BİLMEM Mİ LAZIM?
Uyanmak istemiyormuşum gibi gözlerimi tekrar kapasam da, beynim uyanmış, çoktan çalışmaya başlamıştı. Bir şey düşünmeden rüyamı aklımın bir kenarına yazmak daha sonra analiz etmek istiyordum ki, lakin ne mümkün, otomatik düşünceler hızlıca beynimi fethetmiş, bana bu fırsatı vermemişti.
Biraz daha zorlamak, anımsamak istesem de, bir başka geceye ertelediğim rüyamı geride bırakmış, hayatın gerçeklerine dönmüştüm.
Bugün günlerden ne, saat kaç, ne giysem, duştan sonra ne içsem düşüncesi ile birlikte pek de istemesem de, ayaklarımı uzatıp biraz sendeleyerek kalktım.
Perdeleri açıp pencereyi araladıktan sonra, duş almaya geçtim. Aklımda onlarca bir biri ile alakasız düşüncelerle önce soğuk tarafını açtığım batarya, buz gibi gelen soğuk su beni elektrik çarpmış gibi yapsa da bu bana iyi gelmiş, sabah sabah bu kadar yoğun düşünceye dalacak kadar ne var diye kendi kendime sitem ediyor, habire de konular arasında düşünmemek için sayılar saymaya ve bir an olsun rahatlamaya çalışıyordum.
Daha günün ilk saatini bile bitirmemiş, kalan zamanın nasıl yorucu geçeceğini yine anlamıştım.
“Mücadele, evet Yusuf mücadele, kime, neye, niye?“ diye kendi kendime konuşuyor, kendi benliğimle mücadele ettiğimi biliyordum.
Sallama çay, kahve arasında kararsız kalsam da, pek fazla düşünmeden kahveyi bardağıma koyduğumu, üstüne sıcak suyu döktüğümü, ilk yudumu aldığım da; “Hmm, kahve içiyorum.” diye mırıldandığımı, o esnada ne düşündüğümü bile unutturan kahvenin kokusunu sevdiğimi söylüyor; “İyi ki çay almamışım.“ diyordum.
Çok resmi giyindiğimin farkındaydım,öbu beni biraz rahatsız hissettirmiş; “Rahat kıyafetler giymem gerekir evet, bugün biraz rahat hareket etmeye ihtiyacım var.” diye mırıldanıyordum.
Rahatlığımın kıyafetlerimle orantılı olmadığını da pek ala biliyordum. Yine de; “Bu bir savunma mekanizması boşver be Yusuf olmasın, en azından öyle düşün.” diyerek kendi kendimi kandırıyordum ama kanmadığımı da biliyordum.
Birkaç tişört denememden sonra, favorim siyah renkli tişörtlerim arasından en koyu olanı seçmiştim.
Bazı kokular hoşuma gitse de, bazılarının hoşuma gitmediğini neden bu kadar parfüm ve deodoranta para verdiğimi anlamasam da; “Olsum dursun bir sakıncası yok.” diyerek kendimi, kendime karşı aklıyordum.
Her zamanki gibi; “Yusuf ne zaman aklanmadın ki, ne zaman?” diyerek sesli konuşuyor; “Evet hep haklıyım; kime karşı, kendime karşı” diyordum. “Oy” diye gülüyor ve gülümsüyordum.
Kalkalı daha tam bir saat olmamış, binlerce düşünce süzgecimden geçmiş, birkaç tanesine takılı kalmıştım.
Aman sen de olsun, boşver, ne gerek var, öyle kalsın, ne yapabilirim ki, ne yapsam ki diye emme basma tulumba gibi kafamı sallıyor, traş köpüğünü yüzüme değil de elime sıktığımı bile bilmiyordum.
“Aa bu kadarı da fazla be!” diyerek kendime kızdım; “Kendine gel be oğlum.” diyordum.
Ortamda gerçek üstü bir sessizlik vardı. Dairemde bir ben, benimle beraber benim yarattığım nedenlerle boğuşan bir başka beden.
Yetmiyor görüyorsun kendine gel, en iyisi opera evet, Pavorotti’nin sesi de bize ortak olsun düşüncesi ile kırk beşlik plağı koydum. Ellerim köpüklü o beni benden alan operanın içimi aydınlatan sesi ile müziğe eşlik ediyor, ıslık çalarak traş oluyor; “Ha şöyle ya keyif al hayattan, müzik senin gölgen be Yusuf, müzik müzik.” diyor, tenorun sesi ile kendimden geçiyordum.
Acaba Pavorotti sağ olsaydı, kesin Roma'ya uçmuştum; “Bir kez olsun onu Arena Di Verona’da dinlemek isterdim.” diye kendi kendime konuşuyor; “Hangi parayla be Yusuf en az yirmi bin hatta yetmez bile, olsun be hayal de para ile değil ya, burada benim arenam, hem de bedava ,sadece bana özel çalıyor, bu da yeter tabi tabi...” diyerek kendi kendimle alay ediyor ve gülüyordum.
Hep yalnız kalmak istiyorsun be adam, kendinle başbaşa kalınca da; “Boğuluyorsun, sanıyor musun ki yalnızlık kişi ile değil düşünce ile olur, düşünmeden yapabiliyor musun, illaki bir şeyler sokuyorsun kendi kendine, bu karma karışık dünyana, hadi çık dışarı mesaine, git dün de kalan her şeye, yarım kalan gerçeğe hadi!” diyordum.
Benliğim durur mu, ne gerçeği ne kalanı ne gideni, boşver yaşa gitsin işte diye cevap verse de, başlayacağım gerçeğe de yalana da offf bir an önce atayım kendimi dışarı diye düşünüyordum.
Bitti bak, bu sabahki maraton da bitti, evden çıkınca başka bir dünya, hadi bakalım, neler bekliyor beni diye düşünerek kapıya doğru yöneldim.
“Anahtarlar evet onu da aldım, ocak evet ocağın altı kapalı hadi çık çık yeter.” diyordum kendime ki; “O esnada mutfak masası üstündeki elektrik faturasına bir bakayım, karanlıkta kalma Yusuf” diyordum.
Birkaç fatura, çoğu ödenmiş, biri kalmış, ödeme günü üç gün geçmiş.
“Aman sen faturaları düşünme, ne gerek var, ayıp olur, zahmet etme Yusuf aman sakın sakın!" diye kendi kendime söylenerek evden dışarı çıktım.
Arabanın yanına geldim tam binecek iken; “Anahtar, Allah seni bu kadar da olmaz ya!” diyerek eve tekrar döndüm, anahtarı almamla çıkmam bir oldu, kendimi arabanın koltuğunda buldum.
Tam işyerine varmak üzere iken; “Ahh seni vah seni ne biçim bir adamsın be Yusuf, elektrik faturasını unuttun bak, vallahi yoruldum asla dönemem, yarına öderim, ya kapanırsa kapanırsa kapansın, karanlıkta kalırsam belki de karanlık sandığımız herşey ya aydınlıktan daha aydınlıksa belki de, belki de” diyerek arabadan indim.
Kontak arabanın üstünde kaldı, kapı otomatik kilitlendi; “Oh üstüne bu da iyi oh oh” diyerek iş yerine gülümseyerek girdim, herkes yabancı gözlerle bana bakıyordu, pardon pardon diyerek hemen dışarı fırladım, bir sokak ötedeki işyerime nihayet ulaştım, neye güldüğümü bilmiyordum; “Olsun her şeyi de bilmem mi lazım?” dedim.