SAVAŞLAR
Dünya tarihinde toplumsal değerlerin çöküşü, ahlakın zayıflaması gibi yıkımlar genellikle uzun süren savaşlardan sonra görülür. Savaşlar kitlelerde özellikle dinin sorgulanmasının önünü açar. Dünya tarihinde bu olgunun pek çok örneği vardır. Attila’nın Avrupa seferinden sonra, kıtada Hristiyanlığın sorgulandığı, farklı mezhep ve dini cemaatlerin ortaya çıktığı bilinir. Benzer bir süreç bizim tarihimizde de Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılış sürecini başlatan Kösedağ Savaşı’ndan sonra yaşanmıştır. Ortodoks İslam anlayışı zayıflamış ve heterodoks anlayışlar doğmuş ve yaygınlaşmıştır.
Refik Halit Karay, Birinci Dünya Savaşı’nda patlayan fuhuştan, sıklıkla söz eder. Kemal Tahir’de de çok geçer tırmanan fuhuş. Kemal Tahir’in bir romanında “bir asker karavanasına bir bakire” ifadeleri geçer ve bu ifade dönemin ve savaşların korkunçluğunu sezdirir. Refik Halit, “Bir Ömür Boyunca” adlı eserinde İstanbul’da fuhuşun yalnızca Rumlarda olduğunu ancak 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Türk kızlarının da fuhuşa bulaştığını anlatır.
Çocuklarını İstanbul’a getirip satanlar, bırakıp kaçanlar veya yalnızca karın tokluğuna çalıştırılmak üzere bırakıp gidenler ise Fürüzan’da geçer. Bırakılan çocuklar bir daha aranıp sorulmaz çoğunlukla. Önemli tarihçimiz N. Hablemitoğlu, toplumların yaşadığı acılar taze tutulmalı ve bu acılar yeni kuşaklara anlatılmalıdır, der. Bu ifade tamamen doğrudur.
SÜRGÜN
Sürgün, Osmanlı Devleti’nin genellikle devlet memurlarına uyguladığı cezalandırma yöntemidir. Kişiyi belli bir süre için bulunduğu yerden uzakta yaşamaya mahkum etmek sürgün etmektir.
Refik Halit hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemini iyi gözlemlemiş bir yazarımızdır. Mutlakıyet, meşrutiyet ve cumhuriyet olarak üç dönemde geçen ömrü, ona sayısız dönem ayrıntısı sunmuştur. Gözlem gücü, sıra dışı güzellikteki benzetmeleri, ustaca kullandığı akıcı anlatımı onu edebiyatımızın çok önemli yazarlarından biri yapar. Refik Halit, ilk olarak ittihatçılarla ters düşmesi nedeniyle sürgün edilmiştir. İlk sürgün yerleri, orta Anadolu illeridir. Bu illerdeki deneyimleri ona ölümsüz öyküler yazdırmıştır. Biz bu öyküleri “Memleket Hikayeleri” adıyla okuyoruz. “Yatık Emine”, “Şeftali Bahçeleri” gibi öyküler bu eserlerdendir.
İkinci sürgünü ise 150’lilikler listesine girmesinden sonradır. Şam, Beyrut, Musul, Hama gibi az bildiğimiz bu bölgeler onun insana, milletlere, doğaya, coğrafyaya bakışını zenginleştirmiştir. Ağaçlar, iklim, coğrafi özellikler, hâkim rüzgârlar; onun eserlerinde çok önemli değişkenler olarak karşımıza çıkar. Yazar, bu sürgün zamanlarını da olağanüstü bir ustalıkla anlatmıştır. Dönemin insanlarının değer yargılarını, yaşayışlarını, dünyaya bakışlarını çok doğal bir dille anlatır.
Yurt dışındaki sürgününden gözlemleri ayrıca değerlidir. Bulunduğu bölge insanlarının Türklere ve Türkiye’ye bakışını okuruz. Öykülerinde şaşırtıcı sonları yeğlediği de olur. Beklendik sonuçlar da vardır. “Yara”, “Eskici” gibi öyküler memleketinden uzakta geçen sürgün yıllarının eserleridir ve akıldan çıkmayacak öykülerindendir.
SİYASET
Refik Halit, kendisini sürekli muhalif oalrak görür. Aslında bu özelliği ona bir aydın kimliği kazandırır. Bir yazar olarak döneminin ince eleştirisine öykülerde zaman zaman yer vermiştir. Romanlarında biraz daha fazladır bu eleştiriler. Siyasetten asla kopuk değildir. Örneğin İttihatçıların deneyimsiz, beceriksiz olduklarını sezdirir. Balkan Savaşı’ndan geç haberdar olduklarını belirterek eleştirir. (s.225) Cumhuriyetten önce de “bedelli askerlik” olduğunu yine aynı romandan öğreniriz. Bedelli askerlik türkülere konu olmuştur halk edebiyatında.
***
Yemen yolu çukurdandır
Karavana bakırdandır
Zenginimiz bedel verir
Askerimiz fakirdendir
***
İki Cisimli Kadın’da hem Demokrat Parti’ye hem de Halk Partisi’ne olumsuz eleştirileri vardır.(s.52) İCK’de yüzellilikler eleştirilmiş gibidir. Ama onların mağduriyetine de değinir. Kendisi de bir yüz ellilik olduğundan onları neredeyse suçsuz bulduğu da olur. (s. 189) Romanlarında Reji İdaresi de geçer. Reji İdaresinin ne olduğunu bilmek Osmanlı Devleti’nin nasıl sömürge haline getirildiğinin acıklı bir öyküsüdür.
İCK’de soyadı kanunu ile eğlenir. Başkişi Yaşar, kendisine “falan” sözünü soyadı olarak almıştır. Yezidin Kızı’nda Zeli Della, Cumhuriyet dönemi tarih yaklaşımıyla alay etmektedir. “Yoksa Sümerlere, Hititlere dayanan ırk nazariyenizi mi anlatayım?” der ve başkişimizi bilgisiyle şaşırtırken ortak bakış açısı ile de etkiler. (s.14) Aynı romanda Atatürk’ten Gazi olarak söz edilir. Yazar, hem sürgündeyken hem de affedilip ana vatana geldikten sonra Atatürk hakkında her zaman olumlu bir tutum içindedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün de yazarı yakından takip ettiğini ve eserlerini okuduğunu biliyoruz.
Yine aynı romanda dönemin Suriye’sinde Yezidilerin gördükleri eziyetler aktarılır. Sıklıkla harp zenginlerine gönderme yapar. (s.17) Sürgün’de “Cemal Paşanın dahiyane planı icabınca” diyerek onun Ortadoğu siyasetini eleştirir. (s.149) Yazarın romanlarından anlarız ki Cumhuriyetin kurulmasından önce İstanbul doğumlu olanlar Askere alınmamaktadır. (sy.193) Aynı durumdan Öner Yağcı’nın “Kir” romanında da söz edilir.
DİL DEVRİMİ
Romanlarında Dil Devrimi’ne eleştirel bakmaktadır. Sıklıkla Türkçe’de karşılığı olmadığı gerekçesiyle Fransızca sözcükler kullanır. Oysa hemen bir sonraki cümlede o Fransızca sözcüğün tertemiz bir Türkçe karşılığını da kullanır. Genel olarak Dil Devrimine hafiften bir karşıtlık sezilir.
Ama eserlerinde “havlu” sözcüğü kullanılmaz. Onun yerine Dil Devrimi ürünü olan “Silecek” sözü kullanılır. İCK (s.240) “Buzdolabı” sözcüğü yerine “Yerin Altında Dünya Var” romanında “Frijder” sözü kullanılır. (Frigideire) Ancak “Sonuncu Kadeh” te artık “Buzdolabı” sözcüğünü kullanır. İCK’de “yüzücü” sözcüğü yerine şaşırtıcı olarak “yüzgeç” sözcüğünün kullanıldığını görürüz. (s.193) Bugün “tamir etmek” olarak kullandığımız birleşik eylem onun döneminde “Tamir koymak” olarak geçer. (s.191) Ayın Ondördü’nde “benzin” yerine önerilen “akaryakıt” sözcüğüne “uydurma” diyerek alay eder.(s.20) Ayın Ondördü’nde “müdde-i umumi” yerine “savcı” der ama eleştirmez bu defa.
İNCE HASTALIK / VEREM
Romanlarından o dönemde olan ve artık var olmayan bazı ayrıntılar öğreniriz. Bunlardan biri de dönemin en ölümcül hastalığı olan veremdir. Henüz aşısı bulunmadığı için verem olan insanlara kısa bir süre sonra ölecek gözüyle bakılmaktadır. Hastalığa yakalanan insanlar da öleceklerini bildiklerinden daha cesur davranırlar. Verem hastalarına özen gösterilir, nazları çekilir. Verem olanlar, uzak yerlerdeki belli başlı senatoryumlara gönderilir. Hasta olmak başka bir şehre veya başka bir ülkeye gidebilmenin bir yoludur ve dönem insanı için caziptir. Bu gibi nedenlerle genellikle kadınlar veremli taklidi yaparlar ve sosyal çevrelerini değiştirmek için bu hastalığı kullanırlar.
“Sonuncu Kadeh”te (s.151) 1940 sonrasında ülkemizde ince hastalığın yani veremin bir tür moda olduğunu öğreniriz. Muhtemelen dünyada da öyledir. Sararmış, solgun ve mecalsiz görünmek bir moda halini almıştır. Verem olmayanlar bile veremli gibi görünmeye çalışmaktadır. “Verem makyajı” sağlıklı kadınların bile yaptığı bir şeydir ve anlaşılan pek de yadırganmaz bu durum. Elde bir mendil bulundurmak, sürekli kesik kesik öksürmek, ağızdan kan gelmiş gibi mendilini saklamak ve sözde bu nedenle mahcup olmak, solgun ve kısık ses tonuyla konuşmak, erkelerin baston kadınların baston görevi de yapan şemsiyelerden taşıması çok modadır. Vereemlilere olumlu ayrımcılık yapılır. Onlara acınır. Veremli ise kadın da erkek de daha çekicidir. Çünkü o dönemin anlayışına göre Verem olan kadınlar daha istekli ve daha şehvetlidir.
Verem, dünya edebiyatında da iz bırakmıştır. Türk edebiyatında bu hastalığı, en belirgin olarak olarak Erhan Bener’in “Baharla Gelen” romanında görürüz.
MÜREBBİYELER / DADILAR
Varlıklı ve sözde Avrupai ailelerin çocuklarına bakıcı tutmaları dönem dönem moda olmuştur. Doğan bebeği süt anneye vermenin tarihi de eskidir. Osmanlı’da bu gelenek; “Daye’ye vermek” olarak geçer. Hatta Osmanlı şehzadelerinin neredeyse tamamı dayelerin sütüyle büyümüştür. Şehzadeler belirli zamanlarda annelerinin yanında bulunurlar.
Bu tip gelenekler 19. yüzyıla kadar Rus, Fransız ve Alman aristokratlarında da görülür. Bir zamanlar Rus seçkinleri de Fransız mürebbiyelere ilgi göstermiştir. Osmanlı zamanında da çocukların yabancı dil öğrenmeleri için Fransız kadınlar, eğitimli olsun olmasın mürebbiye olarak evlerde çalıştırılır. Geçerli yabancı dil 19. yüzyılda Fransızcadır.
Onları Hüseyin Rahmi’den de biliriz. Hüseyin Rahmi, “Mürebbiye” romanında bu gelenekten ayrıntılarla söz eder ve eleştirisini yapar. Yazar, Mürebbiye romanında Fransız Anjel’in kurnazlığını anlatır ve onu çalıştıran ailenin saflığını eleştirir. Refik Halit romanlarında da mürebbiyeler geçer.
GÜNDELİK HAYAT
O dönemde her evde “Lokman Ruhu” bulunmaktadır. Romanlarında müsekkin olarak geçen sakinleştiriciler ve “Validol” de geçmektedir. İstanbul’un Bir Yüzü’nde fenalaşan Şadiye’ye Eter koklatılır. İçeceği suya elli damla brom eklenir. Bu ilaçlar her evde bulunmaktadır. “İki Cisimli Kadın” (s.45) Refik Halit, o dönemin günlük yaşam ayrıntılarını belgelemek ister gibi bir tutum içindedir. Başka ilaç adları da verir. Belegral, Pertrankil, Ekvanil gibi.(s.189) İnsanların uyumadan önce entari giydiklerini de her eserde belirtir. 1900’lerde neredeyse bütün kadınlar sigara içmektedir. Üst tabaka kadınları arasında morfinin yaygın olduğunu da belirtir. O yıllarda morfin ve hatta eroin bile sigara gibi doktorlar tarafından önerilmektedir. İBY (s.154) Sürgün’de Sulfato ve İspirtolu kâfur geçer. (s. 65) İnsanların eğlencelerinden, düğünlerinden, cenaze merasimlerinden ve daha pek çok ayrıntıdan söz eder. Bu yönüyle Refik Halit romanlarından sayısız halkbilim verisi elde edilebilir.
KADINLAR
Eserlerdeki kadınlar çoğunlukla geçici delilikler yaşarlar. Tutkulu ve âşıktırlar. Cesur davranırlar. Bir akıl karışması, geçici bir bunalım romanlarda olayların merkezinde vardır. Ancak kişiler gerçek anlamda hasta değillerdir. Bir süre hastanede yattıklarında iyileşecekleri söylenir bir biçimde. Ve iyileşirler. Kadınlar, birden fazla dil bilirler. Erkekler de Arapça ama çoğunda Fransızca bilirler. Erkeklerin ilgi duydukları kadınlar ise genellikle işveli, hileci ve şaşırtıcılardır.
Yazarın yabancı uyruklu olan kadınlara ayrıca bir ilgisi vardır. Onları daha gizemli ve çekici bulur. Bu kadınların beklenmedik becerileri vardır. İCK’da Pervin, usta bıçak atıcısıdır, Lasso ile av yapar. Yabancı dil bilir. (s.73) Yezidin Kızı’nda Zeli Della, Arjantinlidir ve Kürtçe bilen bir Yezididir. Karlı Dağdaki Ateş romanında Binnur, kayak öğrenmeye heveslidir ve öğrenir.
Kadınlar gizemli, servet sahibi ve genelde hasta ruhlu denecek kadar kural dışıdırlar. Tutkulu, istekli ve ısrarcılardır. Eziyet ederler. Güvenilmez tiplerdir. İyi rol yapar ve inandırırlar. Ansızın bayılırlar, fenalaşırlar. Başkişi onlara karşı her zaman şefkat doludur. Neredeyse hepsi belli bir miktarda alkol alır. Kişiliklerini alkolle değiştirirler. Zeli Della kokain ve alkol de almaktadır. Kıskanç ve şehvetlidirler. Romanlarda âşık olunan kadınlar her zaman varsıl bir durumdadırlar. Geçim dertleri yoktur. Çalıştıkları bir işleri yoktur. Varsıllıkları babadan veya bir akrabadan kalan mirastır. Aynı durum, başkişiler için de geçerlidir. Sürgün’de Hilmi Efendi bir dönem yoksulluk içinde kalsa da kısa bir süre sonra son derece paralı bir hayata geçer. Hem kadınlar hem de erkekler geçim derdi olmayan, rahatlarına düşkün kişilerdir. Kendi deyimiyle bencillerdir.
Başkişi bu kadınlara her zaman çok anlayışlı yaklaşır. Çoğu zaman acı çekmekle mutlu olur. Âşık olduğu kadın hep haklıdır. Öfkelense bile söylemez ve en uç olaylarda bile bağışlar ve okurunu da şaşırtır. Başkişi bu tip kadınlara ilgi duyar genelde. Onları anlar ve hak verir.
CUMHURİYET
Refik Halit Karay, üç farklı siyasi dönemde yaşamış olmasına karşın hiçbir zaman cumhuriyet dönemiyle ve onun getirdiği devrimlerle tam olarak barışamamış gibidir. Oysa yaşamı boyunca asla mutaasıp olmamıştır.
Yezidin Kızı’nda “Kadının utanarak kızarmasından bir nevi volüpte duyan eski zaman erkeklerine hak veriyorum. Devrimiz, bizi bu yalnız insanlara has ve daha ziyade kadınlarda hoş duyudan mahrum etti” diyerek neredeyse eski döneme ait toplumun kenarında duran edilgen kadın tipine özlem duymaktadır.
Refik Halit, doğru buluyorsa bunu mutlaka söyler. Yanlışlar için de bu tutum geçerlidir. Devrin gerekleri diye yazmaktan geri durmaz. Yazdıkları konusunda samimidir.
DİLİ ve TÜRKÇEYE KATKISI
Romanlarındaki akıcı dili, yalnızca ona özgü olan benzetmeleri, yarattığı kurgu, olaylara baktığı açı, Türkçeyi büyük bir ustalık ve özenle kullanması ile Karay, edebiyat tarihimizin en önemli yazarlardan biri olmuştur. Onun romanlarını okurken bir zamanlar var olmuş, yaşamış ve dünyamızdan çekilip gitmiş pek çok insanı, gerçek gibi karşımızda buluruz. Onların düş dünyamıza girmelerine tanık oluruz.
Romanlarında ve öykülerinde Anadolu insanının yaşayışını, dönemin değer yargılarını, toplum yaşamının zamana göre değişen özelliklerini aktarmada çok başarılıdır. 150’likler listesine girmesi ve yerli yersiz muhalifliği nedeniyle dönem dönem yok sayılmaya çalışılsa da yazdıklarıyla Türk edebiyatına çok önemli katkılarda bulunmuştur. Eserlerinin istisnasız her biri bugün de keyifle okunmaktadır.