BİR DAMLA SÜT
Babam, köyde çok çalışkan, çok okuyan, yeniliklere açık, araştırıp soran, sorgulayan, ileri görüşlü bir insandı. Sıcak bir yaz günü kapının önünde otururken, yanımıza köyümüzün öğretmeni geldi. Sohbet muhabbet derken, konuşmasının bir bölümünde babama dedi ki; “Halis Ağabey, sen hayvanlarla bu kadar ilgileniyorsun, bu kadar özen gösteriyorsun ama buna karşılık verim alamıyorsun. O zaman sen bu beslediğin ineklerin cinsini değiştir. Bak Karsta zavut cinsi inekler var, hem danaları daha iri ve daha dayanıklı, hem de inekler daha fazla süt veriyor. Elindekilerden on tane besleyeceğine onlardan beş tane besle daha karlı olursun.”
Epeyce konuşup ayrıldıktan sonra babam dedi ki; “Hakikaten bu öğretmen doğru söylüyor. Bunca yıldır çalışıp çabalıyoruz emeklerimiz hep boşa.”
Bu sözler babamda etki etmiş olacak ki, babam da birkaç gün sonra Kars’a gidip üç tane zavut inek alıp geldi. İneklerden birisi kırmızı, biri gri, bir tanesi de beyaz. Beyaz ineğin üzerinde, yani sağ ve sol yanında bakır kırmızısı çizgiler var. Diğer tarafları ise bembeyaz. Hatta kirpikleri bile.
Ben en yaşlı ve sevimli olan beyaz ineği sahiplendim. Boynuzlarının arasına mavi boncuklar taktım ve adını da; “Şeker” koydum.
Şeker, uysal olduğu ve insanlardan kaçmadığı için çok sevimli. Her seferinde hepimiz boynuna sarılıp seviyor, elimizdeki ekmeği, otu, samanı veriyor, tımar ediyor ona ayrıcalıklı davranıyoruz.
Köyümüz Alahuekber Dağları’nın uzantısı olan Soğanlı Dağları’nın eteklerinde, kaynak sularının bol olduğu, ormana yakın güzel bir yerde. Tarihte, zemheri ayında doksan bin Mehmedin donarak şehit olduğu, iki bin üç yüz rakımlı Kaynak yayla.
Her yıl sonbahar aylarında Sarıkamış’ta bulunan dokuzuncu tümen, bizim yaylanın arka tarafındaki ormanlık alanlarda şehitlerimizin anısına askeri tatbikat yapar ve giderler.
O yıl da yine öyle oldu. Eylül ayı sonunda binlerce askerden oluşan piyade,tankçı, topçu birlikler, istihkam taburları ve askeri araçlarla gelip köyün üst tarafındaki ormanın derinliklerinde, kendi planlamalarına göre çadırlarını kurup yerleştiler.
Köyde rutin işlerin yapıldığı günlerin birinde, sabah erkenden kalkıp ,annemin sağdığı inekleri götürüp sürüye kattım. Çoban sürüyü alıp meraya gitti.
Akşam oldu. Köyün bütün sürüleri geldi. Herkes hayvanlarını toplama derdinde. Bizde kardeşlerimle birlikte bizim hayvanları toplamaya çalışıyoruz.
Ama o da ne?
Bizim Şeker eve zorlanarak geliyor. Biraz daha dikkatli bakınca bir de ne göreyim Şeker’in memeleri, karnı öylesine şişmiş ki bacaklarının arasına sığmıyor. O yüzdende yavaş yavaş geliyor. Hemen koşup boynuna sarıldım. Ağır ağır kapının önüne getirdim.
Kapının önüne gelir gelmez anneme seslendim.
Annem evden çıkıp Şeker’i öyle görünce çok korktu; “Allah Allah, ne olmuş bu hayvana böyle? Yoksa memelerini böcek falan mı ısırdı?” dedi.
Bugüne kadar hiç böyle olmamıştı. Şeker’in sağına soluna baktı. Memelerini inceledi ama hiçbir şey anlamadı, Bir ısırık izi, bir çizik göremedi.
Bana dönerek dedi ki; “Git, çobanımız Nazir gadayı çağır gelsin.”
Nazir Amca’yı çağırdım geldi.
Dedi ki; “Abla, korkacak bir şey yok. Biliyorsun ben hayvanları otlatırken Şeker benim yanımdan hiç ayrılmaz. Ben de, bu gün sürüyü otlatmak için kumlu yolun oraya götürdüm. Orada da askeri birlikler vardı. Benim yanımda otlayan Şekeri görünce askerlerin hepsi onu çok sevdiler. Ona sarıldılar, tımar ettiler.
Hemen gidip artan yemekleri, ellerindeki somun ekmekleri getirip yedirdiler. Bolca su içirdiler.
İçlerinden birisi dedi ki; “Amca müsaade edersen biz bu ineği sağabilir miyiz?”
“Becerebilirseniz tabii ki sağabilirsiniz."
“Peki, ineğin sahipleri size bir şey demez mi?”
“Siz merak etmeyin. Ben o ineğin sahiplerini çok iyi tanıyorum. Onlar iyi insanlar, bir şey demezler. Ben gereken her şeyi anlatırım.”
Sevindiler..
“Peki içinizde inek sağmayı bilen var mı?”
Hemen hepsi atıldı; “Ben sağarım. Ben sağarım.” diye.
Koşup kap alıp geldiler. Askerlerden birisi oturdu sağmaya. Uğraştı. Uğraştı…
Nafile…
Bir damla süt çıkaramadı.
İkincisi , üçüncüsü, dördüncüsü de uğraştı ama Şeker’den tek damla süt yok. Şeker’in özelliği bu..
Şeker’i annemden başkası sağamaz. Annemden başkasına asla süt vermez.
Annem dedi ki; “Nazir gada ben bu ineğin akşam ve sabah sütünü ayrı kaba sağarım. Bizim sütün içerisine katıp da çocuklarıma yediremem. Haram olur. Yarın sabah pişireyim, sana göndereyim sen de o askerlere ver. Onca emek edip, yedirip içirmişler. Hakları geçmesin. Ana kuzuları, belki canları süt çekmiştir.”
Annem Şeker’i ayrı kovaya sağdı. Sütünü diğer sütlere karıştırmadı. Akşam ve sabah sütünü pişirip çinko kovalara doldurdu. O akşam diğer ineklerin bütün sütlerini de pişirip yoğurt mayaladı.
Ertesi gün, ben yoğurt kaplarını ve süt dolu çinko kovalarını kağnı arabasına koyup doğru Nazir Ağabey’in yanına götürdüm. Onunla birlikte askeri birliğin olduğu yere gittik. Nazir Ağabey’i nöbetçiye komutanla görüşmek istediğini söyledi.
Nöbetçi komutan geldi. Nazir Ağabey’i olayı başından sonuna kadar anlattı ve dedi ki; “Dün, asker arkadaşların doyurduğu ineğin sahibi, o ineğin sütünü pişirip askerlere gönderdi.
Ayrıca, diğer hayvanların sütüyle de size yoğurt yapmışlar, onu getirdik...
Komutan şaşırdı…
Arabanın üzerindeki süt ve yoğurt dolu kaplara baktı ve dedi ki; “Biraz bekleyin”
Yanımızdan ayrıldı. Beş dakika sonra yanımıza bir jeep geldi. Araba durur durmaz, şoför olan asker koşup selamla birlikte kapıyı açtı. Komutan arabadan yavaşça indi. Orada bulunanların hepsi selama durdu.
Hemen bizim yanımıza geldi. Olayı bir kez daha dinledi. Çok duygulandı. Çok mutlu oldu. Çok çok teşekkür etti ve askerlere emretti; “Sütü, burada bulunan bütün askerlere sıcak sıcak ikram edin. Yoğurdu da öğlen yemeğinde masalarda görmek istiyorum. Kapları temiz ve yıkanmış olarak arkadaşlara teslim edin.”
Babamın ve annemin adını soyadını sordu. Ben de söyledim. Biraz sonra kaplarımız geldi. Bir baktım kabın birinin, içerisinde, o güne kadar hiç görmediğim, iki üç kilo kadar siyah siyah, yuvarlak yuvarlak, parlak parlak bir şeyler var.
Nazir Ağabey’e sordum; “Bunlar ne?” diye.
O da dedi ki; “zeytin”
Bu sayede ilk defa, zeytinle de tanışmış oldum.
Aradan birkaç gün geçmişti ki, baktık bizim evin önüne iki tane askeri jeep, bir tane dencemse geldi. Biz çok şaşırdık tabii. Buda neyin nesi? Hemen hemen bütün köylüler bizim kapının önüne toplandı. Köyün çocukları kapının önüne üşüştüler. Herkes ne oldu diye merak içerisinde. Bugüne kadar köyde böyle bir şey görülmemiş, yaşanmamış.
Öndeki jeepte bulunan komutan indi. Diğer araçlardaki komutanlar da indi. Yaklaşık on, on beş kişi var. Hepsi komutana selama durdular.
Babam hepsine; “hoş geldiniz” dedi ve içeri buyur etti. Komutan teşekkür ederek dedi ki; “Fazlaca vaktimiz yok. Biz buraya, askerlerimizin sevip beslediği ineğin sütünü, haram olur diye, kendi çocuklarına içirmeyip, kendi hayvanlarının sütüne katmayıp, bize gönderen anneyi görmeye ve elini öpmeye geldik.”
O anda çok büyük bir sessizlik oldu.
Babam dedi ki; “Estağfurullah ne demek efendim. El öpmek de ne demek. Keşke daha fazla olsa da yapabilsek.”
Komutan annemi sordu. İçeriye koşup annemi çağırdım. Annem ağzı yaşmaklı, utana sıkıla içeriden çıkıp geldi. Komutan hemen şapkasını çıkardı, esas duruşa geçti ve annemin elini öpüp başına koydu.
Arkadaşları da aynı şeyi tekrar ettiler. Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki; “Değerli arkadaşlarım,
Bu vatana niçin Anadolu dendiğini, şimdi anladınız mı?
Böyle analar var oldukça, Türk milletinin sırtı hiçbir zaman yere gelmez.”
Anneme doğru dönerek dedi ki;
“Anneciğim; böylesine asil bir davranış sergilediğiniz ve bizlere çok önemli bir ders verdiğiniz için sizi kutluyorum.
Hepimiz, seninle gurur duyuyoruz.”
Hepsi birden selam verdi ve arabalarına binip gittiler.
Unutulmamak ne güzel.
Hele bir de ANNELER GÜNÜNDE....
SENİ KUTLUYORUM.
ALKIŞLIYORUM.....
SELAMLAR SEVGİLER SAYGILAR