
Sevinçten, neşeden çırpındı
Yalnız sandığı dünyâsında 
Artık kardeşleri de vardı
Esmer Bilâl’in içine alan ipek sesiyle
Bulutun gölgesindeki gülüne vardı

8.
O gün bugündür arayan her bülbül
Gülüne kavuştu
Her bülbül âşkı gülde buldu
Bülbül menzile ulaşanın,
Gül Habîb’in, sevgilinin adı oldu

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi