ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 01-09-2022 01:03

Bir Tutarsız Ben, Bin Tutarsız Cümle, Bin Tuzaklı Aşk

Yazan: Merve Yurtsever - BİR TUTARSIZ BEN, BİN TUTARSIZ CÜMLE, BİN TUZAKLI AŞK

Bir Tutarsız Ben, Bin Tutarsız Cümle, Bin Tuzaklı Aşk

BİR TUTARSIZ BEN, BİN TUTARSIZ CÜMLE, BİN TUZAKLI AŞK

Bir tutarsız haller sorunsalı yaşıyorum. Bin tutarsız söz dizimi sorunlarından. Arda kalan, bir tutarsız ben, bin tutarsız cümle, bir tuzaklı aşk.

Kapana kıstırılmış bir parça peynir, ilgi kırıntısı niteliğinde. Aç kalmış benliğim koşuyor, sıkışacağını ve hatta zamanla ölüme mahkûmiyetini bilerek. Çaresiz… Gidiyorum bir parça peynir peşinde. Kocaman âlemde, koskoca yüreğe sahip olduğunu sandığım, eşsiz lezzetlerle donanmış olduğunu bildiğim, başkalarına saçtığı güzelliklerin kırıntılarına mahkûm edilenim.

Bütün imgelerin ötesinde, gerçek bir yangın var içimde. Yüreğimde bir ateş. Sönmeyecek sesini duymadan bu kez. Bu denli yakıcı bir yıkım olduğunu bilmezdim kıskançlığın. Evet, itiraftayım. İtilafta olmaya hevesle kıskanmaktayım. Yeni öğrendiğim bir duyguyla savaşmaktayım. Bir savaş ki içim de, muhatabı bir haber gezmekte.

Haykırasım var âleme O benim diye. Beynimin her köşesi gönlümle mutavassıt olma derdinde. Bende akıl mantık hak getire. Öylesine yitik bilinçte, bir delilik yapabilirim belki de. Mesela dayanabilirim kapına. Hesap sormak için sana sarılmaya. Ama en çok sarılmaya. İhtiyacım var sarmalanmaya. Şarkılardan kopup sana kavuşmaya. Buray’ı dinliyorum yine. Sesiyle çekiyor beni derinlere. Huzuru hüzünle bir kılıyor. Cesareti coşkuyla kuşattırıyor. 

Bu gece tutmayın beni
Denizlere akarım belki
Ağlarım haykıra haykıra
Gönderirim sulara 
Bağırarak eşlik ettiğim sözler, içime işlese de iş görmezler. Sirkeli suda beklettiğim marulları yıkarken, aklımdan geçen onca düşünce… Beynimi de yatırasım var sirkeli suların içine. Kıvrımlarını kemiren düşünce böceklerini öldürme hevesinde. Yine de haykırmak istiyorum. Sen benim yârimsin. Öylesin… Herkese kepçeyle dağıttığın ilgin, bana kaşıkla sunulmasın… Bilsin herkes, sen benim yârimsin.

Abartmamalıyım derken bulduğum kendim… Abartmadığımın ispatı dengesizliğin… Nasıl sönecek içimde ki bu ateşim? Ulaşılmaz diyarlarda en çok beni seversin, ben bilmezsem neyliyesin? Bir bebek masumiyetinde ki duygularıma, avunmam için tıkarsın bir emzik ağzıma. Kanmamam aptalca. E en çok sen bana yanmakta.

Uykularından çalıp bana geliyor. Üstelik “nasıl görmezsin böylesi fedakârlığı” diyor. Gelişi kendini tatmin edişi. Bilmem sanıyor. İçindeki bencilliği fark ettiğimi bilmiyor. Bu kadar da aptalı oynamamalıydım belli ki. İçimde bir duygu uçurumdan atlıyor. Hayat yine bana patlıyor.

Umudum terk etme beni, yaşam devam ediyor. Düşünceler içinde yanarak kaybolurken telefonuma ardı ardına gelen bildirim sesleri koparıyor beni. Bırakıyorum işimi. Hiç sevmem yarım işleri, o salata bitmeden bakmazdım aslında da aslımı kaybedeli oldu baya. Bir heyecanla kuruluyorum ellerimi. Bilinçlerim gerçeği ne kadar haykırsa da muhtacım işte buradayım deyişine. 

Elime aldığım telefon beklediğim iletiyi göstermiyor. Hüznüm yerli yerini koruyor. Kardeşimden gelen mesaja dokunuyorum. Muhtemelen yeğenimin fotoğrafını göndermiştir. Yarım bıraktığım işimin içinde yüzümü güldürür belki de, yaptığım salatayı yiyebilecek iştaha kavuşurum bir nebze. Ekrana düşen resim beklediğim değil, sırası şimdi hiç değil. 

Bir mezar, üzeri karlarla kaplı. İçim cız ediyor. Az çizik doluymuş gibi derinleşiyor. Bir mezar, üzerinde annemin ismi yazıyor… Fotoğrafını gönderiyorlar ara sıra bana. Gidemiyorum çok uzak. Mevsimler sarıyor annemi her dem. En çok kış mevsimi varlığını gösteren. Baharın açışı nadirdir annemin üzerinden. Hayattayken de böyle değil miydi zaten.

Ömrü kış bahçesinde, hatta kış sözcükleriyle süslenen. Üşüyen, titreyişlerinin içinden güzellikleri bulabilen. Üzerine kar yağdıranlara çiçeklerle selam gönderen. Ahhh annem… En çok yaşamayı hak eden… Kaderin bana çeyiz miydi bilmem…

Telefon çalıyor. Annemi karlar arasında gülümserken, düşlerken. Ekranda gözüken beklediğim isimken… Gülümseyemiyorum gözlerim böyle doluyken… Işıklarım sönmüş gibi. Yine de açıyorum, ışıldarım belki. Sesim buğulu…

Hissediyor. “ ne oldu?” diyor. “ yine melankoliğe mi bağladın canım” diye de ekliyor. Beni bu hallere atan kendiyken ne demeliyim şimdi ben. Sesi soğuk, ışıklar yanmıyor. “Üşüyorum” diyorum. Ruhum üşüyor o bedenim sanıyor. Nasıl olsa anlamayacak. İhtiyacım var sıcak kelimelerine, hesaplaşacak güç yok içimde. Yine üstünü örtüyorum boğulduğum duyguların. Gönlümde de bir mezar var.

Gömüyorum… Görmezden gelinen her halimi. Görmezden gelmem gereken bilinçlerimi. Bilmemek en iyisi. İşe yaradığı belli… “ ısıtırım ben seni aşkım. Yoldayım geliyorum” diyor. Geliyor… Isıtacak bedenimi. Ruhum, buz kalıbına tutulan sıcak havada çıkan buharda avunacak. Buhar gerçeklerin üstünü kapatacak… Ben kendime riyakâr kalacak.

Neyse gelecek… Kalkmalıyım büzüştüğüm duvar önünden…

Kalkıyorum. Hüzünlerimi atıyorum kilerin bir köşesine, bilinçlerim ayakaltında. Üzerine basa basa gidiyorum hazırlanmaya. Yüzüme aydınlık maskemi takmaya. Üç beş makyaj malzemesi görür bu işi. Alışkın olan ellerim pratik kendimi maskelemekte. Neşeli bir müzik eşliğinde birkaç dakikada yeni bir ruha bürünme derdinde. Eşlik ediyorum şarkıya tüm sesimle… Daha çabuk etki etsin diye. 

Hayat sırf buymuş gibi 
Hem aç hem tokmuş gibi
Hem var hem yokmuş gibi
Ben ona resmen aşığım
Diyor Nil Karaibrahimgil. Benim için bağırıyor gibi. Ben de bağırıyorum kendim için gibi. Öyle de geçmişim ki kendimden ileri. Zil çalıyor derinden bir yerlerden. Zor duyuyorum. Kısıyorum müziği ve de kendi sesimi. Koşuyorum kapıya. 
Hazırım. Avuntum kapıda…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi