ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 28-03-2024 00:01   Güncelleme : 28-03-2024 00:05

Bakraç / Yusuf Yıldız

Yazan: Yusuf Yıldız -BAKRAÇ

Bakraç / Yusuf Yıldız

BAKRAÇ

Çıtırtı sesi gibi bir ses duydu. Ahşap dökme zeminin birçok yerinde, baş parmak sığacak kadar ara ara delikler vardı.

Budaklı çam tahtalar arasında yılların dökmeleri çürümüş, budak yerlerinden oyulmuştu. Genelde her gece evde nahoş bir koku olurdu. Geceleri bu kokuya alışsa da, bu seferki başka bir kokuydu. Alt kattan gelen nemli ağır koku odayı sarmış gözleri yakıyordu.

Gecenin karanlığında yatağında yalnız olmadığını biliyordu, usulca sokuldu kocasına, çıtırtı arttıkça daha da sokuluyor, kocasının o ılık nefesi göz kapaklarında hissediyordu.

Bir ara; "keşke uyansa" dedi. Çıtırtı sesleri yorganın içinden geliyor gibiydi. Ses daha çok duyuldukça, nefes alış verişleri hızlandı, kalbi yerinden çıkacakmış gibi kocasının, ağır tüylü kollarına küt küt vuruyordu.

Duvarda asılı kilimdeki motifler gözlerine kemirgen hayvanlar gibi görünüyor, ay ışığının aydınlattığı duvarda parlayan kilim motifleri büyüyor, küçülüyor, büyüyor, küçülüyordu.

Kocasına o kadar sokulmuştu ki, uykusundaki adamın alnından dökülen tomurcuk terler kadının yüzüne süzülüyordu. “Keşke” dedi içinden; “Keşke gazyağı lambasını söndürmeseydim.”

Duvardaki asılı kilim lamba, adeta yanak yanağa olduğu kocasının o devasa kapkara kirli suratı, bitmek bilmeyen çıtırtı.

“Kabuslar içinde miyim yoksa?” diye düşündü.

Dışarda, rüzgarın uğultusu selvi kavakları yere eğip eğip kaldırıyordu. Tıkırtı sesleri takırtı seslerine dönmüş, eski pencere pervazlarından giren rüzgar camlarıda yerinden oynatmaya başlamıştı.

Adam havale geçirmiş gibi, birden titreyerek uyandı, karısı sımsıkı kendisi sarmış, küçük çelimsiz kollarını kenetlemiş bırakmıyordu.

Yorganın altında ikisi de suya girmiş gibi ter içinde kalmışlardı. Karısına; "Seyhan, Seyhan ne oluyor?" diye seslendi.

Karısı korkusundan gözlerini dahi açmıyor gelen bu sese kulakları tıkalı gibi cevap vermiyordu.

Evin alt katında iki inek, bir eşek, yedi sekiz tavuk ve bir kaç balya saman yığını vardı. İki katlı kagir avlulu ahşap ev, neredeyse yüz yıllıktı. Duvarlar toprak lime, çatma askılı topraktı. Kışın soğuğunda alt kattaki hayvanların ısısı ve hayvan gübrelerinin sıcağı odayı ısıtıyordu.

Karısına bir kez daha seslenen adamın içini bir korku sarmıştı. Odanın her tarafını saran, gözleri yakan buhar ve koku adamında genzini yakıyordu. Anlamsızca gelen tak tak seslerinden kuşkulanmaya başlamış, içini tedirginlik sarmıştı.

"Seyhan" diye mırıldanıyor, sanki dokunsan ağlayacak gibi sesi titriyordu.

Seyhan titrek bu sese gözleri kapalı kulak kesilmiş; "Ferit ferit" diye fısıldar gibi mırıldanıyordu.

Gece saat dört olmuş, karı koca hamamda yıkanmış gibi, eski şilte yatağın içinde ter içinde bir birlerine fısıltılar ile sesleniyor birbirlerine sadece isimlerini söylüyorlardı.

Havanın aydınlamasına yarım saatten az bir süre kalmış, ikisi de yatağın içinde yeşil basma sırılı yorganın altında, kıpkırmızı bir elma gibi olmuşlardı.

Camiden gelen ezan sesi belirli belirsiz duyulsa da, takırtı sesleri sabaha kadar sürmüştü. Ahırın duvarına, kendir iple asılı süt bakracı, dışarda ağaçları deviren fırtına. Ah şu yüz yıllık yapılar...

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi